Kemalist bayrağı devraldı ve ayakta öldürüldü!

Ahmet Taner Kışlalı tam bir Cumhuriyet çocuğu, Cumhuriyet genci, Cumhuriyet aydını. Bütün bunların toplamında Atatürk var. “Bu ülkeye borcumuz var” sözü ona en çok güç veren düşünce. Kışlalı ve 1990’lı yıllarda katledilenler gerçek aydındı. Katledilen aydınların tümünden değerler taşıyordu. “Aydın olmanın ölçütü bilgi değil, tavırdır” diyordu. Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’nda oda komşumdu. 1993’ten katledildiği güne dek hep diyaloğumuz sürdü. Kemalizmin Centilmen Devrimcisi (Halk Kitabevi) kitabım için onu araştırdıkça derinleşen bir kimlikle karşılaştım.

Kemalist bayrağı devraldı ve ayakta öldürüldü!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 13.05.2021 - 00:04

Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ

GERÇEK AYDIN!

- Yakından tanıdığınız Ahmet Taner Kışlalı’yı yazmak nasıl bir süreçti? Bu süreçte bilmediğiniz nelerle karşılaştınız?

Ahmet Taner Kışlalı, 1990’lı yıllarda katledilen aydınlarımızın son halkasıydı. Acı perde 31 Ocak 1990’da Prof. Muammer Aksoy’la başladı. Aynı yıl Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok’la devam etti. 24 Ocak 1993’de Uğur Mumcu’yu katlettiler.

Uğur Mumcu’nun yaşamını yazdıktan sonra Kışlalı’yı kaleme alırken şu gerçek serildi gözlerimin önüne; Kışlalı, 1990’lı yıllarda katledilen aydınların tümünden değerler taşıyordu. Yani hedefte olduğunu çok iyi biliyordu. Buna karşın düşüncelerinden milim ödün vermeden, yazdı, konuştu.

O, ‘aydın olmanın ölçütü bilgi değil, tavırdır’ diyordu. Sadece yazmakla, söylemekle kalmadı, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin genel başkan yardımcılığını da üstlendi. Geçmişte bakanlık yapmış bir kişi, 1990’ların sonunda hangi sorumluluğu almak gerekiyorsa, onu kabul ediyor.

Ölümünden sonra ardından, ‘Centilmen Devrimci’ diye yazmıştım. Kitap için onu araştırdıkça derinleşen bir kimlikle karşılaştım.

MERKEZ KUVVETİ, ÖĞRETMENİ ATATÜRK!

- Hemen her satırda Kışlalı’nın yaşamındaki kilometre taşları dönüp dolaşıp aynı merkezde buluşuyor. Sarsılmaz, yılmaz bir Atatürk sevgisi, yurt sevgisi ve vefa duygusu...

Aileden başlayarak tüm eğitim yaşamına da gerek tek tek aile bireyleri gerekse Kilis’ten başlayarak Paris’e uzanacak tüm eğitim yaşamı boyunca efsane hocaları ve arkadaşlarıyla bu merkezi kuvveti yüreğinde ve eylemlerinde güçlendirmiş, olacağı kişiye doğru emin adımlarla yol almış, yetişmiş bir aydının yol haritasını çiziyorsunuz.

Bu bağlamlarda kitabınızda Ahmet Taner Kışlalı’nın harcında karılanları, o büyük aydının yetişmesini nasıl ortaya koyuyorsunuz?

Kışlalı tam bir Cumhuriyet çocuğu, Cumhuriyet genci, Cumhuriyet aydını. Bütün bunların toplamında Atatürk var. İlk öğretmeni, mesleği de öğretmenlik olan annesi. En büyük mayalanmayı Kabataş Erkek Lisesi’ndeki yatılı yaşamında gördüm.

“Bu ülkeye borcumuz var” sözü ona en çok güç veren düşünce. Kışlalı için, ‘Bu ülkeden aldıklarıyla değil, bu ülkeye verdikleriyle doyan’ büyük bir aydınlanma önderi diyebiliriz.

Öyle ki, 1960’ların o muhteşem Paris’i, Sartre’ların Paris’i ve yaşadığı büyük aşk bile onu vatanından edemiyor. Eğitimini tamamladıktan hemen sonra dönüyor. Fransız eşi Nicole onunla Ankara’ya geliyor, kendi istemiyle Nilgün adını alıyor ve Kışlalı’nın şahsında Türkiye ile bütünleşiyor.

- Yaşamında iz bırakan isimler arasında da başta kimler geliyor? (Anne baba, ağabey, hocaları Behçet Necatigil. Galip Vardar, Münir Raşit Öymen, Ruşen Keleş, Maurice Duverger)... Ve hocaları nasıl tanımlıyor öğrencilerini?

Kışlalı her şeyden önce, öğrenmeyi çok iyi öğrenmiş bir kişi. Kimden ne öğreneceğini çok iyi biliyor. Öğrendiklerini de kendi içinde mayalıyor, yepyeni bilgilere, değerlere çeviriyor. Hocalarından Prof. Dr. Ruşen Keleş’le konuşmamda, ondaki inanmışlığı özellikle vurgulamıştı. Sözünü ettiğiniz bütün öğretmenleri yaşamında etkin ama en büyük öğretmeni bence Atatürk.

- Etkilendiği, kimi yakın olduğu kimi yakından izlediği Türk ve yabancı aydınlar arasında başlıca kimler geliyor?

Dünyaca ünlü siyaset bilimci Duverger’in öğrencisi olması elbette Kışlalı’ya çok şey katmış. Zaten sonraki yıllarda da diyaloğu devam etmiş. Kışlalı, dünyayla barışık bir yurtseverdi. Atatürk Türkiye’sini bütün kıskançlığıyla savunurken dünyaya da sırtını hiçbir zaman çevirmedi. Türkiye’de il il Atatürk’ü anlatırken dünyaya da anlatmayı kafasına koymuştu. Katledilmeseydi daha önce gittiği Tunus’a bir kez daha gidecek ve orada Kemalizm’i anlatacaktı.

‘KARANLIK ELLER ON İKİDEN VURDU!’

- İkonik bir figür olarak değil etten kemikten bir insan olarak yazıyorsunuz Kışlalı’yı. Yaşamının en önemli dönemeçlerinin yanı sıra en yalın, sıradan anlarında bile nasıl bir evlat, öğrenci, arkadaş, eş, gazeteci olduğunu sevinçleriyle olduğu kadar acılarıyla da okuyoruz.

Bir yanıta sığamayacağını bilerek ille de sorarsam; nasıl bir centilmen devrimciydi, nasıl yazar, üretir; nelerde ısrar eder, taviz vermez; nelere kızar, sevinirdi; sükuneti nasıl, öfkesi, yası nasıldı?

Kışlalı analiz gücü yüksek bir araştırmacı, devleti ve milleti iyi okuyan bir siyaset bilimci, Atatürk’ün sadece düşüncelerini değil hedeflerini de yaşatan bir Kemalist, her hafta Anadolu’nun bir şehrine konferans için giden bir mücadele emekçisi, evine her gün bir gülle gidip kapıdan içeri girdikten sonra her şeyi dışarıda bırakan bir eş, çocuklarının yüreğinde hala yaşayan bir babaydı.

Bütün bu kimliklerinin yanında diyaloğu çok önemseyen, düşüncesine en karşı olduğu kişilerle bile konuşabilen, yapıcı bir insandı. Fenerbahçe’nin yenildiği günlerdeki asık suratının dışında yüzündeki hafif gülümseme hiç eksik olmazdı.

- Ahmet Taner Kışlalı ile tanışmanızı ve Cumhuriyet yoldaşlığınızı anlatır mısınız?

Cumhuriyet’in Ankara Bürosunda oda komşumdu. Hemen her Perşembe çay içimi sohbet ederdik. 1993’ten katledildiği güne dek hep diyaloğumuz sürdü. Kimi Anadolu şehirlerine konferans için birlikte gittik.

Son telefonlaşmamız katledilmesinden birkaç gün önceydi. Kızı Nilhan Nur sanırım 20-25 günlüktü. Batıkent ADD ikimizi yemeğe çağırmıştı. O naif sesiyle, ‘Bu akşam meşgulüm, bebeğimi seveceğim’ sözü hala kulaklarımda.

- Ahmet Taner Kışlalı’nın da aralarında bulunduğu ve ortak özelliklerini de ortaya koyduğunuz aydınlarımızın alçakça katledilmesiyle “sonsuz vadede” neler olmuştur?

1990’lı yıllardaki aydın kıyımlarının 2000’li yılların Türkiye’sini kendince planlayan karanlık ellerin işi olduğunu düşünüyorum. Uğur Mumcu’nun katledilmesinin ardından bir Batılı ülkenin büyükelçisi, ‘Kemalist aydınlarınız azalıyor. Bu, Türkiye için en büyük tehlike’ demişti.

Bugün bunun sonuçlarını yaşıyoruz. Ancak Mumcu’ları, Kışlalı’ları katlederek, onların düşüncelerini yok edemediler. Bunun da altını çizmek gerek.

Kitabı yazarken, Kışlalı’yı hiç tanımamış ‘öğrencilerini’ tanıdım. Gerçek aydın ülkesinin geleceğine harç taşır, çıkarcı aydın bugünkü yapının rantını yer.

Kışlalı ve 90’lı yıllarda katledilenler gerçek aydındı. Onları daha derinden tanıdıkça için nasıl yanıyor anlatamam. Alçak katiller ve bunu planlayan karanlık eller on ikiden vurmuş.

‘ROZET ATATÜRKÇÜSÜ DEĞİLDİ!’

- Kışlalı’nın Kemalizmi kalıplardan çıkarıp sürekli gelişmeye açık bir kuram haline getirişini nasıl ortaya koyuyorsunuz?

Kışlalı’ya göre Kemalizm donmuş, kalıplaşmış bir düşünce değil. Katledilmeden kısa bir süre önce kaleme aldığı “Demokratik Toplumcu Çağrı”daki şu cümlesi bunu çok iyi ifade eder: “Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil, geleceğin kuruculuğudur”.

Kimi zaman eleştirel olarak dile getirilen ‘gardırop Atatürkçüsü’ ya da ‘rozet Atatürkçüsü’ değildi. Nasıl Atatürk, ‘benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacak, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak’ diyor, Kışlalı da Kemalizmi bir bakıma Mustafa Kemal’den alıp uygarlık ırmağının en büyük kaynaklarından biri yapıyor.

Kışlalı’da Kemalizm, halkla omuz omuza, gelecekle göz göze, tarihle sırt sırta, bilimle el ele.

- Kitabınızın bir kahramanı da ağabey Mehmet Ali Kışlalı. Onu anlatır mısınız?

Ağabey Mehmet Ali Kışlalı tüm aile için ve dönemin Ankara gazetecileri için önemli bir kişilik. Kuzeni Hıncal Uluç’la birlikte Mehmet Ali Kışlalı’dan çok etkileniyorlar. Gazeteciliğe onunla birlikte adım atıyorlar. Öyküsü ilginç, kitapta bunu ayrıntılarıyla anlattım.

- Gençliğinde, eğitim ve meslek yaşamının başlarında ülkedeki ve dünyadaki hangi önemli gelişmeler oluyor, hangi devrelerde orada Ahmet Taner Kışlalı?

Kışlalı, 1950’lerdeki değişimi öğrenci olarak yaşıyor, 1960 sürecinin içinde gazeteciliğe başlıyor, 1971’de genç bir akademisyen olarak 12 Mart’tan payını alıyor.

Devamında Ecevit ailesiyle tanışıyor. Ecevit’in “demokratik sol” tezinin arkasındaki kişilerden. Bunu ete, kemiğe büründüren akademisyen-siyasetçi. Devamında 1977 seçimlerinde İzmir Milletvekili, 1979’da Kültür Bakanı. En zor dönemde!

12 Eylül sonrası kendisini bilime adıyor, Siyaset Bilimi kitabını yazıyor.

‘KEMALİST BAYRAĞI DEVRALDI VE AYAKTA ÖLDÜRÜLDÜ!’

- Siyaset Bilimi kitabına analitik bir çözümlemeyle yer veriyorsunuz.

Bence en kalıcı eseri o. Yaşamını yazarken bu kitapta altını çizdiğim yerlerin çoğunu kullandım. 1990’ların başında Kemalist aydınlar katledilince, o bayrağı devralıyor ve ayakta öldürülüyor.

Bu kitapta siyasetin yaşamın her alanına dokunmak olduğunu, tarihi ve toplumbilim başta olmak üzere pek çok bilim dalıyla bağlantılı olduğunu görüyorsunuz.

Kitabın dili öyle ustaca ki; hem Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi ders kitabı olarak okuyabilir hem siyaseti bilmek isteyen sıradan bir yurttaş başvuru kitabı olarak okuyabilir.

- Hacettepe’de hangi önemli isimlerle aynı kadroda yer alıyor Kışlalı?

Kimler yok ki… Emre Kongar, Bozkurt Güvenç, İonna Kuçuradi, Birsen Gökçe, Erdinç Tokgöz, Artun Ünsal, Muzaffer Sencer, Emin Özdemir… Bu akademisyenlerin hemen tümüyle hem gönül bağı hem bilim bağı kuruyor.

‘ÖĞRENCİ AYAKLANMALARI’ TEZİ

- Bugün yaşasaydı Boğaziçi’ndeki öğrenciler için mücadeleye destek verenlerin başında geleceği kuşkusuz Kışlalı’nın 1968-1969 yıllarında Türkiye’de, dünya ile koşut olarak yükselen gençlik hareketlerine yaklaşımını, üzerine tez yazacak kadar yürekten desteğini de ayrıntılarıyla yazıyorsunuz.

Kışlalı’nın Öğrenci Ayaklanmaları adlı tezi ülkemizde gençlik hareketlerine ilişkin en kapsamlı çalışmalardan biridir. Dünyadaki gelişimleri de okumuş, Türkiye’deki öğrenci gençliğini aile kökenleriyle birlikte irdelemiş ve cesur yorumlar yapmıştır.

Bugün kesinlikle Boğaziçi mücadelesinde yerini alırdı. Bunu yaparken de mutlaka eleştirel aklı kullanır, örneğin bu güne gelişte kimlerin payı olduğunu siyasetin sağına soluna bakmadan yazardı.

1970’lerde, öğrenci hareketlerinin en yoğun olduğu dönemde üniversite yönetimine şu öneriyi getiriyor; ‘Yönetime öğrencilerden de bir temsilci alalım.’ Yönetim, ‘Başımıza iş açma’ karşılığını veriyor.

- Kitabınızda, 19’unda gazeteciliğe, 22’sinde köşe yazarlığına başlamış, 30’lu yaşlarında doçentliğe hazırlanan, doktorasını Fransa’da yapmış Kışlalı’nın bu birikiminin onu usul usul siyasetin çarklarına bakanlığa kadar götürdüğünü; bilim insanlığı, akademisyenlik ve gazeteciliği, siyasetle usul usul birleştiğini de aşamalarıyla ortaya koyuyorsunuz.

Kışlalı’nın o değişken siyasi iklimdeki eşikteki kararlığına ve CHP Planlama Bürosu’ndan başlayarak katkılarına, Ecevit’le yakın çalışma mesaisine ilişkin burada da neler söylersiniz?

Ecevit, Kışlalı’dan çok etkileniyor. Daha doğrusu karşılıklı diyelim. Kışlalı’nın tezlerini okuyor. Planlama Bürosu’nda Bilsay Kuruç, Cahit Kayra, Emre Kongar, Gündüz Ökçün, Erhan Karaesmen, Oktar Türel, Algan Hacaloğlu, Yiğit Gülöksüz’le birlikte ona da yer açıyor. Rahşan Ecevit’in çıkardığı yayın organlarında da yazıyor.

Ecevit 1976’da Kışlalı’yı önce milletvekili, devamında bakan yapmak istediğini açıkça söylüyor. İzmir’den listeye koymak istiyor. Önseçim var ama kontenjan kullanacak. İzmir İl Başkanı Sedat Akman’ı arayıp, ‘rica’ ediyor. Akman da ‘kontenjanı kim için kullanacaksınız’ diye soruyor. Kışlalı yanıtını alınca hemen kabul ediyor.

Aynı Kışlalı 1990’lı yıllarda Ecevit’in kimi düşüncelerini çok net biçimde eleştiriyor.

- Ülkenin siyasal ve toplumsal hayli sancılı ve tehlikeli bir döneminde görev gelen Ahmet Taner Kışlalı’nın karşılaştığı zorluklara, Kültür Bakanı olarak kalıcı bir kültür siyaseti anlayışıyla sürdürdüğü hizmetlerine ve oluşturduğu kadroda yer verdiği isimlere birkaç örnek verir misiniz?

Kendine güvenen ve başarıya odaklanan kişiler güçlü insanlarla çalışmaktan korkmaz. Tam tersine onları yanında görmek ister. Kışlalı, Kültür Bakanlığı döneminde Aziz Nesin, Zeynep Oral, Şerafettin Turan, Doğan Kuban, Adnan Binyazar başta olmak üzere dönemin önde gelen bütün aydınlarıyla birlikte olmanın zeminini yarattı.

Bugün Safranbolu kimliğini koruduysa en büyük pay Kışlalı’nındır.

- Cumhuriyet Gazetesi’ndeki emeğini, yoldaşlığını, Türkiye’de giderek derinleştiğini açımladığı üçlü ideolojik bölünmeye ve Atatürk’e saldıranlara karşı yılmaz mücadelesini sürdürüşünü, Kemalizm’i her alanda çözümleyişini hangi bölümlerle incelediniz?

Kışlalı’nın, Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği ve aynı seride yer alan Kemalizm’e ilişkin kitapları hem halkı bilgilendirme hem meydan okumadır. Kime karşı? Kemalizm’e ilişen, saldıran herkese karşı. Eleştirenlere aynı tonda karşılık verirdi.

Bu kitapları hem Kemalizm’i öğrenmek isteyenler için yazmıştır hem de saldıranlara yanıt olarak yazmıştır. Kitapta bunu ayrıca vurguladım.

Cumhuriyet gazetesi yazarlığı Kışlalı’nın yaşamında tam bir dönüm noktası olmuştur. 1992’de başladığı Cumhuriyet yazarlığı Kışlalı’yı üniversite kampusundan çıkarmış aydınlanma mücadelesinin en önüne koymuştur.

Cumhuriyet okuruyla kurduğu iletişim, üniversitede ders olarak okutulacak derinliktedir. Gerektiğinde gazete okurlarıyla da polemiğe girip çok düzeyli bir tartışma kültürü getirmiştir.

- Kışlalı’nın evlatları Altınay, Dolunay ve Nilhan Nur’un babalarını anlattığı bölümler de kuşkusuz kitabın en anlamlı bölümleri. Neler söylemek istersiniz evlatlarına ve hepimize, geleceğimize seslenen sözlerine ilişkin?

Kışlalı, ilk eşi Nilgün Hanım’dan olan iki kızı Altınay ve Dolunay’ın yanı sıra Nilüfer Hanım’la yaptığı ikinci evliğinin yaşayan sembolü Nilhan Nur kimin kızı olduklarını çok iyi biliyorlar. Kitaptaki güzel bölümler sıralamasında birinciliği onlara veriyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon