'Hep özgürlüğe doğru koştum'

“Kimlikler hapishanesinden firari” şair Neşe Yaşın’ın 1979'da yayımlanan ilk şiir kitabı “Sümbül ile Nergis”le başlayan, “Savaşların Gözyaşları” (1980), “Kapılar” (1992), “Ay Aşktan Yapılmıştır” (2001) ve “Bellek Odaları” (2005) ile süren şiir serüveninin yeni durağı “Üşümüş Kuşlar.” Yaşın, “Üşümüş Kuşlar”la iki insanın arasındaki ilişkiden hareketle şiir dilini sokağa, dünyaya çıkarıyor, özgürlük

'Hep özgürlüğe doğru koştum'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.08.2016 - 15:15

101 kıpkısa şiirle de kitabın son bölümünde, güçlü bir “şiir duvarı” örüyor. Neşe Yaşın'la yeni dizeleri üzerine söyleştik.

- 1996'da yayımlanan “Kıbrıs Türk Nesri” başlıklı bir yazıda şu satırlar yer alıyor: “Bugüne kadar Kıbrıs Türk toplumunda hangi kimliğin edebiyatı hüküm sürmüştür açıkça belli. Kimliksizliğin, kendine sahip çıkmamanın edebiyatı hüküm sürmüştür. Kıbrıs'ta doğup büyümüş, ömrünü Kıbrıs'ta geçiren bazı şairlerimiz, Türkiye'deki antolojilerde Kıbrıs kökenli şair olarak geçti. Yani kökü Kıbrıs'tan ama dalı, gövdesi, yaprağı Türkiye'den. Dünyaya kendini duyurup bırakacak sanatçı, Kıbrıslı ama evrensel boyutu içinde kendine bağımsız, sağlıklı bir kimlik bulmaya çalışarak yaşamalı.” Bu sözlerden yirmi yıl sonra, günümüzde Kıbrıslı sanatçı, edebiyatçı bağımsız bir kimlik edinebildi mi?

- Kimlik meselesi özellikle 1980’lerde Kıbrıs’taki entelektüel alanın en önemli konularından biri oldu. O dönemde yazılan yazılara, düzenlenen konferans ve panellere bakılırsa bu rahatlıkla görülebilir. Neden böyleydi? Çünkü empoze edilen bir kimlik, bir asimilasyon sorunu vardı. Türkiye’nin Kıbrıs’ın Kuzeyini ve Kıbrıslıları Türkleştirme politikasına karşı bir tepki oluşmuştu. Adı geçen tepki, bugünlerde gençlerin “reddediyoruz” hareketiyle doruk noktasında. AKP iktidarıyla birlikte proje boyut değişmiş durumda: Türkiye’nin bugünkü projesi Kıbrıslı Türkleri Müslümanlaştırmak. Ana hedef gençlik. Gençler buna tepki olarak Kıbrıslılıklarını öne çıkardı ve bu kimliğin göstergelerini içeren sloganlarla sokaklara döküldü. Geçmişte kimlik meselesini tartışmaya açan da en çok edebiyatçılardı. Kıbrıslı Türk Edebiyatı kavramını ilk kullanan ise bizim kuşağımız yani 74 Kuşağı (Ret Cephesi). 1987'de Londra’da Edebiyatta Kıbrıslı Türk kimliği başlıklı bir konferans düzenledik ve bildirileri Londra temelli FATAL Yayınları arasından iki dilli yayınladık. Bu bildirileri, Türkiye’de Varlık Yayınları “Edebiyatta Kıbrıslı Türk Kimliği” adıyla kitaplaştırdı. Kimlik aslında ele avuca geçirilemez bir şey. “Biz kimiz?” sorusunun statik bir cevabı yok çünkü. Öncelikle “biz” kategorisini nasıl oluşturduğumuz önemli. Farklı temelde pek çok “biz” oluşturabiliriz. Hepimiz çoklu kimliklere sahibiz. Cinsel, her ne ifade ediyorsa etnik, politik, sınıfsal, bölgesel vs. sayısız kimliğimiz var. Bunların hangisi baskı görüyorsa o öne çıkıyor. Kıbrıs’ta milliyetçiliğin getirdiği yıkımı gören bizim kuşak coğrafi bir kimliği “Kıbrıslılığı” öne çıkardı. Bir ada, çok daha kolay aidiyet kurulabilecek bir toprak parçasıdır sonuçta. Sınırları belli. Kıbrıs’ın sınırları Akdeniz’dir. Bu adaya “anavatanımız” dediğimiz ve Milliyetçiliğin anavatan-yavruvatan paradigmasını ters yüz ettiğimiz zaman bu yeni “ana”, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıs’ta yaşayan diğer etnik grupların da annesi olduğundan hepimiz kardeşiz doğal olarak. Bu da kimlikler temelinde bölen milliyetçiliğe karşı bir farklılıkta birlik projesi oluşturuyor. Önceleri bir “Türklüğe tehdit”, “Rumculuk” olarak görünen Kıbrıslılık projesi bugün daha çok sahipleniliyor. Yıllar önce marjinal duran söylemimiz bu sıralar merkeze taşınmış durumda. Türkçe yazan Kıbrıslılar olarak “Türkçe Edebiyat” kapsamında değerlendirilmemizde bir sakınca görmüyorum ben. Bu, Türkçe yazan Kürtleri de kapsayabilecek bir kategori. Dil bağlamında bir sınıflandırma. Bu kategori içinde farklı bir grup olarak var olunabilir belki. Yine de çok net değil bu konuda kafam çünkü bütün kimlikler ve kategoriler üzerimize giydirilen üniformalar sonuçta. Ben bir yazımda “Kimlikler hapishanesinden firariyim” demiştim. Kıbrıslılık bir kültürel melezlik hali aslına bakılırsa… Bölünme ve çatışmaya karşı sığınılabilecek farklılıklarla birleştiren bir kimlik. Politik projemizi kimlik üzerinden inşa edeceksek birleşmeye yardımcı olacak bir tasavvur en azından.

'OTORİTE FİGÜRÜ OLARAK BABAYA İTİRAZIM VAR'

- Okur buluşmalarınızın birinde babanız Özker Yaşın’ın “Al Karanfiller” isimli milliyetçi unsurlar taşıyan bir şiirinin okunduğunu, ardından itiraz içeren cevabınızı “Kapılar” şiirinizi okuyarak verdiğinizi yazmıştınız. Şiirinizde sadece babanıza değil, babaya, babacıllığa bir itiraz olduğu söylenebilir mi?

- Bir otorite figürü olarak babaya genel anlamda bir itirazım var. Onun dışında, Kıbrıs’taki yıkımdan sorumlu bir “erkek kuşağı”na itirazı da içeriyor bu. Adanın bölünmesini getiren, milliyetçiliğin ipleriyle yönetilen bir kuşaktı çünkü bu. Babam Kıbrıs’ın Milli Şairi olarak bilinir. Türkiye’deki Varlık dergisinde şiirleri yayımlanan yetenekli bir genç şairken Kıbrıs’taki gelişmelerle birlikte şiirini milliyetçiliğin hizmetine sundu. Bu hamasi, söylevci şiir sadece Kıbrıs’ta değil Türkiye’de de bir Kıbrıslı şairden talep edilen bir şeydi.17 yaşımda yazdığım “Hangi Yarısını?” şiirim de baba otoritesine ve şiirine itiraz ediyordu. Şiir şöyle:“Yurdunu sevmeliymiş insan/ Öyle diyor hep babam/ Benim yurdum,/ İkiye bölünmüş ortasından/ Hangi yarısını sevmeli insan?” Ay Aşktan Yapılmıştır’daki “Gölge” şiirim de babam için yazıldı. “Babalar gidince/kendi gölgesini görür çocuklar” diyorum o şiirde. Ben aslında babama itiraz ederek kendim olmayı başardığımı düşünüyordum daha çok. Burada hayli travmatik bir ilişki var sonuçta. Babayla kurulan ilişkinin hayatımızın en önemli ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Politik liderler de kendini ulusun babası olarak konumlandırma eğiliminde yaşadığımız bölgede. Ben hep özgürlüğe doğru koştum. Baban sana baskı yaparsa evden kaçarsın, kocan baskı yaparsa boşanırsın, bir başka erkek nam-ı diğer “devlet baba” sana baskı yaparsa yurdunun öteki yarısını görmeni, orada yaşayan insanlarla iletişim kurmanı engellerse sınırını geçersin. Ben bunu yaptım 1997’de… Kıbrıs’ın öteki yarısına geçtim bir sivil itaatsizlik eylemi yaparak.

- 1979'da yayımlanan ilk şiir kitabınız “Sümbül ile Nergis”’le başlayan, “Savaşların Gözyaşları” (1980), “Kapılar” (1992), “Ay Aşktan Yapılmıştır” (2001) ve “Bellek Odaları” (2005) ile süren şiir serüveninizin yeni durağı, “Üşümüş Kuşlar.” Yeni kitabınızda, şiirlerin aralarına kuş fotoğrafları yerleştirmenizin nedeni ne?

- Yayınevi aralara çizimler ya da fotoğraflar koyalım önerisini getirince aklıma, “Kuşlar Serisi” adını verdiğim fotoğraf albümüm geldi. Kitabın adıyla da uyumluydu. Kuş daha çok “dışarıyı” anlatan bir imge… Kadınlar olarak içerilere, ev içlerine hapsedilmişiz yıllar boyu. Kamusal alana girişimiz problem olmuş. Dışarısı bir anlamda bir özgürlük alanı ama insanı üşüten bir yer aynı zamanda. “Sokak” bir itiraz yeri… Başkalarıyla karşılaşma alanı ve bizi biçimlendirmeye, istedikleri şekle sokmaya çalışanlar da orada. Kuşlar gibi kanatlanarak kaçabiliriz oradan. Evin dışarısı, güvenlik alanının da dışı ayrıca… Başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler bizi “üşüten” ilişkiler çoğu zaman. Devlet ve toplumun, üzerimizde kurduğu baskılar karşısında kendimiz olarak konumlanabilmek için mücadele etmemiz gereken soğuk alanlar. Dışarısı tehlikelerle dolu ama buna rağmen çıkıp özgürlüğünü talep etmelisin oralarda.

'BİREYSEL HİKÂYELERİMİZ ÜLKELERİMİZİNKİNE KAYITLI'

- Ingeborg Bachmann, “Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde, iki insan arasındaki ilişkide başlar” der. Üzgün kadınların ruhunun tarihini, acıyı, arzuyu şiir diline getirirken politik bir şiir yazdığınızı da düşünüyor musunuz?

- Benim şiirim tam da bu aslında. İki kişinin ilişkisi üzerinden küresel meselelere dair küçük bir model oluşturmak… Ben onu hedeflemesem bile şiirlerim politik alegoriler yapıyor çoğu zaman. Bir başkasıyla ya da bir sevgiliyle kurduğum ilişkide dünya hallerini görüyorum. Bütün temel meseleler mevcut burada. Özgürlük ve güvenlik meselesi… Birinin yönetmeye, baskı kurmaya çalışması ve ötekinin buna isyan etmesi. Vicdan ve adalet meselesi… Farklılıklar ve çeşitlilik içinde bir armoni arayışı… Bölünmeler, ayrılıklar, kendine ait bildiğin alanı işgal edenler… Bir aşkın gurbetine düşmek bir ülkenin gurbetine düşmekten pek farklı değil. Bireysel hikâyelerimiz ülkelerimizin hikâyesine kayıtlı.

Kibritçi Kız Alaşya şiiri örneğin. Bu bir aşk şiiri ama Kıbrıs’ı anlatıyor aynı zamanda. Alaşya, Kıbrıs’ın eski adlarından biri. Birleştiren bir çocuk ama ayrılığa engel de olamıyor. Kıbrıs birbiriyle uyumlu ilişki kurmayı başaramayan iki kişinin paylaşamadığı bir çocuk gibi… Yazarken planlanmış bir şey değil bu. Şiir öylece geliyor bana. İçimde kendini oluşturuyor zaman içinde. Sonradan ben de şaşıyorum bunları nasıl yazdığıma. Şiirlerimin politik göstergelerini bana başkaları söylemiştir çoğu zaman. Yalnızlıkla ilgili bir şiir yazıyorum örneğin. Tamamen bireysel bir meseleden kaynaklanıyor bu şiir. Ama birisi sonra gelip “Kıbrıs’ı ne güzel anlatmışsın” diyor. Şiire tekrar bakıyorum ve öyle de okunabileceğini görüyorum hayretle. Aşkı anlatırken politik imgeler kullanıyorum bir yandan da. Dikenli teller, sadece ülkeyi değil aşkı da bölüyor. Sınırlar aşkın da önünde duruyor. İki sevgilinin kırılgan ilişkisi Kıbrıs’taki ikinin ilişkisi aynı zamanda…

- Edebiyat ve şiirimizde, bülbülün dilinden, güle aşkının hikâyesini okumaya alışığız. Üşümüş Kuşlar'da farklı olarak, gülün dilinden, solgun güllerin hafızasından şiirler yer alıyor. Şiirinizde gül, hikâyelerini kendi dilinden mi aktarıyor?

- Kadınlar şiirin esin perisi sayılırken şiirin de bir erkeklik alanı olduğu savlandı, biliyorsun. Kadınların yazdığı aşk şiirleri küçümsendi çoğu zaman. Kadınların aşkla kurduğu ilişki erkeklerde bir kaygı oluşturdu. Aşk şiiri yazmak genelde çok zor zaten. Çok kalıp ve popülerleşmiş imge var. Melankolik bir romantizme düşmek, ruhun ağrısını bir yakınmaya dönüştürmek, banalliğe kaymak çok mümkün. Aşılması gereken çok ince bir çizgi söz konusu. Gülün ağzından anlatılan aşk, bülbülün edebiyattaki hükümranlığını da tehdit ediyor bir anlamda. Aslında gül hem bülbül hem de gül. Aynı şey bülbül için de geçerli. Aşkın kendi demokratik devrimi biraz da bu.

'ŞİDDET VE KIYIM HAFIZAYI İŞGAL EDER'

- Üşümüş Kuşlar'ın hatırlama ve unutuş temalarının hâkim olduğu, arafta bir şiiri taşıyor olmasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

- Hatırlarken unutarak ve çarpıtarak hatırlıyoruz. Aynı olayın içinde bulunan iki kişinin hatırası çok farklı olabiliyor. Belleğimiz montaj ve kurgu yapmakla meşgul bir film yönetmeni gibi; seçici bir bellek söz konusu. Bir anlatıyı kurarken bağlama uygun ayrıntıları seçiyoruz ve boşlukları dolduruyoruz. Kurduğumuz anlatının başrolünde biz olduğumuz için bakışımız da kendimizden kaynaklı oluyor. Bellek meselesi toplumsal anlamda da önemli. Zaten kolektif bellek üzerine önemli çalışmalar yapan Halbwachs’a göre bireysel bellek diye bir şey yok. Başkalarıyla birlikte hatırlıyoruz her zaman. Bize anlatılanları da kendi anılarımız gibi kaydediyoruz. Farklı zamanlardaki yaşanmışlıklar iç içe geçiyor hatırlamada. Bir başkası bize kendi anısını anlatırken bunu bir film gibi izliyoruz ve bu görseli kaydediyor bellek. Sonra bunu biz yaşamışız; kendi anımızmış gibi hatırlıyoruz. “Gülün Hafızası” şiiri mesela. Aslında Türkiye Ermenileri üzerine politik alegori yapan bir şiir… Bu olay illegal belleğe ait Türkiye’de… Resmi Bellek dışlıyor ve hatırlanması sakıncalı. “Solan gülün hafızası/ dalından koparıldığı ana dair” dizeleri, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde okunabilir. Birlikte güzel zamanlar de yaşanmıştır. Ama yaşanan şiddet ve kıyım, diğerlerini siler ve hafızayı işgal eder.

- Yeni şiir kitabınızın son bölümü, kıpkısa şiirlerin yer aldığı “Şiir Duvarı”na ayrılmış. Bu bölüm, içinde bulunduğumuz hız çağına, göze göz bir cevap mı?

- Şiir duvarı bölümünde 101 kıpkısa şiir var. Şiirin kendini çoğaltan özelliği hep büyülemiştir beni. Şair, iki dize yazar ve bir kitabın söyleyebileceğini yapar kimi zaman. Kıpkısa şiirler çok uzun aslında. Bazı uzun şiirler ise kısadır. Günümüzün hız dünyası kısalığı talep ediyor; bu doğru. Ben buna uyduğumu düşünmüyorum. Şiirin kendini sonsuzca çoğaltabilen gücüne yaslanmak istedim yalnızca.

- Kitaptaki bir şiirinizde “Şiirler aşk büyüleridir/ seni kandırırlar sandım” diye yazmışsınız. Aslen büyücü müsünüz?

- Şiirin büyülü bir söz gibi dünyayı değiştirebileceğine inandım hep. Bir yerlerde bir “Büyük Söz” var ve onu bulursam dünyayı sarsabilirim diye düşünmüşümdür. Bu bir hüsnü kuruntu büyük olasılıkla. Öyleysem eğer biraz beceriksiz bir büyücüyüm. “Şiirler aşk büyüleridir/ seni kanırırlar sandım” dizelerini izleyen dize şu çünkü: “Hep yanlış okudum işaretleri.”

Üşümüş Kuşlar/ Neşe Yaşın/ Ayrıntı Yayınları/ 118 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler