Huzursuz bekleyiş
Seyirciye zorlu ama ilginç bir seyir deneyimi sunan, Arjantin filmi ‘Zama’ 2. haftasında.
18. yüzyılda İspanya sömürgesi olan Paraguay’ın ücra bir köşesinde, adli görev yapan, kolonyal yönetimin temsilcisi Don Diego de Zama’nın (zengin yüz ifadesi ve tedirgin bakışlarıyla akılda kalan Meksikalı aktör Daniel Gimenez Cacho çok çok iyi) uzun uzun ufka bakışı, kıyıdaki çocukları izlemesi ve güle oynaya çamur banyosu yapan, cıscıbıl yerli kadınları röntgenlemesiyle başlıyor, son 18 yılda tamamen kendine özgü üslubuyla çektiği, kadınları odağına alan 3 ilginç filmiyle özel hayranlar edinmiş, 1966 doğumlu Arjantinli yönetmen Lucrecia Martel’in 2017 Venedik Festivali’nde yarışma dışı gösterilmiş, dördüncü (ve şimdilik son) filmi “Zama”. Yaşama, ortaya saçılan aile sırlarına, günlük rutinin saçmalıklarına, çürümüşlüklere kamera tutan, 2001 yapımı ilk filmi “La Cienaga-Bataklık”ını ve yolda giderken arabasıyla neye çarptığını bilmeyen bir kadının hikâyesini, mecazi dokundurmalarla süslü, sınıfsal sorunlara da değinen, cevval bir üslupla aktaran “La Mujer sin Cabeza-Başsız Kadın”ını (2008) vaktiyle seyrettiğimiz İstanbul Festivali sayesinde tanıyıp keşfettiğimiz, üçüncü filmi “La Nina Sante-Küçük Azize”siniyse (2004) görmediğim yönetmen Martel’in, yazar Antonio Di Benedetto’nun 1956’da yayımlanmış ve zamanla Arjantin edebiyatının modern bir klasiğine dönüşmüş aynı addaki romanından beyazperdeye aktardığı “Zama”, başından beri ana akım hikâye anlatıcılığına uzak durmuş Lucrecia Martel’in hem ilk edebiyat uyarlaması, hem başrolü bir erkek karakterin aldığı ilk dönem filmi, hem de dijital çektiği ilk film.
Filmin hikâyesi
Filmin kahramanı olan, Latin Amerika’da doğmuş büyümüş, hiç görmediği Avrupa’yı, İspanya’yı sadece amirlerinden dinlemiş Zama, başka bir kentteki karısı Marta’yla çocuğuna kavuşmak, evine dönmek için beklediği terfi ve tayin bir türlü çıkmayınca üst makamlara mektup yazdırmak için ısrarla başvurduğu, Kral Naip (vali) gibi yetkililerin sürekli kafasını ütüleyen, adil, ilkeli, erdemli ama hep tedirgin ve çaresiz bir sömürge subayı. 1790, 1794, 1799 yıllarında geçen üç bölümden bütünlenen film, öncesinde Naip’in oradan ayrılıp gideceği sözünü verdiği kahramanımızın huzursuzluğunu, uzun bekleyişini, yıllar boyu sürüklendiği bunalım süreçlerini anlatıyor, bölümler arasındaki geçişleri muğlak bırakılmış, peşpeşe eklemlenmiş, birbirinden kopuk episodlar halinde. Ortalıkta ceylan gözlü beyaz lamaların, atların, köpeklerin, keçilerin, tavukların dolandığı, İspanyolların köle gibi çalıştırdığı yerli kadınların püfür püfür tütün içtiği, evleri basıp kadınlara tecavüz eden, kervanları soyan, efsaneleşmiş namlı eşkıya Vicuna Porto’nun ölü mü, diri mi olduğuna dair söylentilerin ortalığa yayıldığı, birtakım bordel gibi ama izbe mekânlarda geçen filmde, yıllanmış içkiler içerek şehvet peşinde ayak sürüyen, yeni tanıştığı İspanyol bayan Luciana’ya asılan, Emila’dan da bir piç peydahlamış, zaten aslında bütün kadınları arzulayan, koyu bir yalnızlığa ve tatminsizliğe tutsak olmuş, peruğunun altında şıp şıp habire terleyen Zama, kitap yazmış yardımcısına, “Buraların asıl sahiplerini topraklarından sürdük, nerdeyse hepsini öldürdük yok ettik ancak şimdi de çalıştıracak adam kalmadı” der. Tayini için sürekli rahatsız ettiği ve yalvar yakar olduğu Naip ise “Kitap yazmayın çocuk yapın!” der. Karısına, ailesine kavuşacağı bir terfi beklentisi yıllarca hep fos çıkan, sıcağın, sineklerin, salgınların tehdidindeki “bir o yana bir bu yana” debelenerek yaşayan kahramanımızın girdiği bunalım süreçlerini günümüz dünyasının gerçekleriyle paralellik kurarak anlatan film, Zama’nın hayalet haydut Vicuna’yı yakalama harekâtına giriştiği, kâbustan farksız, şaşırtıcı ve irkiltici bir final bölümüyle sonlanıyor. Görüntünün kesinliğini taşımasa da, afallatıcı seslerle kuş cıvıltısından yağmur şıkırtısına dek bazı işitsel etkilerden oluşan ses tasarımını da (ses bandını) hep çok önemseyegelmiş Martel’in çerçevelemeleri de alışılmışa sırt çevirmiş ‘kadrajlar’dır malum. Gözlemci, tekrarlara dayanan, döngüsel, gevşek anlatımıysa seyircinin algı ve duygularıyla oynar baştan sona. İçine atıldığı kayıktaki bilekleri kesilmiş, her şeyden vazgeçmiş ve kaybetmiş Zama’yı nehirde bir meçhule doğru götüren, umutların tükendiği bir finalle noktalanan, bir sömürgecinin umarsız bekleyişi de denebilecek bu filminde yönetmen Martel kolonyalizm üstüne diyeceklerini dolaylı yollardan dile getirse de, alttan alta anti-kolonyalist bir söylem tutturmuş yine de. Değil haftanın ayın (hatta mevsimin) filmi “Zama”.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama