Robert Bryndza'dan 'Buzdaki Kız'
“Buzdaki Kız”, Slovak asıllı polis Erika’nın vahşice öldürülmüş, zengin bir genç bir kadının cinayetini araştırmasını konu alıyor. Erika araştırma boyunca hem kurbanın nüfuzlu ailesinden gelen baskılarla hem de kendi teşkilatının seksizmiyle mücadele etmek zorunda.
Yepyeni bir kadın dedektif
İyi bir polisiye romanı asla sadece suçu kimin işlediğiyle ilgili değildir. Polisiye, türünün doğası gereği toplumun içini oyan kötülük ve yozlaşmayı ve bunları perçinleyen (aile, okul, bürokrasi, yargı ve polis gibi) kurumları ele alır. Polisiyenin Altın Çağı’nda (1920 ve 30’lar) çok popüler olan ve tek bir malikânede geçen, dış dünyayla ilişkisi yokmuş gibi gözüken “kapalı oda” polisiyeleri bile aristokrat sınıfa ve her an yıkılabilecek sahte toplumsal huzur ve düzene dair bir eleştiridir. Fakat polisiye türü zaman içinde, Altın Çağ’ın üstü örtülü ve bilinçaltı eleştirilerinden uzaklaşıp, toplumsal kaygıları doğrudan ele alacak bir yönde gelişti. Günümüzün çok satan ve izlenen polisiyelerinin ortak özelliği toplumsal bir kötülüğü saklandığı köşeden çıkarıp, tüm karmaşıklığıyla ele alması.
Eğer iyi bir polisiyenin gücünün bir kısmı toplumsal yozlaşmayı ele alış biçiminden geliyorsa, diğer bir kısmı da detektif karakterinden gelir. İlk örneklerinden günümüze (Auguste Dupin, Sherlock Holmes, Miss Marple, Kurt Wallander, vb.) polisiye romanının taşıyıcı unsuru kendine has bir karakteri ve yöntemi olan detektiftir. Bu yüzden raflarda aynı detektifin maceralarını konu alan serileri sıkça görürüz. Hiçbir yazar okuyucuyu etkilemeyi başarmış ve formülü tutturmuş bir detektifi kolay kolay çöpe atmaz. Her ne kadar 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar kurgusal erkek detektifler türe hâkim olmuş olsalar da, 1970’lerden itibaren feminist hareketin görünürlüğünün artması ve taleplerini bir bir elde etmesiyle, yerlerini kadın detektiflere bıraktılar. Günümüzde hem ekranda hem de edebiyatta (Sara Paretsky’nin Sert Oyun romanıyla ilk kez tanıştığımız) seksi ve sert Warshawski gibi detektiflerden, (Danimarka dizisi Forbrydelsen’deki) Sarah Lund gibi saplantılı ve dış görünüşüne önem vermeyen bir polise ve (Stieg Larsson’un Milennium Serisi’ndeki) Lisbeth Salander gibi asosyal ve amatör genç bir detektife uzanan birbirinden farklı kadın karakterin polisiyeyi hâlâ güncel kıldığını ve türe en büyük başarıları kazandırdığını söylemek abartılı bir iddia olmayacaktır.
KURALLARA KAFA TUTMA
Roberth Bryndza romanı Buzdaki Kız’da yukarıda bahsettiğim iki altın kuralın (yani suça sebep veren toplumsal bir sorun ve öne çıkan detektif karakteri) artık neredeyse bir formüle dönüştüğüne dair iyi bir örnek. Roman, Slovak asıllı polis Erika’nın vahşice öldürülmüş, zengin bir genç bir kadının cinayetini araştırmasını konu alıyor. Erika araştırma boyunca hem kurbanın nüfuzlu ailesinden gelen baskılarla hem de kendi teşkilatının seksizmiyle mücadele etmek zorunda. Hâlâ erkeklerin hüküm sürdüğü bir kurumda, Erika bir yandan ölen kadının (ve diğer başka kurbanların) cinsel tercihleri ve geçmişleri yüzünden önemsizleştirilmesine karşı mücadele ederken bir yandan da kendi travmatik geçmişiyle boğuşuyor. Sorgulamalar esnasında İngiliz toplumunun farklı kesimlerinin ırkçılığı ve yabancı düşmanlığı gözler önüne seriliyor. Erika’nın hem Slovak asıllı hem de kadın olması ilk başta bir dezavantaj gibi gözükse de aslında bu özellikler ona bu davaya bambaşka biçimde yaklaşmasının, genel geçer kanı ve kurallara karşı kafa tutmasının önünü açıyor.
“MASUM” IRKÇILIK
Romanın, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığı satır aralarında olay örgüsüne yedirişi gözlerden kaçmıyor. Mesela sorgulanan bir tanık, laf arasında İşçi Bulma Kurumu’na kayıtlı göçmen işçilerin ülkeyi sömürdüğünü söylüyor, polis teşkilatı Doğu Avrupa’dan göçen ve seks işçiliğine zorlanan kadınlara karşı işlenen suçları ciddiye almıyor. Erika’nın siyah ortağı Peterson’ın maruz kaldığı gündelik ırkçılık da oldukça gerçekçi (ve mizahi) bir biçimde ele alınmış. Bir sorguda tanıklardan biri Peterson’a ekranların siyah detektifi Luther’a benzediğini söylüyor ve bunu daha önce ona söyleyen olup olmadığını soruyor. Peterson’ın verdiği cevap her gün bunun gibi “masum” ırkçılığa maruz kalarak olgunlaşmış birinin cevabı: “Sizin gibiler genelde söylüyor.” Yine aynı şekilde romanın sonlarında başka bir tanık, Peterson’la alay etmek için onun şu çok aranan siyah James Bond olabileceğini söylüyor.
Yazarın toplumsal duyarlılık konusunda eksiği olmadığı ortada. Fakat okuyucu çok kültürlü İngiliz toplumu ve onun sorunlarını ele almak isteyen bu romanın odağını kaybettiğini düşünmeden de edemiyor. Hiç kuşkusuz yazar bu romanı Erika Foster serisinin ilki olacak şekilde tasarlamış ve kendi yaklaşımına dair de küçük örnekler sunmak istemiş, fakat bu esnada karanlık, karmaşık ve inandırıcı bir olay örgüsü yaratmaktan da ödün vermiş. Romanın öne çıkan başarısı Erika karakteri. Yazar sisteme kafa tutan, duygusal, katmanlı kadın polis karakter formülü tutturmuş. Eğer serinin ikincisinde toplumsal gerçekliği daha sık dokunmuş bir olay örgüsü içerisinde incelemeyi başardıysa (serinin ikincisi Haziran 2016’da İngilizce yayınlanmış), işte o zaman Miss Marple ve onun varisleri aralarında Erika’ya da yer açacaktır.
Buzdaki Kız / Robert Bryndza / Çeviren: Merve Solmaz / Yabancı Yayınları / 416 s.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması