Pavyon'un assolisti geri döndü
Afet, ortaokul arkadaşı Seda Sayan'la birlikte düğün salonlarında sahneye çıkmaya başlamış önce. Sonra dar gelmiş oralar. Daha yukarı demiş ve en sonunda pavyonlarda assolistliğe kadar yükselmiş. “Pavyon bir okul gibidir aslında, bütün sanatçılar pavyondan gelmedir” diyor. Bugün yeniden My Pavyon’da sahneye çıkarken geçmişi hem hüzünle hem de mutlulukla yad ediyor.
Pavyonda sahneye çıkarsınız da hediyeler, silahlar, kavgalar olmaz mı? Çoğunun sadece sesini dinlemeye geldiğini söylese de uzatılan villa anahtarları, evine sıkılan kurşunlar, elbiselerine el koyan gazino sahipleri de yaşadığı dönemin pavyon kültürünü anlatıyor aslında. Afet, bugün yeniden Pavyon’da. Türk filmlerini aratmayan hikâyesiyle “Alnım ak, o yüzden mutluyum” diyor.
Cenk Eren’in açtığı My Pavyon’da sahneye çıkan Afet, pavyonların pavyon olduğu zamanlardan dillere destan bir assolist. O günlerin bütün şaşaasını yaşamış, güzellikleri kadar zorluklarıyla da yüzleşmiş biri. O kadar ki, soruları yanıtlarken kendimi bir Türk filminin içinde buldum. Düğün salonlarında şarkı söylemeye başlayan ve yavaş yavaş yükselen güzel ve yetenekli genç kızın hikâyesini hatırlar mısınız? Assolist olur, herkes onu konuşur. Gittiği her yer tıklım tıklım dolar. Saygı, hürmet, hayranlar ve hediyeler... Kimisi onu bir villa anahtarıyla kandırmaya çalışır. O çok kızar ve masayı dağıtıp kaçar. Kimisi evini bulup silah sıkar aşkından. Bir yandan mekân sahipleriyle de sorunlar yaşadığı, anlaşamadığı, elbiselerini bile geri alamadığı olur. Tam da böyle sıkıntılı bir gününde esas oğlan kaldığı otelin lobisine ve onun hayatına girer. Hatırladınız değil mi? Şimdi sıkı durun çünkü meğer bunların hepsi gerçekmiş. Meğer bunlar Afet’in yaşam hikâyesiymiş!
- Cenk Eren sizi nasıl buldu?
- Biz zaten daha önce birlikte çalışıyorduk. O yeniydi, ben en üstteydim. Ona kol kanat gererdim çünkü assolist olarak bir dediğim iki olmazdı. Ankara sahneleri bir zamanlar hep beni konuşuyordu, kapış kapıştım. Bilmiyorum neden ama oradaki onca insanın içinden Cenk’i çok seviyordum. Çok iyi dost olduk ve onu her gittiğim yere götürdüm. Son on yıldır tamamen bırakmıştım sahneleri. Evlenip Ankara’da yaşamaya başlamıştım. Daha sonra eşimi kaybettim ve Gölcük’e annemin yanına döndüm çocuklarla. Cenk beni bir şekilde arayıp buldu ve bir pavyon açmayı düşündüğünü anlatıp beni çağırdı. Ben “Yok ben bıraktım, bu saatten sonra da hiç düşünmüyorum” dedim. Ama bir şekilde beni ikna etti.
- Neden bırakmıştınız assolistlik yapmayı?
- Aslında bırakma sebebim evliliğimdi. Zaten sahnelere küstüğüm bir dönemdi. O zamanlar mafyalar çok artmıştı. Sahnede vurulmak gibi tatsız olaylar oluyordu. Ben de mesleğimi çok sevmeme rağmen küstüm ve bıraktım. Çok özlemiştim ama sahneleri bu bir gerçek. Ben sahne ve mikrofon hastasıyım. Mekân, seyirci ve aldığım miktar çok geri planda kalır. Önemli olan mikrofonu elime almam ve arkamda güzel bir sazın bana eşlik etmesi.
- İlk nasıl başlamıştınız?
- Klasik ama gerçek bir hikâye... Hakikaten sanatçı doğuluyor, sonradan sanatçı olunmuyor bence. Bu bir ruh yani. Onu taşıyorsanız sanatla uğraşsanız da uğraşmasınız da sanatçısınız. Benim de bu yönüm çocukken ortaya çıkmış. Ben hatırlamıyorum ama annem, 5 yaşlarımda ütünün fişini mikrofon yapıp devamlı şarkı söylediğimi anlatıyor. Bastırılamayan bir duygu işte...
- Peki, profesyonel anlamda başlamanız nasıl oldu?
- Bu işe Seda Sayan’la başladım ben. Onunla birlikte ortaokulu okuduk ve okuldan kaçtık. Bunlar hep basamak, basamaktır ya... Yani önce düğün salonlarıyla başlanır. Oralarda pişersiniz, yoğurulur tecrübe kazanırsınız. Sonra bir yerlere gelirsiniz ya da gelemezsiniz. Seda’nın babası ailemi ikna etti ve onunla birlikte düğün salonlarında çalışmaya başladık. Bir yerden sonra artık düğün salonları keyif vermemeye başladı. Yukarılara çıkmak istiyordum ama ailem tutucuydu, istemiyordu. Ellerinden kaçarım diye korkuyorlardı. O ara iyi bir saz arkadaşı tanıdım ve onunla anlaşıp yavaş yavaş açılmaya başladım. Önce çay bahçeleri, derken dışarılara “ekstra” dediğimiz tek gecelik işler... Neresi yüksek fiyat verirse gitmeye ve şehir şehir dolaşmaya başladım. O dönem annemle babam ayrıldı. Ben de kazandığım parayla babalık görevini üstlendim. 6 kardeşime ve anneme bakıyordum. Mecburen annem ve kardeşlerim arkamda tüm Türkiye’yi, hatta Amerika, Londra ve Almanya’yı bile dolaştık. O dönemde kapılar kapanırdı, rezervesiz kimse içeri giremezdi, koca salonlar dolar taşardı.
SANATÇIYA HÜRMET EDİLİRDİ
- Biraz bahseder misiniz o günlerin pavyon kültüründen?
- Pavyon bir okul gibidir aslında, bütün sanatçılar pavyondan gelmedir yani. Çok güzeldi o günler. Hâlâ o dönemi özlerim ama artık anlayış değişti. Sanatçıya çok değer verilirdi, sanatçı ulaşılamazdı. Mesela ben müşterinin bana bir şekilde ulaştığını bilmem. Bizi sahnede görüyorlardı ve orada olay bitiyordu. Çok saygı duyuyorlardı. Ama ne hediyeler alırdık, ne kadar hürmet ederlerdi... Ama hediye verip de bir yere çıkarayım gibi değil. Hürmetten ve sevgiden... Herkes kafa önde dinlerdi. Asla kaldırıp şuna şöyle bir bakayım demezdi. Şimdi ortam çok kötü. Oysa biz çok güzel bir dönem yaşamıştık.
- Kız çıkarırım diye düşünenler oluyor muydu?
- Bu kadar çok geldiklerine göre oluyordu herhalde. Ama tabii sırf ses dinlemek için gelenler de çok oluyordu. Mesela benim her gittiğim yere peşimden gelen müşterilerim vardı. Antep’e gidiyordum Antep’e, Adana’ya gidiyordum Adana’ya geliyorlardı. Sahneden memnun olmayıp, otelden telefonla “N’olur bunu da söyler misiniz” diyenler oluyordu ama ben işin hiç kadın-erkek ilişkisi boyutunu düşünmezdim.
- O yıllarda hiç zorluklar yaşadınız mı? Yani peşinizi bırakmayan, kaldığınız yeri bulanlar oluyor muydu?
- Evet oluyordu tabii. Hatta mahkemelik bile oldum bunlar yüzünden ben. Kapıma silahla dayananlar mı olmadı dersiniz? Sizin hiç ilginiz olmasa bile bir şekilde biri dolduruyor onları. Çok olaylar yaşadım.
- Neden mahkemelik oldunuz?
- Eşimden ayrı olduğum bir dönemdi. Ankara’da ailece görüştüğümüz bir subay ayrılmamı fırsat bildi herhalde. Onu bir arkadaşı doldurmuş, “Afet sana bayılıyor” diye. Oysa hiç öyle bir şey yok. Son derece resmi görüştüğümüz biri. Bir gün bir arkadaşı “Evinde seni bekliyor, seninle kahve içecek” demiş. Kapımı çaldı ama ben öyle gecenin bir saati asla kapı açmam. “Kim o” dedim, “Benim bir kahve içeceğim” dedi. Kapıyı açmadan “Bu saatte kahve mi olur? Ben böyle bir davette bulunmadım, lütfen gidin” dedim. Bu kızdı tabii “Sen beni bekliyormuşsun. Niye ikili oynuyorsun?” diye. Ödüm koptu, evde de tek başımayım. Silahın arkasıyla kapıya vuruyor, kapıyı tekmeliyor. Hemen polis çağırdım ben de. Subay olduğu için ifadesini alamadılar, askerler geldi. Hiçbir ilgim olmadan böyle bir rezillik de yaşadım maalesef. Bu işin böyle tarafları da var işte.
- Hiç kızdığınız bir hediye geldi mi peki?
- Bir kere çirkin bir hediye geldi. Hediyeyle birlikte bir teklif yani... Bir kere Boğaz’da bir gazinoda 8 arkadaş toplanmıştık. O zamanki Sarıyer Zabıta Müdürü de vardı. Daha önce düğünlerine falan gitmiştim, o nedenle ailece tanışırdık. Otururken bana Sarıyer’de bir villa anahtarı uzatıp “Bir evet de” dedi. Hakikaten şaşırmıştım ve kendimi çok çirkin hissetmiştim. Çok aşağılanmış hissettim. Masayı dağıtıp hemen çektim gittim.
- Bir anahtarla ben bu kızı kaparım mı deniliyor?
- Evet maalesef öyle sanılıyor çünkü böyle pek çok olay yaşandı. Sanatçıyım diye geçinen ama bu tarz olaylar yaşayan pek çok insan oldu.Kapıma gelip ateş edenler bile oldu
- Ne anlamda kötüydü o yıllar?
- Türkiye’ye döndüğüm zaman ortamın çok bozulduğunu gördüm. Doğru düzgün sanatçıya hürmet kalmamıştı. Bir de mafya çok türemişti. O zamanlar rahmetli Atilla Kaya arkadaşımdı. Çocukken biz çok iyiydik, hatta benim çocukluk aşkımdı o. Benim için silah sıkmış, intihar etmişti! İntihar edip kolunda serumla hastaneden kaçıp bana gelmişti. Çocukluk işte... Daha sonra mafya işlerine bulaşmış. Bir gün ben İstanbul’da bir gazinoda çalışırken baktım ön masada Atilla oturuyor. Benim tanımadığım ama yine mafyadan olan kendi gibi iki delikanlıyla birlikte... Üçü de alkollüler çok. Biz düğün salonlarında çalışırken ikimizin bir şarkısı vardı, onu istedi benden. İçerisi de çok kalabalık ve programın sonlarına gelmek üzereyiz, zaman daralmış. Sırada birçok söz verdiğim insan var. Atilla’ya nazım geçer, nasılsa çocukluktan arkadaşım diye düşünerek ona “Sana bugün söylemesem ne olur? Ben sana özel de söylerim” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştım. Ama nerede, barut fıçısı gibi içmiş. O sırada arkadaşları onu doldurmuş, “Seni adam yerine koymadı, şarkını söylemedi. Oysa sen buna bu kadar değer veriyorsun” diye. Son parçada beni çağırdı ve “Afetciğim eğer şarkımı söylemezsen silah sıkacağım” dedi. Ben de o kadar kızdım ki, böyle şeylerden hiç korkmam, üstüne üstüne giderim kim olursa olsun. “Silah mı sıkacaksın? Sık da göreyim” dedim ve sahneden indim. İçeride de Şişli Emniyet Müdürü var. Eve gittim, yattım. Uykumun arasında bir kargaşa, kıyamet kopuyor ama... Atilla 3 arkadaşıyla gelmiş cama, aşağıdan ateş ediyor. Benim kimseyle işim olmaz, kimseye takılmam, alkol almam, sigara içmem. Sadece bir sahne tutkunuyum. Düşünüyorum kimle ne işim olur, kim bana silah sıkabilir diye. Hemen aklıma Atilla geldi tabii. Polisi aradım ve şikâyet ettim. Polisler gitti aldı tabii bunu. Bir de sanatçıyım ve kendimi de aklamam lazım. Gazeteciler geldi manşet olduk! 8 yıl ağır hapis cezası aldı, çok üzülmüştüm ama yapacak bir şeyim de yoktu. Ziyarete gittiğimde elleri ayakları zincirli geldi. Bu olay gibi daha neler yaşandı. Bülent Ersoy vuruldu mesela. Baktım ki herkesin belinde silah ve bu durum önlenemiyor, en iyisi bırakmak dedim. Küstüm sahnelere, benim ne işim var onların arasında dedim. Bu işin güzelliklerini yaşamış biri olarak o dejenerasyonu görmek istemedim aslında. Bir kadın olarak zor ve bana da bunlar çok ters. Şimdi geriye dönüp de bakıldığında kimse bana zamanında şu çirkinliği de yaşadın diyemez. Alnım ak, o yüzden mutluyum.
Evliliğimi sürdürebilmek için sahneyi bıraktım
- Evlenince bırakmanızı eşiniz mi istedi?
- Evet. Daha doğrusu ufak tefek işlere gidiyordum. Kıramayacağım arkadaşlarım yılbaşında falan aradıklarında... Ama o ara eşim krize giriyordu. Nedense erkekler böyle bir tuhaf oluyor. Kıskançlıklar oluyordu, ben de evliliğimi devam ettirebilmek için, huzursuzluk olmasın diye bıraktım.
- Nasıl tanışıp, evlendiniz?
- Benim prensibimdi, bu âlemden olmayacak hayatımdaki insan demiştim. Mersin’de iş için kaldığım otelde bir gün çok sıkıntılıydım. Kolay kolay iş için gittiğim yerlerde lobiye inmem ama o gün indim. Gazinoyla problemlerim vardı, anlaşamamıştık. Elbiselerimi almak istiyordum ama adam elbiselerimi vermiyordu. Böyle bir stresli zamanda birden filmlerdeki gibi bir havayla içeri girdi. İster istemez “Bu da kim?” diye bir baktım. Kumar oynamış, “Artık oynamayacağım bu kumarı” diyor. Yanlış anlamayın ama erkek olarak bakmadım. Ne kadar iradesiz olduğuna, oynamayacağım artık diye verdiği mücadelesine baktım. Sonra bırakmadı peşimi. Ben tabii çok rahatsız oldum ve derhal yukarı odama çıktım. Alkollüdür bir şey olur dedim. Bir baktım odadan telefondan arıyor. Son derece de kibardı. Demek ki benim de konuşasım varmış, konuşmaya başladım o gün onunla. Böylece arkadaş olduk. Çok farklı bir insandı, çok zeki ve yetenekliydi. Onun kişiliğine hayran oldum ve evlendik. O dönem de kötüydü zaten. O da benim peşimden bu kadar koşunca, “Tamam o zaman evleniyorum ve çekiliyorum” dedim. Güzel bir evlilik yaşadık. 2 tane de çocuğumuz var.En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?