Muallim Naci'nin 'Mehmed Muzaffer Mecmuası'

Muallim Naci’nin Saadet gazetesinde 26 Haziran 1887’de tefrikasına başladığı romanı “Mehmed Muzaffer Mecmuası”, Türk edebiyatında kendisinden pek bahsedilmemiş, ilk Türk romanları söz konusu edildiğinde pek dile getirilmemiş bir eser. Üstelik dönemi için son derece ilginç kurgusu, “Araba Sevdası” gibi romanlarla paralellikleri göz önünde bulundurulduğunda önemi daha da artan bir kitap.

Muallim Naci'nin 'Mehmed Muzaffer Mecmuası'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 06.10.2017 - 21:18

‘O kadar da eski değil...’
 
Mehmed Muzaffer Mecmuası’nı Latin harflerine aktarıp yayımlayan Doç. Dr. Seval Şahin, kitabın “Önsöz” kısmında eserin değeri ve yayımlanış süreci hakkında çeşitli bilgiler sunuyor. Romanın yayımlandığı dönemdeki şartlardan yazılma amacına dek birçok konu, aynı zamanda Muallim Naci’nin edebî şahsiyeti genel olarak buradan çıkarılabiliyor. Devrinde oldukça önemsenen, “eski edebiyatın savunucusu” olarak görülen yazarın farklı yönlerine dikkat çekiliyor.

Muallim Naci, gerek edebî şahsiyeti ve verdiği eserler, gerekse giriştiği tartışmalar ve savunduğu görüşlerle Türk edebiyatında kendisinden oldukça söz ettirmeyi başarmış bir isim. Devrin önde gelen isimleriyle kurduğu ilişki, onlarla arasında yaşananlar bu söz ettirirliği artırmış. Tüm bunlarla beraber Muallim Naci hakkında henüz pek dile getirilmemiş başka konuların da olduğu gözüküyor. Onun bu roman girişimi de bunların başta gelenlerinden. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde de andığı bu eser, yazarının sadece şiir üzerinde durmadığı, başka türlere de yöneldiğini göstermesi bakımından da değerli. Ayrıca dönemin edebiyat dünyasını yakından takip ettiğini, o devirde yazılan eserlere paralel bir şekilde hareket ettiğini okuruna gösteriyor. Bunun izlerini Muallim Naci’nin mektup ve yazılarında sürmek de mümkün.

Roman, temel olarak üç şahsiyet üzerinden ilerlerken Muallim Naci’nin birçok farklı konuya girdiği, kendi düşüncelerini bu karakterler üzerinden anlatmaya çalıştığı görülüyor. Yazarın karakterlerin yaşadıklarını anlatmaktan kendi düşüncelerinden bahsetmeye geçtiği kısımlarda dağınıklığın başladığı ve sapmaların olduğu fark ediliyor. Bu kısımlarda eserin “roman” olarak niteliği zedeleniyor. Ancak aynı zamanda bir eleştirmen olarak Muallim Naci’nin düşüncelerini açıkladığı anlaşılıyor. Bu sayfalarda romanın bir araç olarak kullanıldığına şahit oluyoruz. Özellikle şiir üzerine tartışmaya giriştikleri kısımlarda yazarın konuştuğu hemen fark edilebiliyor. Üstelik Tanzimat romanı söz konusu olduğunda, özellikle Ahmet Midhat Efendi örneğinde olduğu gibi bu, sık karşılabilecek bir durum olarak değerlendirilebilir. Damadı ve öğrencisi olduğu Ahmet Midhat Efendi’nin roman ve hikâyelerinde sıklıkla giriştiği bu tutumuyla bir yandan “toplumu eğitme” işlevinin Muallim Naci tarafından da yer yer devam ettirildiği söylenebilir.
 
“HAYALİYYUN-HAKİKİYYUN” TARTIŞMASI

Eser ilk olarak Şeyh Gâlib’in ve biyografisinin söz konusu edilmesiyle başlar. Anlatıcı onun biyografisini yazmaya girişir. Şeyh Gâlib’in babası ve babasının yakın arkadaşı Vâhid Efendi bu bölümün öne çıkan isimleri. Bu bölümde özellikle Gâlib’in biyografisine paralel olarak divan şiiriyle ilgili görüşler de ortaya çıkıyor. Sürurî gibi devrin diğer şâirleri işin içine giriyor. Böylelikle Muallim Naci’nin divan edebiyatının son dönemindeki başlıca şahısları andığı bir zemin hazırlanıyor. Ardından bir diğer kuşağa Vâhid Efendi’nin oğlu Âzâde Gâlib ile geçiliyor. Böylelikle nesiller boyunca akıp giden bir hikâye oluşturuluyor. Bu kısımda ayrıca karakterin okul yıllarına ve mahalle mektebindeki eğitimlerine değiniliyor. Muallim Naci’nin bu sayfalar boyunca eğitim konusuna eğildiği hissediliyor. Yazar Arapça surelerin anlamlarını bilmeden ezberlenmesinin bir şey ifade etmeyeceği gibi kişisel görüşlerini de karakterleri vasıtasıyla açıklıyor.

Kitaptaki üçüncü zemini Âzâde Gâlib’in gideceği okuldaki Sâbir Çelebi ve Ayas Bey oluşturuyor. Muallim Naci’nin eserinde bölümler arasında geçiş yaparken arada çeşitli bağlar kurduğu görülüyor. Eğer romanını tamamlasaydı bu şekilde bir bütün meydana getirebileceği fikri üzerinde durulabilir.
Kendini iyi bir şâir sanıp şiir konusunda önüne gelene kendi yeteneğinden bahseden Sâbir Çelebi ve onun aslında nasıl biri olduğunu bilen Ayas Bey arasında yaşananlarsa dikkate değer bir diğer konu. Bu bölümde Sâbir Çelebi’nin romantizmiyle alay eden yazar, Ayas Bey ile ona bir oyun oynar.

Çelebi’nin Kâğıthane’de görüp beğendiği kızın ağzından ona bir mektup yazan Ayas Bey, arkadaşına randevu verir ve manzum bir cevap mektubu yazılması üzerinde durur. Yağmurlu bir günde sevgilisinin hayaliyle buluşmaya gidip kayıksız kaldığı için yalınayak dönmek zorunda kalan Çelebi’yle bu şekilde eğlenilir. Kitaptaki bu bölümün özellikle Recaizâde Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası’yla benzerliği ön plana çıkıyor. Seval Şahin’in belirttiği gibi bu koşutluklarla yazarların birbirine yakın bir meseleyi ele aldıkları görülüyor. Muallim Naci’nin düşüncelerinde, romanın yazıldığı dönem ve Türk edebiyatı kapsamında tartışılan “hayaliyyun-hakikiyyun” tartışmasının ve Beşir Fuad ile olan mektuplaşmasının etkisi olduğu düşünülebilir. Beşir Fuad’ın ve realizmin/hakikiyyunun da böylelikle devir üzerinde nasıl bir etkisi olduğu görülebiliyor.

 
SOSYAL YAŞAMA DOKUNUŞLAR

Muallim Naci’nin eserinde Osmanlı sosyal yaşamına dâir anekdotlar bulmak da mümkün. Özellikle medrese ve mahalle mekteplerinin söz konusu olduğu kısımda bu görülebiliyor. İnsanların birbirlerine karşı nasıl davrandıkları, tutumları, konuşma biçimleri buralarda günümüz okuru için ön plana çıkıyor.
Muallim Naci’nin romanında romantizm eleştirisinin bittiği/yarım kaldığı yerde sanki konuyu Recaizâde Mahmut Ekrem devam ettirir gibidir. Bihruz Bey ve Sâbir Çelebi’yle Keşfî ve Ayas Bey denklikleri söz konusudur. Ayrıca her iki karakter de gezinti sırasında gördükleri kıza âşık olup yakın arkadaşları tarafından aldatılır. Buna paralel olarak eğitim düzeyleri yetersiz olmakla beraber kendilerini büyük bir şahsiyet olarak görmeleri de koşuttur. Mehmed Muzaffer Mecmuası yarım kalmış bir eser olduğu ve roman girişimi olarak kaldığı için Muallim Naci’nin eserini nasıl devam ettirip nerede bitireceği tam olarak bilinmemekle beraber, bu paralel ilerlemeden çeşitli çıkarımlarda bulunmak mümkün. Eskiyle yeni arasındaki tartışmalarda sıklıkla anılan bu isim, belki de böylelikle kendisinin başka yönleri olduğunu daha iyi yansıtabilecekti. Genel kanının aksine yeniliğe açık, eserlerinde bunu yansıtmış bir isim olan Muallim Naci, böylelikle fikirlerini ifade edebileceği bir başka alana kavuşmuştu.

Muallim Naci’nin bir roman girişimi olarak kalan eseri Mehmed Muzaffer Mecmuası, yazarının fikirlerini karakterleri aracılığıyla açıkladığı, onun “yeni”ye kapalı olmadığını gösterdiği, romantizmin eleştirisini yapıp döneminde yaşanan hayaliyyun-hakikiyyun tartışmasından nasıl etkilendiğini gösterdiği önemli bir kitap.
 
Mehmed Muzaffer Mecmuası / Muallim Naci / Yayına Hazırlayan: Seval Şahin / Everest Yayınları / 280 s. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon