Paris’i kadınlar mı yaktı?

“Komün’ün Asi Kadınları”, belgelere dayalı “bir opera programı” gibi kaleme alınmış ve yirmiden fazla illustrasyonla desteklenen canlı bir tarih anlatısı. Gay L. Gullickson, Paris Komünü’nün yetmiş üç gün süren kısacık tarihini ve yenilgisini kadınların temsili üzerinden yeniden öykülüyor.

Yayınlanma: 02.05.2016 - 16:31
Abone Ol google-news

Paris Komünü olarak bilinen devrim, 18 Mart 1871’de, işçi kadın ve erkeklerin orduyu yenerek Montmartre’da topların denetimini ele geçirmeleriyle başladı; on hafta sonra aynı ordunun kenti işgal ederek yirmi beş bin ila otuz bin insanı katletmesiyle sona erdi. Komün’ün kültürel ve siyasal önemi, yenilgiyle sona ermedi. O günden bugüne değişim için çabalayanlar dünyaya Komün’ün objektifinden bakmayı ve ondan esinlenmeyi sürdürdü. Dahası, Komün’e ilişkin tartışmalar siyasi ve kültürel dünyamızın oluşmasında etkili oldu.

ZENGİN(!) VE KÖTÜCÜL BİR LİTERATÜR

Komün süresince, gerek Fransız gerekse yabancı muhabirler Avrupa’ya ve ABD’ye haberler geçti; gazetelerde pek çok siyasi analiz yer aldı; karikatüristler ve ressamlar çatışmaları ve komünarları çizdi. İlaveten anılar, mektuplar, günlükler, resmi tutanaklar, sanık ifadeleri gibi günümüze ulaşan çok sayıda belge var. Gullickson, tüm bu anlatıların ve görsel malzemenin aslında tarafsız olmadığı önkabulü ve gerçeğinden yola çıkmış. Komün’e aktif olarak katılan kadınların sözlü ve görsel temsiliyeti üzerinden tarafların politik tutumunu irdeliyor. Başka bir ifadeyle kadınlara dair imgeler kimsenin tarafsız kal(a)madığı bu devrimin turnusol kâğıdı gibi...

“Fedakâr anne”, “cesur kızkardeş” payesi Komün yanlısı kalemlerin en sık başvurdukları imge. Daha nötr bir dil tutturan metinlerde ise “yas tutan dullar” ve “şiddetin kurbanları” çıkıyor karşımıza. Nispeten olumlu görünse de bu imgeler kadınları “edilgen” bir konuma ötelemek ya da rollerini küçültmek gibi bir işleve sahip. Komün’e destek veren kadınların, siyasi olmaktan çok ahlaki bir motivasyonla hareket ettiği yolunda değer yargısı da üretiyor. Devrim karşıtlarının olumsuz canlandırmaları yanında kuşkusuz bunlar birer hiç. Bu cenah, “tehlikeli Amazonlar”dan “sarhoş fahişeler”e uzanan zengin(!) ve kötücül bir literatüre sahip.

Gullickson, “En başından beri Komün’ün suçu ya da masumiyeti kadınlar üzerinden kurulmuştur” derken tam da bu dili kastediyor (s. 47). Gerçek şu ki geçmişteki benzerleriyle karşılaştırıldığında kadınlar bu çatışmada daha fazla merkezdeydi ve büyük kayıplar verdi. Çalışkan, yoksul, becerikli, öfkeli, korkmuş, siyaseten adanmış kadınların ifadesi yerine, elimizde birbirine zıt ikili görüntüler var; iyi-kötü, sakin-telaşlı, esirgeyen-ölümü arzulayan, yiğit-kana susamış ve anaç-cinsel.

“Kadınları böyle betimleyerek yazarlar, Komün üzerine ahlaki bir yargıda bulundu ve bizim de bulunmamızı istedi” diyor Gullickson (s. 89). Yazara göre, yirminci yüzyıl tarihçilerinin, kimi korkunç yorumları yinelemesi, hatta daha da abartması, canlandırmalara anlam veren toplumsal cinsiyet normlarının Komün’den sonra da sürdüğünün bir kanıtı. Yazar, normların yerinden oynamasına bağlı olarak son dönemki anlatılarda cinsiyetçi betimlemelerin kısmen yok olduğunu fakat bu değişimin kadınların Komün tarihindeki rolünü daha az görünür kıldığını, onları silikleştirdiğini de ekliyor.

“Tehlikeli ve kana susamış kadın” imgesinin en güçlü biçimde kristalize olduğu olaylar, Komün’ün son haftasında yaşandı. Versay güçleri, 21 Mayıs gecesi Paris’e saldırınca Komün kentin duvarlarını barikat çağrılarıyla donattı. Gözlemciler, barikatları tahkim etmek için halkın “gürültülü bir arı sürüsü” gibi çalıştığını, kadınların günlerce devam eden sokak çatışmaları sırasında aktif olduğunu, tamamı kadınlardan oluşan küçük bir birliği de içeren epeyce silahlı kadın olduğunu naklediyor. Bununla birlikte barikat savaşçıları, Komün’ün korkutucu simgesi haline gelecek olan pétroleuse figürünün gölgesinde kaldı.

“KANLI HAFTA” VE KOMÜN

Yaygın inanışa göre pétroleuse, gecenin karanlığından yararlanarak varsıl mahallelere süzülen, küçük gaz yağı dolu şişeleri evlerin bodrum pencerelerinden atarak şehri ateşe veren kadınlardı. Paris düşerken çıkan yangınlardan onlar sorumlu tutuldu. Çocuklar da kadınların suç ortağı kabul edildi. Gerçekte komünarlar Versaylıların ilerleyişini durdurmak için yangınlar çıkararak felaketi büyütmüş olsalar da ilk başlatan Versay ordusunun yangın bombalarıydı.

Kadınların nasıl olup da Paris’teki yangınlardan sorumlu tutulduğu bugün bile merak uyandıran bir soru. Gullickson, yangınların büyük çoğunluğunun erkeklerce çıkarıldığına ilişkin açık kanıtlar bulunduğunu yazıyor (s. 238). Kaldı ki çatışma sona erdiğinde yangının yol açtığı hasarın, gazetecilerin naklettiği kadar büyük olmadığı da ortaya çıkmıştı. Hasar büyük ölçüde bölgeseldi. Kadınlar Versay birliklerini zehirlemekle de suçlandılar. Fakat anlaşıldığı kadarıyla hiçbiri bu düşsel “kundakçı kadın” imgesi kadar etkili olamadı. Üzerinde o kadar çok yazılıp çizildi ki sonunda “pétroleuse yalnız tehlikeli denetlenemez kadını değil, tümüyle altüst olmuş bir dünyayı temsil eder” oldu (s. 31).

Tarihe “kanlı hafta” olarak geçen Mayıs’ın son haftasında Komün büyük insan kayıpları vererek yenilgiye uğradı. Çatışmalar sırasında ve sonrasında askerlerin öldürdüğü Parislilerin sayısı tam olarak bilinmiyor. Aralarında çocukların da olduğu binlercesi, sayılmadan ya da kimlikleri saptanmadan toplu mezarlara gömüldüler. Sağ kalanlar (yaklaşık kırk bin kişi) yargılanmak üzere Versay’a yürütülerek götürüldü. Yolda sataşma, aşağılama ve fiziksel saldırılara maruz kaldılar.

Duruşmalar boyunca kadınlar ilgi odağında kalmaya devam etti. Nasıl görünüyorlardı? Evli miydiler? Evli değillerse rastgele cinsel ilişkide bulunuyorlar mıydı? “Bulaşıcı cinnet”e nasıl yenik düşmüşlerdi? Kimileri kadınların doğasında şeytana uyma eğilimi olduğunu iddia etti. Kimileri de komünarları kadın doğasına ihanet etmekle suçladı; erkekler silaha sarıldığında engel olmaları gerekirken bunu yapmayıp onlara katılmışlardı.

Kadınlar hapishanesini ziyaret eden bir burjuva gözlemci, bazı tutuklu kadınların “namuslu ve düzgün” göründüğünü, çamaşırlarını yıkayıp astıklarını ama ötekilerin bunu yapmadığını, dağınık saçlar ve kirli giysilerle dolaştığını bile yazmış (s. 274). Çamaşırlarını yıkıyorsan “makbul kadın”sın; nasıl göründüğüne aldırmıyorsan değilsin. Yaklaşık yüz elli yıl geçtikten sonra “aynı kafa”nın iktidarda olduğu bir ülkede yaşamıyor olsak, kimbilir belki de buna gülebilirdik.

Komün’ün Asi Kadınları / Gay L. Gullickson / Çeviren: İlke Bereketli Zafeirakopoulos / Yordam Kitap / 367 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler