Notaların şiiri

Özlem Tezcan Dertsiz ilk kitabı 'Şimdi Gitsem Güz'den tak yedi yıl sonra ikinci kitabı 'Faili Mecnun' ilegeliyor karşımıza.

Notaların şiiri
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 20.12.2012 - 07:51

Faili Mecnun, Özlem Tezcan Dertsiz'in 'Şimdi Gitsem Güz'den tam yedi yıl sonra yayımladığı ikinci kitap... Aradan geçen onca yıl, şairin şiire nasıl çalıştığını, ne kadar emek verdiğini açıkça ortaya koyuyor. Önemli ödüller almış bir şair o. Nasıl titizlendiği, şiiri nasıl önemsediği kitabın ilk dizesinden başlayarak kendini belli ediyor.

'Dilde kendini dile getireni, biz onunla dile getiremeyiz' ancak kitabın ruhuna sokulabiliriz. Bu da varsın Özlem'in şiirine bir bakış denemesi olsun.

Kitabın iç müziği yani ritmi içerikle birlikte ilerliyor bir kanon gibi. Nasıl mı? Ritim, ortak ölçü ve mısra sonlarındaki ses benzerlikleri ile oluşturulan bir müzikalitedir. İçerik ve ritim birbirini takip ediyor. Ritim, bir adım ileri giderken içerik de peşinden ya da tam tersi oluyor ama müzikalite o kadar yüksek ve kavrayıcı ki hiçbir uyumsuzluk hissedilmiyor. Faili Mecnun; Gam (Birinci Bölüm), Faili Mecnun (İkinci Bölüm) ve Tınılar'dan (Üçüncü Bölüm) oluşuyor. Müzik terimleri, notalar içerikle birleşerek şiirin iç sesine eşlik ediyor. Birlikte yürüyorlar müzikli bir yolu, ahengi bozan tek bir ses çıkmıyor. Şair, bir orkestra şefi gibi duruyor başlarında. Yönlendiriyor onları. Gerektiğinde müdahale ediyor ama öyle bir uyum var ki aralarında şarkı ne zaman başlıyor ne zaman bitiyor anlamıyorsunuz.

Gam müzikteki temel nota dizisidir. Cemal Süreya, striptiz şiirinde notaları yazmıştı. Özlem, ayrı ayrı tüm notaların şiirini yazmış. Türk şiirinde bütünlüklü olarak denendi mi bu, sanmıyorum.

Do-ğdum bir dolu bavulla yollara çıktım/hayatın flütünü kavradım iki elle (s. 5)

Re-simli romanlar düştü elimden/ rayından çıktı gül yüklü tren (s. 6)

Mi-mozalar ne anlatmak istiyor pencereme?/sarılar bulaşıyor sorularıma sisli hüznüme (s.7)

Fa-lıma inanmam artık ne söylesen/haneme ay mı doğar, su mu yürür bilemem (s. 8)

Sol anahtarım uymuyor hiçbir kapıya/kucak kucak eşyayla yalnızlaşıyor kon sol (s. 9)

La-lesi çabuk solan bir mevsimin/imlası yanlış, yazısı kötü aşkların şiirleri (s.10)

Si-lahtı kırık bir düşten çıkıp bana saplandı/siyahtı, yaz ağacımın onlarca dalı yandı (s.11)

Do-lup dolup taştı fincan doymadı yanılmaya/bin gam çekti bülbülüm, çeker bir o kadar daha

Do-re-mi-fa-sol-la-si-do (s.12)

HEPİMİZE BİR MOLA

Şair notalardan sonra 'ama esti iyi geldi çılgın sıcaktan sonra/ ağzında notalar, kaçtı kuşlar boşaldı Kaf-es' (s.13) bir es vererek bu bölümü bitiriyor. Bu kadar doluluğa bir es iyi gelir. Bu es yazan için olduğu kadar, okur için de gerekli çünkü. Yaşamın gerilimini bunca yansıtan şiirlerin içinden çıkıp içimizin müziğine geçelim için hepimize bir mola. Olmazsa olmaz. Daha sonra Faili Mecnun yani ikinci bölüm geliyor. Bu bölüm adlandırılırken yaptığı eğretileme baştan sona şiir. Her Mecnun bir meçhuldür aslında ya da tam tersi. Her meçhul, bir Mecnun'dur. Kitaba adını da veren bu bölüm 'Yağmur İstasyonu' ile başlıyor. Ben bu istasyonda kalırım. Hiçbir yere gitmem. Gitmek istemem. Bu kadar mı incelik yüklenir trenlere? Çocukluk, şehirler, aşklar taşıyan vagonlardan oluşan trenin adı elbet hüzün treni olacaktır. Başka ne?

'yanlış biletlerle gidilir mi doğru ülkelere/aşkı ayrılık öpmüş yazılmış güncelere' (s. 17)

Melih Cevdet Anday'ın sözünü ettiği insan sıcaklığının karşılık bulduğu biri Özlem Tezcan Dertsiz. Sadece o mu, şiirin sıcaklığını da taşıyor. Bu kitabı okuduktan sonra onu ne zaman nerede görsem bir arya dinler gibi oluyorum. Biliyorum ki içinden şiir yüklü trenler geçiyordur.

İçerik aslında biçim sayesinde bulguladığımız şeydir, der ya Bedrettin Cömert. Biçim, biçem, ritim, hepsini bir araya getirdiğinizde içerik ve şairin ruhu da onlarla beraberse gerçek şiir odur işte. İçerik toplumsalsa daha da makbulümüzdür. Ki öyle, örnek mi?

töre kuşları isimli şiirine bakacak olursak:

'tohumlar düştü aşksız bahçelere, evlere/ hangi anneler doğurdu bu isli adamları' (s.18)

Evet, bu isli adamlar da annelerinin yetiştirdiği çocuklarıdır ama anneleri de babaları tarafından ezilmiş, insan yerine konulmamıştır. Burada anne ve eş olan kadının ezilme haline yapılan itiraz sosyolojik boyutlu bir saptamadır aynı zamanda. Değişim, itirazın arkasından gelecektir.

hız çağı'nda, 'daha yavaş açsın bu çiçek,/ bilmezsin, freni patlamış bu şehir/ kaç kez vurdu kalbime kamyonlarını' (s.19)

Hız çağı, her şeyin belirsizleştiği, değerlerin içinin boşaltıldığı aynen freni patlayan bir kamyon gibi üstümüze geldikçe, kaybedenin insan olduğunu çok net ifade eden ve eleştirisini yapan şairin dilinde ayrı bir boyut kazanıyor.

'yalnızlıktır asıl adı apartmanların/ herkes balkonunda tutsakken iki şekere'( yükseklik korkusu s.20)

'gülünç bir zıtlık dokuyor zaman/ bir yudum su olmayacak içimdeki çiçeğe/ küre selleştiği an' (su falı s. 21)

iyi geceler öpücüğü'nde (televizyonumuzu kapatmayı unutmazdık eskiden. s.22) gibi çok yalın ama bir o kadar da çarpıcı bir dize var. Bu bölümde şair, insanın ve içinde yaşadığı çağın yarattığı yabancılaşma, küreselleşme, yalnızlaşmayı vurucu dizelerle anlatıyor. Bunlar bir uyarı ötekilere. Şair farkında gelecek günlerin bugünkülerden daha zor ve çetin olacağının. Sıkıntısını öyle güzel döküyor ki dizelere, düşünmeden edemiyorsunuz. Böyle bir zamana dur demek için ne yapmalıyım, ne yapmalıyız?

Çalışan, anne olan bir kadının yaşadığı açmazlar, her yere yetişmek zorunda olmak ama ne kadar zorlasa da kendini, yetişememek ya da yetişmesi gereken yer, şey ve kişilere yetişirken kendine yetişememek. Kendini kaçırmak. Ruh haritasının tam orta yerinden yırtılıvermesi.

Sonra aşk' Cemal Süreya, 'yalnız aşkı vardır aşkı olanın' der ya. Dertsiz de 'Anne,/ aşktan daha çok uğraştım/ aşkımı gizlemeye' (s.28) deyiverir. Aslında hayat girmiştir araya. Ona buna koşuştururken insan kendini tükettiğini fark etmemiştir. Aşka bir türlü sıra gelmemiştir. Gelse de ertelenmiştir, ertelemek zorunda kalınmıştır. Diğer öncelikler aşka yer açmaya yetmemiştir. İnsan kendine, yaşamına, derken aşka da geç kalmıştır.

İkinci Yeni, dizenin yapay ve sonsuz doğrultuda kurulabileceğini göstermiştir. Denenmemiş alanlarda ilerlemiş ancak kimi zaman da anlamsızlığın tuzağına düşmüştür. Hem yenilikler deneyip diğer taraftan da doğallığı korumanın zorluğu ortadadır. Dertsiz, yenilikler deniyor, uzak su'lara korkusuzca açılıyor, bilinmedik diyarlara gidiyor, üstelik doğallıktan kopmadan yapıyor bunu. Az şey mi bu?

TINILAR...

Kitabın üçüncü ve son bölümü, Tınılar. Belki de son söz yerinedir. Şair içindeki tınıları yitirmek istemez, siz de yitirmeyin, der sanki. Ay, aşk, ten, yaz, kar, derken kan tınılarıyla son bulur içindeki şarkı. Bir de yara kalır ki derin mi derin. Kitabın son şiirinin 'yara' olması belki de bundandır. Kapanmasın diye çünkü kapanan şey bitmiştir, bitsin istemez şair.

Dünya dil ile kesişir. Birini diğerinden koparamayız. Burada aşılamaz bir yapıyla karşılaşırız. Wittgenstein'e göre sonuçta anlamın kurulduğu şey bizzat dilin kendisidir.

Russell'a göre de dilin anlatımsallığı düşüncesinin kendisinde içerilen her şey dil içinde anlatılabilir değildir ve dolayısıyla tamamen kesin bir anlam ifade ediyor değildir.

Dünyanın anlamı nasıl dünyanın dışında bulunursa şiirin anlamı da şiiirin dışında bulunur. İfade edilemeyen, dil'in ötesidir. Yani şiirdir dersek burada yanlış olmaz. 'üzerinde konuşulmayan üzerinde susmalı'. Ben de okuyor, dizelerin ruhunu dinliyor ve susuyorum.

Faili Mecnun/ Özlem Tezcan Dertsiz/ Zımba Kitap/


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler