İç güvenlik ve sorumluluk

Gelişen teknolojiye paralel olarak artan suçlar ve bu suçların bireysellikten öte organize ve uluslararası düzeyde gerçekleşmesi, emniyet ve asayişi sorununu ülke gündemlerinin ön sıralarına taşıyor. Bu alandaki aktörlerin görev ve yetkileri ile teşkilat yapılarının sorgulanması ihtiyacını ortaya koyuyor.

İç güvenlik ve sorumluluk
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.09.2008 - 07:45

Küreselleşen dünyamızda terör ulusların gündeminde ilk sıralarda yer almaktadır. Gelişen teknolojiye paralel olarak artan suçlar, suçların kapsam ve nitelikleri, suçların bireysellikten öte organize ve uluslararası düzeyde bir özellik arz etmesi, emniyet ve asayişi sorununu ülke gündemlerinin ön sıralarına taşımakta ve bu alandaki aktörlerin görev ve yetkileri ile teşkilat yapılarının sorgulanması ihtiyacını ortaya koymaktadır. Dış tehditler esas alınarak teşkilatlanan silahlı kuvvetler günümüz ihtiyaçlarına paralel olarak artık küçülmekte, daha profesyonel, daha mobil ve daha etkili silahlarla teçhiz edilmektedir. Küreselleşen dünyamızda ülkelerin savunmaya ayırdıkları bütçe payının azaltılması da sık sık gündeme gelmektedir. Küçülen silahlı kuvvetler ve azalan bütçe payları karşısında ortaya çıkan güvenlik kaygıları, iç güvenlik aktörlerinin önemini daha da açığa vurmaktadır. Geleceğin güvenlik aktörleri, gerek yapısı gerekse sahip olduğu donanımla, bir yandan insanların demokratik hak ve özgürlüklerinin bir teminatı, öte yandan dış güvenliğin de vazgeçilmez bir unsuru olarak şekillenecektir. Bu durum, iç güvenliği yöneten ve yönlendiren siyaset yapıcılarının topluma karşı sorumluluğunu daha da ağırlaştıracaktır. Bir yanda siyaset yapıcıları diğer yanda iç güvenlik aktörlerinin, birey ve toplumun güvenliği alanında üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları taşımaya artık hazır olmaları gerekmektedir

 

İç güvenlik nedir?

Anayasamızın ikinci kısmı kişilerin temel hak ve ödevlere ayrılmış olup, kişi hak ve özgürlükleri bu bölümde sıralanmış ve istisnaları sayılmıştır. Yine Anayasamıza göre, herkes yaşama maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz. Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz. Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir. Kimsenin konutuna dokunulamaz. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya bir kaçına bağlı olarak usulüne uygun verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz. Kısacası, kişi hak ve hürriyetleri Anayasa ile güvence altına alınmış olup devlet mekanizmasının temel görevi de bu güvenliği teminat altına almaktır. Bununla birlikte, toplum olarak bir arada yaşayan insanların sayılan hak ve hürriyetleri kullanılabilmesi için yaşam alanlarında kendilerini bekleyen bir tehdidin var olmaması gerekmektedir. Güvenlikten yoksun bir toplumda kişi hak ve hürriyetlerinin söz konusu olması düşünülemez. Bu açıdan bakıldığında iç güvenliği; bireylerin temel hak ve özgürlüklerini demokratik toplum sistemi kuralları çerçevesinde, her an ve her yerde, özgüvenle kullanabileceklerine ilişkin inanç ile bu inancın birey vicdanında oluşması için güvenlik güçlerince alınmış olan fiziki tedbirler şeklinde tanımlamak mümkündür. Daha kısa ve teknik tanımıyla iç güvenlik; ülke genelinde emniyet ve asayişin sağlanmasıdır. Tanımda geçen asayiş; insanların anayasa ile güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerini kullanabileceklerine olan inançlarını, emniyet ise; bu inancın yaygın bir kanıya dönüştürülmesi için güvenlik güçlerince alınmış olan fiziki tedbirleri ifade eder. Günlük yaşantımızdan bir örnekle konuya açıklık getirilmesi istenirse eğer, asayişin varlığından söz edilebilmesi için, kişinin arzu edilen bir an ve bir yerde özgüvenle seyahat özgürlüğünün kullanabilmesi ya da özel iletişim araçlarından üçüncü bir kişi tarafından dinlenilmediğinden emin olarak yararlanabilmesi gerekmektedir. Aynı örnek kapsamında emniyetin sağlanmış olduğunu söyleyebilmek için, kişinin seyahati esnasında kolluk güçleri tarafından alınmış güvenliği sağlamaya yönelik tedbirleri yerinde görmesi ya da haberleşme özgürlüğü için, siyasi otorite tarafından güvenlik aygıtlarının tesis edilmiş olduğuna inanması şarttır. İç güvenlik birey ve toplum yaşamının vazgeçilmez bir parçasıdır; iç güvenlik olmadan insanların demokratik hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi mümkün değildir. Daha çok insan hakları, daha çok özgürlük ve daha çok demokrasi söylemleri ile toplum karşısına çıkan siyaset yapıcılarının, bu düşüncelerini gerçekleştirebilmeleri için öncelikle Türkiye'de iç güvenliği sağlamaları zorunlu görülmektedir. Peki, Türkiye'de iç güvenliği yani emniyet ve asayişi kim sağlayacaktır?

 

İç güvenlik aktörleri

İç güvenliğin temel aktörleri siyasi alanda merkezi hükümet, idari alanda ise polis ve jandarmadır. Merkezi hükümet, idari yapı içerisindeki polis ve jandarmanın emniyet ve asayişe ilişkin görevlerini en iyi şekilde yapabilmeleri için, alınması gereken tedbirleri planlamak, koordine etmek, yürütmek ve güvenlik stratejisini oluşturmaktan sorumludur. Polis ve jandarma ise, bu ana strateji çerçevesinde, kişi hak ve özgürlüklerinin kullanılabilmesi için güvenlik ortamını sağlamakla görevlidir. Polis siyasi makam olan İçişleri Bakanlığına doğrudan bağlıdır. İl ve ilçelerin idari teşkilatlarında merkezi hükümetin temsilcisi olan mülki amirlerin emrinde görev yapar. İlçelerde kaymakam, illerde vali, polisin birinci derece sicil ve disiplin amiridir. Polis güvenlik ortamının her hangi bir nedenle bozulması halinde ise, işlenmiş suçlarla ilgili olarak adli makamların yani cumhuriyet savcılıklarının emrinde çalışır. Burada geçen emir ve amirlik durumları aynı zamanda görev sorumlulukları da ifade eder; idari işlerin yürütülme sorumluluğu kaymakam ve valilerde, adli işlerin ise savcılık makamlarındadır. Jandarma teşkilatı polise göre farklılık gösterir; emniyet ve asayişe ilişkin görevlerini mülki amirlikler, adli işlerini savcılıklar, askeri işlerini de Garnizon Komutanlıkları ve Askerlik Şubeleri ile belirli kural ve kaideler üzerinden yürütür. Belki de temel farklılık jandarmanın askeri özelliğinin ön plana çıkmış olmasıdır. Çünkü jandarma, askeri özelliği dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığı'na da bağlıdır. Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur; iç güvenliğin temel aktörleri polis ve jandarmadır ancak bu teşkilatları emrine alarak ülke genelinde emniyet ve asayişi sağlama sorumluluğu idari ve siyasi makamlara düşmektedir. Dolayısıyla birey ve toplumun güvenliğini sağlamak görevi kolluk kuvvetlerinin, bundan doğan sorumluluğu taşımak ise siyasi iradenin işidir.

 

İç güvenlik sorumluluğu 

Ülke genelinde insanların demokratik hak ve özgürlüklerini özgüvenle kullanabilmelerinin sağlanması, diğer bir deyişle insanların mal ve can güvenlikleri için gerekli tedbirlerin alınması konusu siyasi bir sorumluluktur, stratejik düzeyde planlama ve yürütme ister. Güvenliğin stratejik planlama ve yürütmesini yapan Başbakan ve bakanlar kurulu, ülke genelinde huzur ve güvenliğin tesis edilmesinden Türk milletine karşı sorumludur, siyasi iradenin zorunlu görevlerinin başında da bu gelir. Merkezi hükümet adına iç güvenliğin doğrudan muhatabı ise İçişleri Bakanı'dır. Bu konudaki yasal düzenlemeler 4 Haziran 1937 tarihinde kabul edilen 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu ile yapılmış olup, anılan yasanın 1. maddesi aynen şöyledir; "memleketin umumi emniyet ve asayiş işlerinden Dahiliye Vekili mesuldür. Dahiliye Vekili bu işleri, kendi kanunları dairesinde hareket eden Emniyet Umum Müdürlüğü ile Umum Jandarma Komutanlığı ve icabında diğer bütün zabıta teşkilatı vasıtası ile ifa ve lüzum halinde İcra Vekilleri Heyeti kararı ile ordu kuvvetlerinden istifade eder". Günümüz Türkçesiyle bu kanun maddesinin açılımı şudur; Türkiye'nin genel emniyet ve asayişinin sağlanmasından İçişleri Bakanı sorumludur. Bakan, bu görevleri emri altındaki Jandarma Genel Komutanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü ve gerektiğinde tüm kolluk teşkilatı aracılığıyla yerine getirir ve gerektiğinde Bakanlar Kurulu kararıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden yararlanır. Burada adı geçen genel kolluk teşkilatı; polis ve jandarmadır ve her ikisinin de asıl görevi İçişleri Bakanı'nın emir ve direktifleri doğrultusunda, yurt genelinde, emniyet ve asayişi sağlamaktır yani kişinin temel hak ve özgürlerini güven ortamında kullanabilmesini sağlamak.

 

Türkiye'de iç güvenlik 

Türkiye'nin idari yapısı Fransa'da uygulanan idari sistemle büyük benzerlik göstermektedir. Aynı şekilde polis ve jandarma teşkilatları da Fransa'daki durum örnek alınarak yapılandırılmıştır. Bu aşamaya kadar ortaya konulan kavramlar ve açıklamalar ile görevler ve sorumluluklar, prensip olarak, Fransa'da uygulanmakta olan iç güvenliğin bire bir aynıdır. Her iki ülke arasında bu konuda bir fark var mıdır, sorusunun cevabı ise, taşınması zorunlu olan siyasi sorumluluklar olacaktır. Fransa'da iç güvenlik makamları yaptıkları ya da yapmadıkları görevler ve işler yüzünden emniyet ve asayişin ağır bir ihlale uğraması durumunda, hem etik olarak hem de cezai yönden kamuya karşı sorumlu durumdadır. Ancak Türkiye'de durum farklıdır. Çünkü demokratik hukuk sistemimizde bu konudaki sorumluluğun siyasi irade olduğu açıkça belirtilmiş olmasına karşın, Türkiye'de siyasi makamlar, nedense, görevlerini yapmadıkları takdirde gerek etik ve gerekse cezai sorumluluklarının bulunmadığı yolunda bir inanışa sahiptir. Ülkemizde, bir siyasi şahsiyete yapmadığı görevin hesabının halk tarafından sorulabileceği ve bunun da seçim günleri kurulan sandıklarda olacağına ilişkin yaygın bir kanı vardır ancak bu yanlıştır. Çünkü iç güvenliğin sağlanamaması demek; insanların temek hak ve özgürlüklerini demokratik sistem kuralları içerisinde kullanamamaları demektir. Bu da, hukuk dilinde insan hakları ihlali demektir. Tüm demokratik sistemlerde insan haklarının ihlali adli bir suçtur, soruşturma ve kovuşturmayı gerektirir. Bu duruma yol açan bir siyasi şahsiyet etik olarak Türk milleti karşısında da sorumludur, görevinden ayrılması gerekir. Ayrıca, hukuki yönden adli makamlara karşı da sorumludur, yargılanması gerekir. Peki, iç güvenlikte cezai ve etik sorumluluk nasıl doğar?

 

İç güvenlik ve terör

Terör örgütlerinin başvurduğu şiddet eylemleri hukuk açısından adli bir suçtur. Terör eylemleri sonucunda insanların en kutsal ve üstelik anayasa ile güvence altına alınmış olan yaşam hakları elinden alınmaktadır. Bu, olayın hukuki ve adli yönüdür. Öte yandan, olayın bir de iç güvenlik yönü vardır; şiddetin yol açtığı korku ve panik ülke genelinde iç güvenliği olumsuz etkilemektedir. Doğrudan eylemin hedefi olmasa da, şiddete tanık olanlar açısından kamu yönetimine karşı bir huzur ve güven eksikliği ortaya çıkmaktadır. Bu iki yönlü yapısıyla terör, tüm demokratik ülkelerde emniyet ve asayişi bozucu etkenlerin başında yer almaktadır. Bu durumda, terör eylemleriyle bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek demek; iç güvenliği yeniden sağlamakla eşdeğerdir. Bu güvenliği sağlamak da yasa gereği İçişleri Bakanlığına düşen bir görev ve sorumluluktur. Hal böyle iken, ülkemizde 1978'den günümüze iç güvenlik sağlanamamaktadır ve her yıl binlerce insan terör mağduru durumuna düşmektedir. Daha yeni, Güngören'de 18 vatandaşımız hayatını kaybetmiş ve yüzlerce insanımız da yaralanmıştır. Benzer olaylar İzmir ve Mersin'de de meydana gelmiştir. Sorumluluk açısından konuya yaklaşıldığında, bu durumun birinci derecede sorumlu makamının merkezi hükümet olduğu açıkça görülecektir, çünkü kendi sorumluluğunda olan terörle mücadele stratejisini bugüne kadar ortaya koyamamıştır. Bu strateji eksikliğinden dolayı gerek idari gerekse kolluk makamları sahip oldukları dinamik güçlere karşın terör olaylarını önleyememektedir. Kaldı ki terör artık öylesine günlük yaşamın bir parçası haline getirilmiştir ki, emniyet ve asayişten sorumlu olan bir yanda merkezi hükümetin başı öte yanda İçişleri Bakanlığı, iç güvenlikte şehit olan vatan evlatlarına bile sahip çıkmamakta, konuya ilişkin açıklama dahi yapmamakta, katillerin yakalanıp yargılanması için bir çaba dahi göstermemektedir. Hükümet sözcüsü daha da ileri gidip, teröristler Avrupa'da cirit atmaktadır, dahi diyebilmektedir. Daha da trajik olanı, merkezi hükümete yakın medya tarafından katillerin attıkları ciritler ekranlarda boy boy yer almaktadır. Sizce demokrasi bu mudur? Sizce, iç güvenlikten yani emniyet ve asayişten sorumlu olan makamların verdiğimiz şehitler karşısında, bu şehitlerin anaları karşısında, Türk milleti karşısında hiçbir sorumluluğu yok mudur? Sizce, Türk milletini güvenlikten yoksun bırakanların vicdanen, ahlaken ve de hukuken gerçekten bir sorumlulukları yok mudur?

 

Suç ve ceza

Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Böylesi çağdaş demokratik devletlerde suç var ise mutlaka karşılığında bir ceza vardır. Türkiye'de iç güvenliği sağlamamak bir suçtur. İç güvenlik sağlanamadığı için insanlar hayatını kaybediyorsa eğer bu daha da ağır bir suçtur. Türk Ceza Kanunu bu suçu, "bilerek ve isteyerek adam öldürmeye sebebiyet vermek" şeklinde tanımlamaktadır. 21 Ekim Dağlıca baskını öncesi elindeki yetkiyi kullanmadığı için 12 askerimizin şehit olmasına yol açan merkezi hükümetin durumu bu tanıma bire bir uymaktadır. Açıkça söylemek gerekir ki, bugün Türkiye'de iç güvenlik yoktur, insanlar can ve mal güvenliğinden emin değildir. Bugün Türkiye'de iç güvenlik sağlanamadığı için bir yanda insanlar hayatını kaybetmekte, öte yanda insanlar temel hak ve özgürlüklerini kullanamamaktadır. Bugün Türkiye'de iç güvenliğin baş sorumlusu İçişleri Bakanı dahi, seyahat özgürlüğünü kullanarak Hakkâri ilimizin o güzelim Berçelan Yaylası'na ailesiyle birlikte gidememektedir çünkü güvenlik sorunu vardır. Bugün Türkiye'de Başbakan dahi bir koruma ordusu olmaksızın sokağa çıkamazken, insanlarımızın güvende olduğunu kim söyleyebilir? İşlenmiş suçlar cezasız kaldıkça birey ve toplum vicdanı yara almakta ve bu durum suç ve suçluluğun artmasına yol açmaktadır. Cirit atan suçlular, Barzani'ye damat olan suçlular, dağdan ovaya inen suçlular, affedilen suçlular, bu suçlulara meydanı boş bırakan kimdir? Bugün içinde bulunduğumuz durum budur; devlet otoritesini zaafa uğratan bir siyasi zihniyet ve bunun sonucu her şehit, her gün baskın, her gün bomba, her gün kayıp, insanlarımız artık yarın güneşin doğup doğmayacağından dahi kaygı duyar hale gelmiştir. İç güvenlikten sorumlu makamlar Türk milletini içine düşürdükleri bu güvensizlik ortamının ve bundan doğan ulusal kayıplarımızın hesabını yargı önünde vermelidir. Bu hesap sorulmadan Türkiye'de demokrasi ve insan haklarından kimsenin bahsetmeye hakkı yoktur.

 Erdal Sarızeybek  (TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı)

 esarizeybek@tusam.net


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon