‘Masumlar’, ‘Yaralı’ ve ‘Yabancı’ydı
10. kez düzenlenen Suç ve Ceza Festivali’nin ödülleri ‘Yara’ ve ‘Yabancı’ya gitti, Çekya’nın Oscar adayı ‘Şarlatan’ ve ‘Almanca Dersi’ ise festivalde öne çıkan filmlerdi.
Herkese ve her zaman adalet gerçeğini hatırlatmak amacı ile her yıl bir başka başlık altında yapılan festival, bu yıl “Ben Masumum” teması altında ilk kez çevrimiçi düzenlendi.
Seçki içerisinde yer alan filmlerden kendimize göre yaptığımız listeye girenler aynıydı ama birinci farklıydı. İranlı yönetmen Nader Saeivar’ın “Yabancı” filmi, Altın Terazi Uzun Metraj Film En İyi Film Ödülü’nü kazandı. İranlı yönetmen, Türkçe konuşmaya çalışarak teşekkürlerini sundu. Her zaman güvendiğim, dünyada değerler ve toprak kavramlarını algılayış biçimleri ile hâlâ üniversite öğrencisi olan gençlerimizin oluşturduğu öğrenci jürisi, Byambasuren Davaa’nın yönetmenliğini yaptığı “Dünyanın Damarları” filmine, Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması Ödülü verdi.
Kısa metrajda ise çevrimiçi bağlantıda -bu filmi yaraları bir türlü kapanmayanlara ve “Cumartesi Anneleri”ne- hediye eden Onur Güler’in yönetmenliğini yaptığı “Yara” filmi, Altın Terazi Kısa Metraj Film Yarışması En İyi Film Ödülü’nü kazandı.
Kısa film Altın Terazi Jüri Özel Ödülü, Mustafa Kemal Altıner’in yönetmenliğini yaptığı “İnsiyak” filmine gitti. Belgesel olarak dikkatimi çeken filmlerden biri, iki sanatçı kadının çektiği, “Barış ve Güven” için yola çıkan ve Türkiye’de ölümüyle sonuçlanan 2020 yapımı “Barış Gelini: Pippa Bacca” hazindi. Onlar “Başkalarına güvenirseniz sadece iyi şeyler alırsınız. Bu yolculuk bunu kanıtlamak için bir performanstır” diye öngörüyorlardı.
‘ŞARLATAN’ VE ‘ALMANCA DERSİ!’
Gelelim dikkatimizi çeken iki filme: Çekya’nın bu yılki Oscar temsilcisi olan ve festivalin onur ödülü sahibi Polonyalı yönetmen Agnieszka Holland imzalı, Polonya sinemasının derinliğini tarihsel süreçte sentezi ile sunan “Şarlatan”, ilginç bir filmdi.
Ve “Ben Masumum” başlığı altında hem onu doğrulayan hem niteliksel derinlikte ve tarihin Nazi döneminde bir mikro çalışma ile adeta bir ailenin travmatik gerçekliğini sere serpe gün yüzüne sunabilen, sinematografik açıdan da olağanüstü bir film olan yönetmenliğini Christian Schwochow’un yaptığı (2019) “Almanca Dersi”.
İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Almanya. Kuzey Almanya’da küçük bir köyde büyüyen, sonra tutuklu gençlerin evinde yaşamak zorunda kalan Siggi Jepsen’a öğretmen, “Görev Sevinci” üzerine bir makale yazmasını ister. Yazamaz. Yazması aslında filmin başlamasıdır. Film onun yazmaları ile şekillenir. Küçük bir köyde hem yetkili hem kendisini tamamen görevine adayan bir polis memuru babası Jens Ole Jepsen’e ilişkin anılarını yazar. Savaş sırasında babası, çocukluk arkadaşı ekspresyonist sanatçı Max Ludwig Nansen’e, Ulusal Sosyalistler tarafından zorla getirilen resim yasağını uygulamak zorunda kalır. Henüz 11 yaşındaki Siggi’den ispiyonculuk yapmasını isteyen ama aynı zamanda sevdiği insan olan sanatçı Nansen yardım isteyince işler karışır. İki yetişkin arasındaki olaylardan “Uyum mu yoksa direnç mi” sorusu, Siggi için belirleyici ve yaşamsal bir mesele halini alır. Ve böylelikle sanat ve ölüm arasında, yer yer dispozofobiye (kompulsif biriktirme hastalığına) doğru ölü fareler, iskeletler ve de askerlerden çalınmış tablolar aynı kefede yer alacaktır.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu