Leskov’un büyülü gerçeği!

Nikolay Leskov’un “Büyülü Gezgin” başlıklı seçme öyküleri Türkçede. Leskov böylece diğer Rus klasikleriyle kitapçı raflarında buluşmuş oldu. Seçkide, Büyülü Gezgin dışında oldukça kısa dört başka öyküyle birlikte Walter Benjamin’in altı çizilecek cümlelerle dolu bir yazısı da yer alıyor.

Leskov’un büyülü gerçeği!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.07.2020 - 01:01


Dostoyevski’nin, kardeşiyle birlikte 1864-65 yıllarında çıkardığı ve maddi sebeplerden ötürü kısa bir ömrü olan Epoch adlı edebiyat dergisinin ilk sayıları, yazarın unutulmaz eseri Yeraltından Notlar’ı okurlarıyla buluşturmuştu. Bu önemli derginin sayfalarında kendisine yer bulan, ama çağdaşlarından oldukça farklı bir yerde duran başka bir yazar daha vardı: Nikolay Leskov.

Kurgu eserlerini yirmili yaşlarının sonlarında kaleme almaya başlayan Leskov, artık klasik olarak etiketlediğimiz Tolstoy, Çehov, Dostoyevski, Gorki gibi yazarların dikkatini çekmeyi başarmış ve onların övgülerine mazhar olmuştu ama edebiyat tarihinde genellikle onlarla aynı rafta yer alamadı, yüksek edebiyattan sayılan bir kalem olmadı.

Elbette bunda en önemli sebep, Leskov’un biraz önce isimlerini andığımız çağdaşlarına göre edebiyatta farklı bir gerçeklik anlayışına sahip olmasıydı.

Örneğin Tolstoy, şöyle bir karşılaştırma yapmış: “Dostoyevski’nin bu kadar okunması gariptir. Buna karşılık, Leskov’un okunmamasını bir türlü anlamıyorum. Leskov, hakikate sadık bir yazar.”

YERSİZ YURTSUZ, EVSİZ VE YALNIZ “GEZGİN”

Yazarın en tanınmış eseri Büyülü Gezgin’in ismini alan öykü seçkisinde, oldukça kısa dört başka öyküyle birlikte Walter Benjamin’in altı çizilecek cümlelerle dolu bir yazısı da yer alıyor.

Benjamin’in makalesi sonsöz niyetine eklenmiş olsa da sadece Leskov hakkında değil, roman ve hikâye anlatımı üzerine de çok önemli bir kaynak teşkil ediyor. Ayrıca Leskov’un metinlerinden önce okunmasında bir sakınca olmadığını da söyleyebiliriz.

Edebiyat tarihinde sıklıkla örneğine rastladığımız yersiz yurtsuz, evsiz ve yalnız “gezgin” tipinden beslenen “Büyülü Gezgin”, Rus klasiklerinde pek karşılaşmadığımız bir kahraman portresini resmediyor.

Maceradan maceraya koşan ama aslında istediği yolda değil, mecbur kaldığı yolda ilerleyen, kaderini değiştirmek istese de adeta lanetlenmiş bir ruh gibi oradan oraya sürüklenen bir kahraman bu.

Suçluluk duygusuyla beslenen ve sürekli cezasını arayan biri; kendi yıkımına doğru giden bir masal kahramanı sanki. Hem trajedilerdeki seçilmiş kişiler gibi yüce bir yanı var hem de fazlasıyla sıradan biri.

İyi mi kötü mü olduğu belli olmayan, her an birinin hayatını kurtarabilecek ya da sizi sırtınızdan bıçaklayabilecek, ne zaman melek ne zaman şeytan olduğu anlaşılamayan bir kayıp ruh. Muhafazakâr ve dindar olsa da, sürekli ilerlemeye ve bazı şeyleri geride bırakmaya açık, hem korkak hem cesur bir gezgin.

Büyülü olup olmadığıysa Leskov’un resmetmeye çalıştığı tablonun en önemli kısmı ama bir yandan okurların varacağı bir karar bu. Büyülü Gezgin, kahramanının toplumsal sınıfı, mesleği, eğitimi, diğer insanlarla kurduğu iletişim açısından da İngiliz doğaüstü edebiyatındaki benzer gezgin öykülerinden ayrılıyor.

SHAKESPEARE’İN LESKOV İÇİN AYRI BİR YERİ VAR

Kitaptaki ikinci öykü “Beyaz Kartal”, aslında esere ismini veren “Büyülü Gezgin”den daha “büyülü” bir metin. R. L. Stevenson’ın Doktor Jekyll ve Bay Hyde’ı ya da Poe’nun William Wilson’ı kadar derinlemesine olmasa da korku edebiyatının ve hayalet öykülerinin izleklerine sahne olan bir “öteki” öyküsü.

Shakespeare’in Macbeth’ine de göndermeleri olan bu öykünün kitaptaki en karanlık, daha doğrusu gerçeklikle hayalin kesiştiği bu kitaptaki en “gri” öykü olduğunu belirtmemiz mümkün. Elbette Mtsensk İlçesi’nin Lady Macbeth’i eserinde olduğu kadar doğrudan göndermeler yok bu öyküde ama belli ki Shakespeare’in Leskov için ayrı bir yeri var.

Ayrıca Leskov’un eserindeki Lady Macbeth’in, Shakespeare’in Lady Macbeth’inden daha “Macbeth”, daha kötücül, daha ölümcül olduğu kitabı okuyanların gözünden kaçmayacaktır.

“Şeytan Kovalama”, “Aptalcık”, “Aleksandrit” başlıklı diğer kısa öyküler ise efsane ve halk masallarını hatırlatan ama bir yandan da Bulgakov’un eserlerini çağrıştıran, açıklamayı okura bırakan, daha çok yaşadığımız gündelik hayatın gizemli, büyülü, hayalperest yanıyla ilgilenen öyküler. Akılla, mantıkla açıklayabildiklerimizin yanında, açıklayamadığımız ya da açıklamaya yanaşmayacağımız meseleleri konu edinen bu öyküler, tıpkı “Büyülü Gezgin” ve “Beyaz Kartal” gibi Leskov’un eserlerinin neden “kayıp” klasiklerden sayılabileceğini gösteriyor.

Walter Benjamin de Leskov’un neden bir usta olduğunu anlatırken, onun hikâyeciliğindeki sırrı şöyle ortaya koyuyor: “Aslında, hikâye anlatma sanatının neredeyse yarısı, aktarılan hikâyenin açıklamalardan ari tutulmasıdır. Leskov bu işin ustasıdır. Olağanüstü, mucizevî olan olabildiğince ince ayrıntılarla anlatılır ama olayın psikolojik bağlamı okura dayatılmaz.”

“LESKOV OLMASA MARQUEZ OLMAZDI”

On dokuzuncu yüzyıla geri dönüp baktığımızda, gerçekçilerle romantiklerin, aklın rehberliğinden çıkmayanlarla, akla sığmayanları hayallerine sığdıran yazarların büyük bir kapışmasıyla yüzleşiriz.

Dostoyevski’nin insan psikolojisini adeta icat ettiğinden, Tolstoy’un roman sanatını bir zanaata dönüştürdüğünden bahsederiz.

Leskov, bu bağlamda Tolstoy ya da Dostoyevski’yle kapıştırılacak bir yazar olmasa da, hem insan psikolojisi hem de zanaatkârlık anlamında zengin metinler yaratmış, ancak bunlarla sınırlı kalmayıp, kendi gerçekliğini, dönemin Rus edebiyatı sahnesine yedirmiş biri.

Gerçeklikte her zaman büyülü bir şeyler olduğunun farkına varmasaydı ve öyküsünü anlatacağı karakterleri dönemin Rus gerçekliğinin tam da kalbinden almasaydı, büyük ihtimalle, bugün bir klasikler dizisinde yer alan bir yazara dönüşmeyecekti.

Özellikle, fantastik bir taşın öyküsünün anlatıldığı Aleksandrit ve budalalık derecesinde birinin neden meleğe dönüştüğünü konu edinen Aptalcık adlı kısa öyküler, hem o dönemi böyle bir yazarın gözünden görmek hem de sıradan insanların hikâyelerinin neden anlatılması gerektiğini yeniden düşünmemiz için bir fırsat veriyor bize.

Neden batıl inançlarımız olduğunu, neden doğadan korktuğumuzu, kutsal dediğimiz her şeyin arkasında gayet sıradan sebepler de olduğunu gösteriyorlar.

Leskov’un bir öyküsünün finalinde söylediği gibi, “bazen bir nesneye imgelemin getirdiği olağandışı bir ruh haliyle bakmanın da bir önemi vardır.”

Bu sözün hangi öyküsünde söylendiği önemli değil, çünkü bu hayal gücü davetiyesi, herhangi bir Leskov öyküsünün başında ya da sonunda yer alabilirdi.

Leskov’un gerçekliği, gerçek olmayanı da içeriyordu. Onun gözünde olağandışı ya da olağanüstü, daha az “hakiki” değildi. Leskov’un gerçekliği, büyülüydü.

Belki de Alberto Manguel o nedenle “Leskov olmasa Gabriel Garcia Marquez olmazdı,” demişti.

Büyülü Gezgin / Nikolay Leskov / Çeviren: Kayhan Yükseler / Everest Yayınları / 312 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler