Öğrencisinin gözünden bir sinema, kültür ve düşün adamı: Metin Erksan

Öğrencisinin gözünden bir sinema, kültür ve düşün adamı: Metin Erksan
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 08.08.2012 - 06:15

Öğrencisinin gözünden bir sinema, kültür ve düşün adamı: Metin Erksan

Metin Erksan, sinemacı, kültür ve düşün adamı olarak, her daim yaşadığı toplumun sorunları üzerinde çok düşünen, bir sinemacı, kültür-düşün adamı ve ayrıca bana göre bir Anadolu bilgesiydi. Binlerce yıllık geçmişi olan bu bilgelik, Hacı Bektaş’tan, Taptuk Emre’den, Mustafa Kemal’den, Tevfik Fikret’ten, Nâzım Hikmet’ten, Orhan Kemal’den bugünlere kadar gelmektedir.

“Bana, bir kelime öğretenin ben, bin yıl kölesi olurum.” Yunus Emre

Agah Özgüç, onu, “Türk sinemasının ilk auteur yönetmeni” olarak tanımlıyor. Aslında bence, Metin Erksan’ın başlangıçta sinemacı kimliği olmak üzere, genel kimliğini en iyi özetleyen kavram, hayatının son dönemlerinde yapılmış bir belgeselin başlığına ne de güzel yerleştirilmiş; “Metin Erksan’ın Tutkusu”… Tutku kavramı, Metin Hoca’nın kişiliğini özetleyen en iyi kavram. Sinema tutkusu, bilgi tutkusu, vb... Yazıma girmeden önce, hocayla ilgili bir anımı paylaşmak isterim: Ben, 1997 yılında, şimdiki adıyla, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, GSF Sinema-Tv Bölümünde lisans eğitimi alma hakkını kazandım. Metin Erksan, Memduh Ün, Ömer Lütfi Akad, İlhan Arakon, Prof. Dr. Sami Şekeroğlu gibi Türk sinemasının ve Türkiye’de sinema eğitiminin duayeni olan isimler hocalarım oldular. Şimdi, düşünüyorum da 18 yaşında bir çocuk olarak bu şansı yaratmak ve bu isimlerin öğrencisi olmak benim için çok önemli bir onur. Metin Erksan, orada “Film Analizi” dersi veriyordu. Hocayla tanışıklığımız 1998 senesinde, o dersle başladı.

Metin Erksan, sadece bir sinemacı değil, çok önemli bir kültür ve düşün adamı... Onun derslerine girmek, adeta Yunus Emre’nin, Taptuk Emre’nin dergâhına kabul edilmesi gibi bir durum. Dersin adı, Film Analizi idi ama, derslerde örneğin Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden konuşulmaya başlanır, Namık Kemal’den çıkılırdı. Metin Hoca, az önce yazmış olduğum gibi derslerinde de bilgiye, sinemaya, karşı duyduğu tutkuyu coşkuyla ortaya koyuyor ve öğrencilerine aşılıyordu. Bir gün, odasına bir eli sargılı bir şekilde geldi. Merak ettik, sorduk: “Hocam, geçmiş olsun. Neyiniz var?” diye. Gülümseyerek, aynen şu cevabı verdi: “Bir arkadaşımın kitaplığı az kalsın yanacaktı. Ya kitapları kurtaracaktım, ya elimi… Ben, kitapları kurtarmayı tercih ettim” dedi... Bu bence, özellikle yaşamının son dönemlerini maalesef Türkiye’de genel olarak cahiliye devrinde yaşamak zorunda kalmış olan bir bilgenin, nasıl tutkulu bir kişiliği olduğuna dair çok iyi bir örnektir.

Umursamazlık

Şimdi, Metin Erksan’ın ardından gazeteler haberler yayımlıyor. Te-levizyonlar, 3 dakika 35 saniye haber yaparak duyuruyor. Bense utanıyorum bu umarsızlıktan. Yunanistan’da, bu sene Theo Angelopoulos öldüğü vakit, neredeyse, milli yas ilan ettiler. Başbakanları bile çıktı, konuşma yaptı. Çünkü bu insanlar, bir ülkenin yetiştirdiği büyük değerlerdir, düşün adamlarıdır, kültür adamlarıdır. Toplumları, medeniyet dediğimiz hedefe, bu insanlar taşırlar. Ama maalesef Türkiye, onlara çektirir. Evet, yeri gelince bilinçleri gereği, kahır çektikleri de olur. Hapse atılırlar, filmleri sansürlenir… Metin Erksan’ın sinema yaşantısı, sürekli sansürle mücadele ederek geçmiş. Âşık Veysel’in hayat hikâyesini anlattığı “Karanlık Dünya” ile başlar Erksan’ın sansürle ilk tanışması... Film, sansür kurulu tarafından adı ve filmdeki bozkır görüntüleri nedeniyle “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle bir yıl gösterime sokulmamış. Şüphesiz, Metin Erksan’ın sinema yaşantısı üzerine pek çok yazılanlar var ve de olacak. Bir belgeselde, kendisi şöyle diyor: “Benim kafamda resimler var, kareler var. Ben onlarla anlatıyorum meramımı... Görüntüyü biri çekerse, bir diğeri başka bir işi yaparsa, ben ne yapacağım? Artistlere, şuradan şuraya yürüyün, şurada durun mu diyeceğim? O, tiyatro yönetmeninin işidir” diyor. Aynı belgeselde ayrıca, “Sinema kolektif bir sanattır. Hayır efendim, değildir. Sinema, bir tek kişinin (yönetmen) sanatıdır” diyor. İşte bu yüzden, Agah Özgüç’ün dediği gibi, Metin Erksan o yüzden Türk sinemasının ilk auteur’üdür ve öyle de kabul edilir.

Ancak Metin Erksan, tüm bunların yanı sıra, düşün adamlığını ve eğitimciliği de bir kenara atmamıştır. 1970’lerde, Prof. Dr. Sami Şekeroğlu, Ömer Lütfi Akad, İlhan Arakon, gibi isimlerle bir araya gelerek, Türkiye’de sinema eğitiminin öncüsü olan, o dönemki adıyla Sinema-TV Enstitüsü, şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, GSF Sinema-TV Bölümü’nün kurucuları arasında yer almıştır. 2000’li yıllara kadar da, burada Türk sinemasına ve kültür dünyasına ve akademik dünyaya yön veren, Osman Sınav, Uğur İçbak, Serdar Akar, Oya Küçümen, Tuna Kiremitçi, Özer Kızıltan, Nuri Bilge Ceylan, binlerce isim yetiştirmiştir.

Benim bu yazıyı kaleme almaktaki esas amacım, Metin Erksan’ın sinemacı kişiliği dışında, kültür ve düşün adamlığı ve eğitimci kimliğini anlatmaktır. Onunla tanıştığımda, onun öğrencisi olduğumda henüz 18 yaşındaydım. O günlerden bugünlere gelene kadar, pek çok yaşanmışlıklar var. Ben iki gururu birden yaşadım. İlkin, Metin Erksan’ın öğrencisi olmak... Hoca, 2000’li yılların ortasında, Mimar Sinan Üniversitesi GSF Sinema-TV Bölümü’nden istemeden ayrılmak zorunda kaldı. Bir süre, hiçbir yerde ders vermedi. Daha sonra, Feyziye Mektepleri Vakfı’na ait Işık Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi ona kapılarını açtı. Hoca, ilerleyen sağlık sıkıntılarına rağmen burada da mutlulukla 2 yıl çalıştı. Seçmeli sinema dersleri verdi. Ancak daha sonra, ben bayrağı hocamdan devralmak zorunda kaldım. Gurur duyduğunu bizzat Metin Erksan’ın ağzından duymak ve gözlerinde görmek, benim için ikinci bir gurur kaynağıdır.

Metin Erksan, 2012’nin Nisan ayında, yaklaşık on bin kitaptan oluşan tüm kitaplığını, Işık Üniversitesi’ne bağışladı. Üniversite ise, şu an, kendi kütüphanesinin bünyesinde oluşturduğu Metin Erksan Kitaplığı bünyesinde bu kültürel zenginliği koruma altına almış durumdadır.

Kırgın noktaladı

Metin Erksan, maalesef sinema yaşantısını kırgın noktalamıştır. Yıllarca sansürle uğraşmış, kendi deyimiyle “sağ veya sol, her iktidar döneminde” sansüre uğramıştır. Ayrıca, yıllarca Türk sinemasına aydın aymazlığıyla da uğraşmıştır. Türkiye’de, maalesef yıllarca aydın çevrelerinde, sinemanın, bir sanat dalı olup olmadığı bile tartışılmıştır. Özellikle Fransız sinemasının etkisiyle Türk aydını yıllarca, kendi sinemasını hor görmüştür. Halbuki o dönemde, Türk sineması, kendisine uygulanan çifte standartlarla uğraşmaktadır. Yürürlülüğe sokulan kanunlar ve alınan vergilerle başta Amerika olmak üzere, Batı’dan film ithalatı ve gösterimi kolaylaştırılırken, Türk sinemasına ağır vergi koşulları dayatılmış ve rekabet edemez hale getirilmeye çalışılmıştır. Metin Erksan, işlediği derslerde öğrencilerine yaşadığı bu dönemi ve zorlukları geniş bir perspektifle aktarmıştır. Nitekim, 27 Mayıs’tan sonra gerçekleşmiş bir Milli Sinema Şûrası vardır ki, çok acıdır… O dönem, Kültür Bakanlığı’nın çağrısıyla, Türk sinemasındaki meslek gruplarını temsil eden sendika temsilcileri, aydınlar, yapımcılar ve film ithalatçıları, Türk sinemasının sorunlarını tartışmak ve çözüm üretmek üzere bir araya gelmişler. Metin Erksan ve Halit Refiğ gibi yönetmenlerin de olduğu bu toplantı, büyük kavgalarla ve tam bir çözümsüzlükle sona ermiş. Metin Erksan’ı, sadece bir sinemacı olarak değerlendirmek eksik olur, dediğim gibi, bilinçli bir aydındı da ayrıca. Nitekim, Türk aydınına da vurdumduymazlığından ötürü kırgındı.

Bir Anadolu bilgesiydi

Düşün adamı kimliğiyle Metin Erksan, Türk sinemasına tam da hor görüldüğü dönemde, kuramsal bir yaklaşım getiren ilk isimlerdendir. Zaten, filmlerine baktığınızda hem görsel, hem metinsel olarak birçok katmanlılık olduğunu görürsünüz. Örneğin, “Susuz Yaz”da mülkiyet konusu ele alınmıştır. Yıllar sonra, “O dönemde suyun mülkiyeti ile ilgili bir kanun çıkarılmıştı. Suyun nasıl mülkiyeti olabilir, elinize alsanız avucunuzdan akar gider” diyecektir. Metin Erksan, sinemacı, kültür ve düşün adamı olarak, her daim yaşadığı toplumun sorunları üzerinde çok düşünen, bir sinemacı, kültür-düşün adamı ve ayrıca bana göre bir Anadolu bilgesiydi. Binlerce yıllık geçmişi olan bu bilgelik, Hacı Bektaş’tan, Taptuk Emre’den, Mustafa Kemal’den, Tevfik Fikret’ten, Nâzım Hikmet’ten, Orhan Kemal’den bugünlere kadar gelmektedir. Eğer bu cahiliye döneminde, biz öğrencileri olarak bir nebze de olsa aydınlanabildiysek, ne mutlu biz öğrencilerine…

Uğurlar ola, yolun ışık olsun Metin Hocam…


Güneş ÖZAYTEN, FMV Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğr. Görevlisi


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler