Olay, Beyoğlu Tünel'de geçiyor
Avuç içi kadar bir dükkan. Bir yanda Osmanlı fantezisi, bir yanda Oculus Rift. Tam da sanal gibi sanal gerçeklik...
Tünel'den Galata'ya inerken, yolunuz kesiliyor. Kalabalıktan...
Hemen her geçen yaya, durup izlemeye koyuluyor çünkü. Müzik aletleri, tasarım kıyafetler satan dükkanların sıralı olduğu, daracık sokaktan inen otomobillerin çaldığı kornayla, anlık olarak dağılan, sonra tekrar toplaşıp bıraktığı yerden izlemeye devam eden bir kalabalık.
İşportacılarda ve valelerin kapı önünde Polat Alemdar kılıklı tıfılların yüzbinlerce dolarlık arabalarının kapısını el pençe divan durarak açtığı türden yerlerde çalan türden (Evet, ne hikmetse, bu iki işletme modeli bu tınıyı seviyor) bangır bangır bir cıstak müziğin arasında, canhıraş çığlıklar duyuluyor.
Havaya bakıyor olsalar, kesin biri intihar edecek, bu arkadaşlar da “Atla! Atla!” diye tezahürat etmeye hazırlanıyor dersiniz. Fakat mekan boy hizası, zemin... Haykırışları da hesaba katınca, ikinci vahşi tahmininiz, kavga seyrine yönelik oluyor hâliyle. Bizim millet, bayılır malum, otursun yüzünde gülücüğüyle dalaşma seyretsin.
Fakat vaziyet farklı. Kafasına simülasyon başlığı takmış bir turist kadını, altı okka yapan iki genç adamı izliyor insanlar. Kadın çığlık atıyor. Gülerek... Oculus Rift'miş, paniğe mahal yok.
Hemen o atraksiyonun yanında, adamın biri, üzerine geçirdiği kaftana uygun kavuk beğeniyor. Kıç kadar yerde, Muhteşem Yüzyıl ile -Jetgiller demeyelim, hem animasyon, hem yaşımız çıkar- Zero Point çekimi aynı anda kotarılıyor mübarek.
Mekanın bordoya çalan koyu kırmızı tentesinde Saray Fotoğrafçısı yazıyor. İçerideki dijital panelden yanar döner harflerle Ottoman Photography yazısı geçiyor.
Avuç içi kadar bir dükkan. İçine doğru adımını geniş tutsan üçü bulmaz. Bir yanında silme ayna, aynanın karşısında kırmızı, tahtımsı-sedirimsi bir oturak, yola bakan geniş duvarda asılı kaftanlar, raflarda serili kavuklar, sultan başlıkları, kılıçlar... Ve kenarda Oculus Rift için gerekli bilgisayar ekipmanı...
Oculus Rift nedir diye soracak olan okura bir parantez açalım. Sanal gerçeklik yaratan bir gözlüklü düzenek. Takıyorsunuz, Tünel civarında bir yerde, iki ayağınızın üzerinde dururken, kendinizi roller coaster'dan kayar gibi ya da uzay boşluğunda takılır gibi ya da neyse işte, öyle fantastik ortamlarda hissediyorsunuz. Buradaki Kawasaki modelmiş, yedi boyutluymuş, 360 derece, dönüyorsun mönüyorsun... Siz bu sanal gerçekliği yaşarken, mekanın işletmecileri de sizi iteleyerek, çekerek, hoplatıp zıplatarak mevzuua destekte bulunurken, ayaklarınız yerden kesililyor zannettiğiniz için yalpalarken, öne arkaya, sağa sola savrulup tökezlerken, insanlar da girdiğiniz tuhaf şekilleri izleyip gülüyor. Win-Win (Kazan-Kazan) bir durum. Cümleten eğleniliyor velhasıl.
TURİST ZIPLATMAK HAMALLIKTAN ZORMUŞ
Hava inanılmaz sıcak. “Sıcak değil de nem, nem...” durumu da var. Mekanı işleten ve o sırada turist bir kadını kucaklamış hoplatmakta olan Cihan Göksoy, “Bu iş var ya, hamallıktan zor” şeklinde gülerek söylenip, dükkanın önündeki kalabalığa sesleniyor: “Sadece izleyecek olanlar fazla bekleme yapmasın. Dükkanın içi çok sıcak oldu.”
Hakikaten ter içinde. Durup durup turist zıplatıyor.
Merakını “N'oluyo aq?” zarafetinde ifade ederek izleyen kalabalığına karışan bir arkadaş, elimdeki sigaradan aldığı ilhamla bana dirsek atıp, “Lady, light var mı light?” diye soruyor. Ben de dürtüğün ilhamıyla ona dönüyorum, bu kez sigarasını burnuma sokup bağırıyor: “Çakmak diyorum!” Kendi dilinde bağırdığında, yabancı dilde konuşuyorum zannetmek insiyaki. İnsani bir dürtü, orası çok net.
“Bağırma kardeşim, buyur” diye çakmağı uzatıyorum.
“Thank you abla” diyor bu kez. Enteresan bir tip.
DÜKKANIN ÖNÜ SANIRSIN BM KONSEYİ
Adam kafa karışıklığında haklı da bir yandan. Dükkanın önü, Birleşmiş Milletler Konseyi gibi. Arabından Japonuna, Avrupalısından Avustralyalısına, turist kaynıyor.
Mevcut durumda, dükkanın içinde, Oculus Rift için dünden gelip pazarlıkla toplu tecrübe rezervasyonu yaptırmış olan 15 kişilik bir Fransız grup ağırlanıyor.
Oculus Rift'le sanal gerçeklik yaşayacaksanız 10 lira. Yok, ben müsamere kostümüyle sanal gerçeklik yaşayıp albümüme katmak istiyorum derseniz, ecdad kıyafetleriyle çekilen fotoğraf bedeli, 20 lira. Talebe dair sürümde indirim yapılıyor.
Fotoğrafların çekilip yazıcıdan çıkması beş dakikayı bulmuyor ama buna rağmen, kendi telefonuyla fotoğraf çektirmek isteyenler de oluyor. Kostüm kiralar gibi. Onlara da nisbi indirim var, at işte bir şeyler tadında...
Burası bir aile müessesesi. İşleten Cihan Göksoy'la konuşuyoruz. Dayısınınmış mekan. Sekiz ay önce açılmış. “Aslında ben ajanstanım” diyor.
Dizilere filan kostüm servisi yapan bir ajans olduğu yönündeki tahminim boş çıkıyor. “Yok” diyor, “Güvenlik ajansı...”
Nasıl yani?
Aslında matbaacıymış. Fakat mekanın sahibi olan dayısının güvenlik ajansında çalışıyormuş. Bir arkadaşının aklıyla burayı böyle bir yere çevirmeye karar vermişler.
İki ay önce işe başlamış olan ve Yeni Yüzyıl Üniversitesi Yeni Medya ve Gazetecilik bölümünde okuyan Görkem Umut çekiyor fotoğrafları.
Cihan Göksoy'un yeğeni Vedat ve Görkem Umut'un kardeşi Barış, lise çağlarında, dünya tatlısı iki tip. Onların vazifesi de dükkan boşken kimi zaman Oculus Rift gözlüğü takıp kimi zaman kaftanlara bürünüp, müşteri çekmek. Bir de her çırak gibi, fena hâlde getir götüre koşuluyorlar tabii.
“Eh, millet para verip yaptırıyor, akranlarınız bilgisayar oyunu oynamak için kendini paralıyor, siz sanal gerçekliğe doymuşsunuzdur muhtemelen” diyorum ufaklıklara.
“Doymak ne? Doymak başka bir şey” diyor Vedat. “Böyle durup gözlerimizi dinlendiriyoruz hiç değilse.”
Yine nasıl yani?
Gözlüğü takınca gözlerini kapatıyorlarmış. İstiap haddi diye bir şey var tabii. Kapatınca da ona göre takılmak lazımmış ama: “Çok hareket etsen abartı diyen oluyor, hiç etmesen, ilginç gelmez.”
Kafasında bir kafa kadar gözlük, gözlüğün içinde görünmeyen gözlerini kapatmış, shaker gibi çalkalanan bir çocuk.
OCULUS GÖZLÜK MÜ İÇLİKLİ KAFTAN MI?
Akşama doğru, bir ara, dükkana bir sükunet çöküyor.
“Abi, giyinelim mi?” diye soruyor Barış.
Hava çok sıcak ve söz konusu olan içlikli miçlikli kaftan, bir kez daha belirtelim. Ve birkaç dakikalığına Oculus gözlüğünü takanın çığlığını Mars'tan duyuyorlar.
“Sen giyin, Vedat gözlük taksın” diyor Göksoy.
Hangisi daha külfetlidir, muallakta kalıyor insan.
Türk klasiklerinin gözdelerinden “Sizin işiniz de zor”u telaffuz ediyorum, “Akşam yattığınızda yatak sallanıyor gibi oluyordur muhtemelen.”
Barış, aralarında turistlere tercümanlık vazifesini de üstlenmiş, lisanı da olan kişi. Numaralı gözlükleri var. “Oculus'ten iyidir” babında sevinçle karşıladığı vazifesine hazırlanırken, “Yeniçeri mi giysem?” tereddüdünden sonra, sultanlıkta karar kılıyor: “Yeniçeri çok terletir.”
Önce içlik, sonra kaftan, kafaya kavuk, ele kılıç; numaralı gözlükler çıkarılıyor, ayaklarda Nike. Vedat, bir kılıç daha uzattığında, “İkincisini niye veriyorsun ya? Oğlum, sultanım ben, savaşçı değilim” diyor.
Müşteri çekmek için sokakta bir aşağı bir yukarı dolanmaya başladığında, onunla fotoğraf çektirmek isteyenler oluyor.
Cihan Göksoy müdahale ediyor: “No selfie! No selfie!”
Bu no selfie mevzuu mühim, hâliyle. Fotoğrafçı bu neresinden baksanız, ekmeği denize doğrar gibi bir durum oluyor.
Akşam, Osmanlı kostümleriyle fotoğraf çektirmeye gelen, üç kadın, bir adamdan mürekkep Mısırlı grubun arasındaki kadınlardan biri de asabını tel tel ediyor. Çat, çat, çat, selfie çeke çeke bir hâl olan kadına, anlamayacağını bilerekten; “Seni de belediye çeksin! Evde kalırsın inşallah” şeklinde söyleniyor.
Kış nasıl geçiyor burada diye sorunca, zor, yanıtı geliyor doğal olarak. Camlı mamlı, vitrinli bir dükkan değil, kepenk açıldı mı sokaktasın. Kalın giyiniyormuşsun, ufo mufo işte...
“Ne not aldın ya sen de” diyor Cihan Göksoy, “Sizin işiniz de zor.”
“Yok be” diyorum. “Zevkli bir yandan, insan tanıyorsun çeşit çeşit. İnsan olmayanına da denk geliyorsun tabii, o ayrı...”
“E, biz halk insanıyız. Size yok röportaj vermem diyen de oluyordur.”
Tür tür insanlar üzerine laflayıp insan olsun, çamurdan olsun, iş ki çamur olmasın hemfikrinde bağlıyoruz mevzuu...
Konumuz beynelmilel.
Ben sanıyordum ki, burada, elinde palayla malayla, Tophane'ye galeri falan basmaya giden milliyetçi yağızlar, hazır ayaktayken kendini ecdad tribine sokmak için fotoğraf çektiriyordur. Pek olmuyormuş öyle. Varsa yoksa turist. Daha çok İranlı, Arap, Ortadoğulu.
“Bizim diziler oralarda da oynuyor ya, çok meraklılar” diyor Görkem Umut. Tarkan'ın bütün şarkılarını ezbere bilenine rastladığını söylüyor.
Şurada yaşadığınız en ilginç, en acayip, en komik şey nedir faslında. “E, düşen müşen oluyor işte” şeklinde özetliyor hadiseyi Cihan Göksoy.
Padişahlıktan mı? “Yok, Oculus'ten...”
Öbürünü de görürüz inşallah diye geçiriyorum içimden. Hava çok sıcak.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama