İstiyorsan sert seviş
Benim, sokak kedileri sevişirken telaşlanan arkadaşlarım var. Erkek kedinin kıza eziyet ettiğini varsayıp araya giriyorlar. Grinin Elli Tonu’nu protesto edenler de aslında cinselliğe sistemin empoze ettiği pencereden bakma gafletine düşüyorlar.
Dün görev icabı, gidip “Grinin Elli Tonu” filmini izledim. Her zaman iş yapan “imkânsız aşk” klişesine sırtını dayamış ve “romantizm sadizmi yener” ya da “romantizmin haklı onuru” temasıyla gişeye tırmanmayı ummuş yetmiş üçüncü sınıf erotik bir film olmasına tabii ki hiç şaşırmadım.
Film, sadomazoşist bir erkeğin genç bir kadını fantezileri için kullanmasını anlatıyor.
Bu tema kadın hakları ve kadına cinsel istismara karşı olan protestoculardan büyük eleştiri alıyor.
Filmi seyrederken sıkıldığım uzun dakikalarda derin derin bunu düşündüm.
Benim, sokak kedileri sevişirken telaşlanan arkadaşlarım var.
Erkek kedinin kıza eziyet ettiğini varsayıp araya giriyor ve kız kedileri kurtarma telaşına düşüyorlar.
Cinselliğin içerdiği, kız kedi için de erkek kedi için de adrenalin kaynağı olan o yarı savaş halini, gündelik hayatta sık sık karşılarına çıkan kadına yönelik şiddetle eşdeğer algılamaları ciddi bir trajedi.
Öyle algılıyorlar çünkü dünyanın her yerinde ama en çok da “bu” yerinde erkekler kadınlara tecavüz ediyor, erkekler kadınları dövüyor ve erkekler kadınları öldürüyor.
Bunun nedeni ahlak denen meretin, insan hayatında hukuktan daha etkin ve güçlü olması.
Alacağı cezaları umursamadan, kendi hayatını da mahvetme pahasına kadına eziyet eden, onu hırpalayan, öldüren erkek, bin yıllardır o ikiyüzlü ahlakla zehirleniyor.
Çünkü mevcut tüketim düzenini korumanın yolu, insanın temel güdülerini iğdiş etmekten geçer.
Sadece tüketeceği kadar üreten ve hasat zamanı da sevişip eğlenen insan, vahşi kapitalizmin çarkına çomak sokar.
Sistemin, haftanın belli günleri ve saatlerini pişmanlık ve korku içinde ibadethanelerde geçiren ve sahip olduğu şeyleri hak etmek için asla sahip olamayacağı şeylere sahip patronlarının gözüne girmek zorunda olduğuna inandırılmış insan kalabalıklarına ihtiyacı var.
O yüzden “medeni” insan istila ettiği yerli topraklarındaki “vahşilere” ilk önce çıplaklarından utanmayı ve gökteki tek ve mutaassıp tanrıdan korkmayı öğretir.
Beyaz insan, kendi atalarının mağara ya da tapınak duvarlarına binlerce yıl boyunca çırılçıplak ve son derece alternatifli pozisyonlarda sevişen insan halleri resmettiğini unuttuğundan beri bu böyle.
İnsanı gerçekten özgür, yaratıcı ve en önemlisi eşit kılan cinsellikten utanmayı kolay öğrenen insan bu temel güdüden vazgeçer de savaştan vazgeçmeyi aklına bile getirmez.
İnsan hakları konusunda en iyi durumda olan ülkeler, aynı zamanda dünyanın en önemli silah üreticisi olmaktan gocunmazlar.
İki büyük savaşın ardından ortaya çıkan ve ömürleri bir kelebek ömrü kadar kısa olan çiçek çocuklarının geçen yüzyıladamgasını vuran o sloganı aslında çok kıymetli bir imdat çığlığıdır.
Cinsel özgürlüğü savaş özgürlüğünün karşısına koyarlar ve cennet gibi bir dünyayı cehenneme çevirenlere adeta yalvarırlar: “Savaşma seviş.”
Filmi protesto edenler de aslında cinselliğe sistemin empoze ettiği pencereden bakma gafletine düşüyorlar.
Oysa cinsellikte dozu bazen yükselebilen o “savaş hali”, dozu yasalarla belirlenen gerçek savaş ve şiddet hallerinden çok daha masumdur.
O yüzden, evet, savaşmamalı, sevişmeliyiz.
Çok istiyorsak, sert sevişmeliyiz.
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Emekliye iyi haber yok!