'Operasyonları yapanlar, emir verenler hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararı yok'
19-22 Aralık 2000 tarihleri arasında aynı anda ülke çapında 20 ayrı hapishanedeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bloklara operasyon düzenlendi. Operasyon sonucunda onlarca insan hayatını kaybetti. Operasyona “Hayata Dönüş” ismi verildi. Avukat Güçlü Sevimli Ümraniye davasını anlattı...
32 kişinin ölümüne neden olan, 'Hayata Dönüş' üzerinden 19 yıl geçti. Avukat Güçlü Sevimli o dönemi anlattı;
“HAYATA DÖNÜŞ” OPERASYONU ÜMRANİYE DAVASI
Operasyonlar gerçekleştiğinde iktidarda DSP-MHP-ANAP koalisyonu bulunuyordu. Dönemin Başbakanı Bülent ECEVİT operasyonu, “ teröristleri kendi terörlerinden kurtarma” olarak tanımladı. 22 Aralık 2000 günü sonunda “teröristler kendi terörlerinden kurtarıldı” ve F Tipi hapishanelere konuldular. Bugün “hayata dönüş” operasyonlarıyla ilgili süren sadece iki dava kaldı. Biri Bayrampaşa hapishanesindeki ölüm ve yaralanmalarla alakalı askerlerin sanık olarak yargılandıkları dava, diğeri ise İstanbul Ümraniye hapishanesindeki ölüm ve yaralanmalarla ilgili toplam 267 askerin sanık olarak yargılandığı dava. Ümraniye davasında 3 Aralık 2019’da karar çıktı.
Sanık askerler hakkında; tutuklu/hükümlülere yönelik kasten yaralama ve kötü muamele suçlarından zamanaşımı, gerçekleşen ölümlerle ilgili olarak da delil yetersizliğinden beraat kararı verildi. Ümraniye hapishanesinde 5 tutuklu/hükümlü ile 1 uzman jandarma görevlisi hayatını kaybetmişti. Tutuklu/hükümlülerden Ahmet İbili, Ercan Polat, Alp Ata Akçaöz ve Rıza Poyraz ateşli silah yaralanması neticesinde öldürülmüşlerdi. Umut Gedik ise çok yoğun sıkılan gazlar nedeniyle boğularak yaşamını yitirmişti. Nurettin Kurt isimli uzman jandarma görevlisi de başından aldığı mermi ile hayatını kaybetmişti.
SUYA SABUNA DOKUNMADILAR
“Hayata dönüş” operasyonu sonrasında operasyon düzenlenen hapishanelerde öncelikle güvenlik güçlerince arama ve tespit işlemleri yapılmış, sonrasında da her bir hapishane açısından Cumhuriyet Savcıları tarafından keşif işlemleri gerçekleştirilmiştir. Böylece operasyonların her biri bakımından olay adli makamlara intikal etmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, tüm hapishaneler açısından adli soruşturmalar aynı düzeyde süregelmemiştir.
Operasyonlar 20 ayrı hapishanede yapılmış olmasına rağmen sadece bazı hapishaneler ile ilgili soruşturma ve davalar husule gelmiştir. Adli soruşturma yapılıp davası açılanlar; İstanbul (Bayrampaşa ve Ümraniye hapishaneleri), Çanakkale hapishanesi, Adana Ceyhan hapishanesi, Çankırı hapishanesi, Bursa hapishanesi, Uşak hapishanesi ve Malatya hapishanesinde gerçekleştirilen “Hayata dönüş” operasyonlarıyla ilgili olanlardır.
Öte yandan tüm bu yargı süreçlerindeki en temel ortak nokta; operasyonlara mağruz kalmış, hayatta kalabilmiş veya yaralı kurtulmuş olan tutuklu ve hükümlülerin mutlaka sanık sandalyesine oturtulmuş olmalarıdır. “Hayata dönüş” operasyonu sonrası açılan davalar kapsamında en belli başlı sıkıntı, yargılamalarda maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından tutuklu ve hükümlülerin avukatlarının ileri sürdüğü taleplerin genelde red oluyor olmasıdır. Yargılamaları yürüten mahkeme heyetleri yargılamaların esasına girme eğiliminde olmamışlardır. Esasa etkili olan talepler ekseriyetle kabul edilmemiştir. Başka bir ifade ile mahkeme heyetleri davalar kapsamında “suya sabuna dokunmak” istememişlerdir.
Öyle ki, yargılama makamları olay yeri keşfine gitme taleplerini dahi yerinde görmemişlerdir. Bunun yanı sıra yargılama makamları özellikle operasyonlarda fiili müdahale gruplarında yer alan jandarma birliklerini koruma içgüdüsü ile hareket etmişlerdir. Mahkeme heyetlerinin genel yaklaşım tarzı; davaları uzatıp, kendi görev süresinde karara çıkarmadan dosyalardan kurtulmak şeklinde tezahür etmiştir.
KAĞIT PARÇASI MUAMELESİ
İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava, zamanaşımı ve delil yetersizliği ile bitirilmiş olsa bile deliller bunun tam aksini ortaya koymaktaydı. Mahkeme heyeti bu delil ve gerçeklerin hiçbirine temas dahi etmeden 15 yıl boyunca –yargılama Eylül 2004 yılında başlamıştır- yasanın açık hükmünü ihlal ederek sadece talimat yoluyla sanık sorguları alıp başkaca hiçbir yargılama faaliyeti yapmayarak eşine az rastlanır bir hukuksuzlukla davayı sürdürmüştür.
15 yıllık dava sürecinin özellikle son 8 yılı-duruşmalarda bırakın tutuklu/hükümlülerin avukatlarının taleplerini kabul etmeyi-tek bir işlem dahi yapmadan sadece yeni duruşma günü vererek geçmiştir. 15 yıl müddetince dosyadaki bilgi ve belgelerin “yüzüne dahi bakılmadı”, tek bir işlem bile tesis edilmedi. “Ümraniye Cezaevi Özel Harekat Planı” adıyla 2011’de dosyaya giren iki ayrı harekat planının isimleri “Bora” ve “Atmaca”’idi. Planlarda, perasyonu en üst düzeyde komuta eden rütbeli askerlerin isimleri, tutuklu/hükümlülere fiili müdahaleyi gerçekleştiren askeri birliğin ismi ile tüm üst düzey komutanlarının isimleri, operasyonda hangi jandarma birliklerinin hangi görevi ifa edeceği, operasyon için hapishaneye nereden girileceği, operasyon birliklerinin hapishanenin neresinde konuşlanacağı ve operasyonda hangi silahların kullanılacağı tek tek yazmaktaydı. Mahkeme, planlarla ilgili hiçbir işlem yapmadı. Müdahil avukatların onlarca talebi rededildi, maalesef anılan belge bir “kağıt parçası” muamelesi görmüş oldu.
ÖLDÜRME NASIL GERÇEKLEŞTİ?
Oysaki dosyada ölüm olaylarının nasıl gerçekleştiğine dair de önemli bilgiler bulunmaktaydı. Olay günü Ümraniye cezaevi koruma birliği bölük komutanı olan sanık Uğur Pamukçu mahkemede 2007’de verdiği sorguda maktül jandarma görevlisi Kurt’un askerlerin açtığı ateş ile öldüğünü söylemişti. Uğur Pamukçu sorgusunda; “ .. A blokta bulunan Halkalı Komando taburu elemanları tarafından ateş açılması üzerine E blokta bulunan Uzman jandarma Nurettin Kurt başından isabet alması neticesi vefat etti” demişti.
Adli Tıp 1. İhtisas Kurulu’nun 16.10.2002 tarihli raporu da Kurt’un kinetik enerjisi yüksek G-3 veya Kalaşnikof türü bir silah ile öldürüldüğünü ortaya koyuyordu. Sanık jandarma görevlilerinin bazıları tutuklu Ahmet İbili’ye ateş ettiklerini ve ateş emrinin de komutanları olan kişilerce verildiğini ifade etmişlerdi. Mevlüt Akkul isimli sanık 2004 tarihli Emet Asliye ceza mahkemesi talimat sorgusunda; “… ilk kez üzerimize gelen mahkuma komutanımız Teğmen Kadir Kalaycı ateş etti. Daha sonra birkaç kişi daha ateş etti” derken, Tuncay Sofu isimli sanık 13.09.2004 tarihli Rize Ağır ceza mahkemesi talimat sorgusunda; “.. Kadir teğmen bize ateş emri verince biz de hükümlüye ateş ettik” demişti.
Operasyon günü Ümraniye hapishanesinde infaz koruma memuru olarak görevli olan Yıldız Ercan, operasyondan kısa bir süre sonra istifa etmiş ve 14.05.2001 tarihli istifa dilekçesinde “… işkence ve katliama tanık oldum. … bu katliama göz yumarak size ortak olmak istemiyorum.” demişti. Yıldız Ercan istifası sonrasında Yaşadığımız Vatan isimli derginin 18 Haziran 2001 tarihli 95. sayısına da bir mülakat vermişti. Mülakatta operasyona ilişkin son derece önemli bilgiler veriyordu.
İSTİFA EDEN GÖREVLİ
Yıldız Ercan anılan mülakatta; “ … ağır silahlar cezaevinin ana duvarlarından içeriye giriş yaptı. Bunların tarifini yapmak istiyorum. Uzun bir askeri aracın üzerine yerleştirilmiş 2 ayrı silah. Bunlar tek kişinin kullanamayacağı ağır silah olarak tabir edilen silahlardı. Öndeki silah bir top atan silaha benziyordu. Yaklaşık 1.5 metre boyunda bir namlusu vardı. Ana gövde de yaklaşık 1.70 metre civarındaydı. İkinci silah ise 3 ayrı bölümden oluşan topa benzeyen namlusu daha ince ve uzun olan bir silahtı.
Bunların dışında cezaevinin avlusunda bir vincin ucunda asılı olarak gördüğüm bir silah daha vardı. Dış yüzü cam ya da mika gibi saydamdı. İçinde mutfak tüplerine benzeyen ama tam mutfak tüpü de değil, bir tüp vardı. Bu, cezaevinin çatısında duruyordu. Bu silahın bende uyandırdığı izlenim bir kimyasal silah olabileceğiydi. …. operasyondan sonra bayan tutukluların sağlık muayenelerine bizzat katıldım. Gördüğüm manzara ürkütücü ve korkunçtu. Hemen tüm bayan tutuklular yanmıştı. Yanmışlardı ama bu yanan yerlere denk gelen elbiseleri yanmamıştı.” diyordu.
CEZASIZLIK
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ümraniye’deki operasyonun sözleşmenin 2. maddesindeki “yaşam hakkının” ve 3. maddesindeki “işkence yasağının” ihlal edildiğini hüküm altına almıştır. Benzer bir kararı 2004’te İstanbul 6. İdare Mahkemesi de vermişti. Alp Ata Akçaöz’ün ailesinin, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarına karşı açtığı davada, bakanlıkların tazminat ödemesine karar vermişti. “ … Alp Ata’nın güvenlik güçlerine silahla mukavemet ettiği konusunda somut bir tespit olmadığından, ölümünün anayasa ve yasalarca belirtilen meşruiyet sınırları çerçevesinde meydana gelmediği sonucuna varılmıştır.” demişti. Bugün operasyonların 19. yılındayız. Operasyonları yapanlar, emir verenler ve operasyonların kararını alanlar hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararı mevcut değil. Devlet görevlileri bakımından yargı pratiğindeki “cezasızlık” mefhumunun “hayata dönüş” operasyonları için de yürürlükte olduğu açıkça görülmektedir.
Avukat Güçlü Sevimli
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Emekliye iyi haber yok!
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev