Sarmaşıklar arasında bir grafik roman

Yekta Kopan’ın aynı isimli öyküsünden Levent Gönenç’in çizdiği edebiyat uyarlaması, Sarmaşık grafik romanı; aile tarihi, kuşak çatışması, yas ve kayıpla baş etme süreciyle otobiyografik katmanlı bir baba oğul hikâyesi. Sarmaşık, bir baba oğul hikâyesi anlatıyor, otobiyografik bir katmanı var, aile tarihini, kuşak çatışmasını, yas sürecini, kayıpla baş etme sürecini okuyoruz. Mekân sıkışması, oğulun travmalarıyla örtüşüyor. Hikâyeye bu yönden bakınca global ölçekli grafik roman literatürü de bunları dert ediyor demeliyiz.

Yayınlanma: 06.04.2021 - 00:03
Abone Ol google-news

Çizgi roman, en azından başlangıçta, gazete patronlarının satışları artırmak için icat ettiği bir anlatım biçimiydi… Çizilenlere bakarak hemen anlaşılabilecek, derinlemesine bir okuryazarlık gerektirmeyecek bir anlatım biçimi düşünülmüş, mizah ile karikatürün sevimli yönünü harmanlayarak, birbirini izleyen resimlerle anlatılan bir tefrikacılığa başlanmıştı. Renkli resimlerle tam sayfa yayımlanan ve satışları artıran yeni “medium”a karikatür ve mizah ilişkisinden hareketle neşeli (ve komik) bir isim seçilmiş, “comics” denmişti… Bunları niye anlattım? Her anlatım aracının bir başlangıcı vardır ve o evrede kazanılan karakteristik, o mecranın ömrünü ve geleceğini belirler.

Çizgi romanlar, gazetelerin manşet ve sansasyon mantığıyla olağanüstü hikayeler anlatan, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilen basit, komik, heyecanlı, sürükleyici tahkiyelerle var oldular. O sebeple en çok da çocukların ilgisini çektiler. Çocuksu mu yoksa naif mi demeli, bu hikâye mantığı, başarılı oldukça çizgi romanı büyüyen bir endüstriye dönüştürdü ve Amerika’dan tüm dünyaya yayıldı.

ÇİZGİ ROMAN YENİLENMEK ZORUNDAYDI

Endüstri vurgusunu boşa söylemedim, siz, sahiden büyük paralar kazanan, bir piyasa oluşturabilen global bir anlatım aracı yaratırsanız, pazarlanan o ürünün dikkatle korunması, siyaseten ve ticareten “doğru” olması, çocuklar kadar ebeveynlerin beğenisini kazanması, geliştirilebilir ve sürdürülebilir olması gerekir.

Endüstriden, pazarlamadan söz etsek de iki unsur, gel zaman git zaman, işi karmaşıklaştırdı ve ihtiyaca dönüşerek piyasa mantığını farklılaşmaya zorladı. Birincisi, çizgi roman okuyarak büyüyen çocuklar, okuma alışkanlıklarını sürdürebilirlerdi ama onlara göre bir üretim yapılmıyordu.

İkincisi, çizgi roman üreticileri, sanatçıydılar ve piyasa mantığının dayattığı klişelerle hikâye anlatmaktan hazzetmiyorlardı. Üstelik, bir hikâye anlatma sanatı olarak çizgi romanın rekabet etmek zorunda olduğu başka eğlenceler ve estetik olarak yeni gözüken mecralar ortaya çıkmıştı… Çizgi roman, kendini yenilemek zorundaydı.

Bugünden geriye doğru, aşağı yukarı altmış yıldır süren bir yenilenme çabasından söz edebilmek mümkün. Günümüzde, son yirmi yılda ortaya çıkan ve grafik roman dediğimiz, çizgi romanın yeni evresi sayılan estetik ve edebi eğilime ulaşıncaya kadar epeyce şey denendi.


Comix dediğimiz underground eğilimler, çizgi romanı edebiyata yakınlaştırmak isteyen BD Novel veya ComicLit gibi nitelemeler arayışların çeşitli adlandırmalarıydı.

Biz comics’e, 1930’lu yıllarda “Sinema Romanı” veya “Resimle Roman” demeyi tercih etmişiz. Sonraki yıllarda “Resimli Roman” denmiş, 1970’lerden itibaren de “Çizgi Roman”… bu sebeple biz Comics-Graphic Novel ayrımını çok anlayamıyoruz… Çizgi Roman-Grafik Roman ayrımı, örneğin Amerika’daki kadar keskin gelmiyor bize…

Çizgi romanlar, geleneksel anlamda bir kahramanın, daha ziyade muktedir bir erkeğin kötülere galebe çalmasını anlatır. Kıyametvari finalleri vardır, bağırarak konuşan, ünlem işaretli cümleler kuran tiplemeleri izleriz. Ne dersek diyelim, serüven edebiyatının içinde dolanan anlatılardır bunlar.

Grafik romansa, tam da bu mantığa tepkidir, insani bir mesele anlatır, otobiyografik nitelikler, aile tarihi, zaaflar, yenilgiler resmedilir. Grafik romanda endüstriyel kodlar, her şeye gücü yeten kahramanlar ya da klişe bir düalizm yoktur.

Çoksatar kitap olmak, bir mantığı gerektirir, içeriği ta baştan belirler, satar ya da satmaz o ayrı bir şeydir. Grafik romanlar bu bakımdan bir tepkidir ve zaten o refleks, edebi bir dilin taşıyıcısı olmayı gerektirir.


GRAFİK ROMANI TARTIŞMAK

Yakınlarda Yekta Kopan’ın aynı adlı öyküsünden Levent Gönenç’in çizdiği bir edebiyat uyarlaması, Sarmaşık grafik romanı yayımlandı. Acaba diyorum, böyle bir çalışma, çok değil yirmi yıl önce uyarlanabilir ve ayrıca kitap olarak çıkabilir miydi? Tamam, kabul, grafik romanı tartışabilmek adına “What if” sorusu soruyorum… Batıda ve bizde edebiyat uyarlamaları yok değildi ama genellikle serüven edebiyatından seçimler yapılıyor, hareketli anlatılar tercih ediliyordu. Yapıp edilen, çocuk kitaplarının çizgi romana adapte edilmesiydi aslında. Çocuksu olan, çocuksu olanı arayıp buluyordu.

Ayrıca bir çizgi romanın kitap olması çok zordu, çünkü çizgi roman gazete bayilerinde görülebilen, çok satması beklenen, sahiden çok satan yayınlardı. Çizgi roman yayıncıları kitap satışlarıyla, onlardan gelen kazançla yetinemeyecek kadar “büyük” yayıncılardı.

Hakeza çizgi roman üreticileri, piyasanın içinde yüksek maaşla geçinen, büyük telifler kazanabilen isimlerdi, ne kazanacağını bilmeden, garanti edilmeden çizmiyor, yazmıyorlardı.

Sarmaşık, o günün koşullarında hem ticari olarak doğru bir seçim değildi hem de çizgi romana uygun bulunmazdı. Hikaye olarak çizgi romana yavaş gelirdi ve hatta, büyük bir yayınevi yayım için çizgi romanı “ucuz şöhreti” nedeniyle tercih etmezdi diyelim.

Peki, bu kadar yıl sonra ne değişti? Gazete bayileri kayboldu, dergiler gazeteler kapandı kapanacak durumda… varolan bütün yayınlar, zincir kitabevlerine toplaştı, her şey de o zincirin konseptine göre değişti diyebiliriz, çok da yanlış olmaz.

Oysa ben, çizgi romanın genel algısının değişmesinden söz ediyorum. Çizgi roman, çok daha önce kitabevlerine girmişti, büyük yayıncıların yayın programlarına dahil edilmişti. Çünkü, edebi olarak iyi hikayeler anlatmaya başlamıştı, boşuna “Pulitzer” kazanmamıştı, önemli ödüllerin jürilerinde bir yenilik olarak konuşuluyordu.

Grafik romanı, çizgi romanı klişelerinden kurtarmak gibi bir arayış sayarsak, bizdeki ilk denemeler, ancak, 1980’li yıllarda gerçekleşebildi. İlban Ertem, Engin Ergönültaş ve Nuri Kurtcebe gibi isimlerle başladı. Haftalık mizah dergilerinde kendilerinden beklenen okuru güldürme telaşına ve kahramanla özdeşleşmeye muhalefet eden çizgi romanlar yapıyorlardı.

Kurtcebe, serüven edebiyatı içinde kalarak bilim kurgu ve fantastiğe evrilen bir tarz denese de Ertem ve Ergönültaş, edebiyata yakın duran bir üslupla cebelleşiyorlardı ki Sarmaşık, bu bakımdan onların paltosundan çıkmış sayılabilir.

DUYGUSAL ETKİYİ PEKİŞTİRECEK ALIŞKANLIK

Gönenç, Sarmaşık’ta bence şunu denemiş, bol betimlemeli, psikolojik derinlik kuran bir öyküyü, ardışıklıkla nasıl görselleştireceğini düşünmüş…

Öykünün zaten bir kurgusu ve devamlılığı var denebilir, e sonuçta çizgi roman da çizgilerle-resimlerle anlatılan bir anlatım biçimi değil mi? Hayır, sadece o değil. Ardışıklık kurarak sizi bir sonraki kareye götürecek bir devamlılık kurmanız gerekir. Mesele, Sarmaşık metnini resimlemek olamaz… ki zaten isteyen o öyküyü açar okur.

Gönenç, anlatımda buluşlar yapmaya çalışmış, okumayı hem kolaylaştıracak, hem de duygusal etkiyi pekiştirecek bir akışkanlık aramış…

Bu vesileyle bir parantez açalım, çizgiyle anlatılan, kendisini resimler arasındaki ardışıklık ile ifade eden bir “sanat” olarak çizgi romanda çizgiler ve çizer yeteneği en önemli unsur sayılır. Çizerin sahne istifine, kareye tekrar tekrar baktırmasına her zaman büyük değer atfedilir.


Hafifsediğim düşünülmesin, önemsiz demiyorum ama o görsellik ve çizer gösterisi hikâyenin önüne geçebiliyor, bana en azından bazen abartılıyor gibi geliyor, çizgi roman bir hikâye anlatma biçimi olduğunu unutmamalıyız. İyi çizilmiş kare değil kareler arası devamlılık daha önemli. Grafik roman bize bunu gösterdi çünkü.

Çizgi romanın ilk büyük yıldızları olan Alex Raymond ve Hal Foster’i, isimleri grafik romanla hatırlanan Art Spiegelman ve Marjane Satrapi ile kıyaslayın… İlk ikisi deha ölçeğinde çok yetenekli çizerlerdir ama diğer ikisi, bizi çizgileriyle değil hikâye anlatma maharetleriyle etkilerler.

Anlattıkları bizi öyle sürükler ki, çizgilerinin naifliğini, kimi zaman yeknesaklığını görmeyiz bile… Bakmayız, okuruz, okuduğumuz şey, bizi duraklatır, rahatsız eder… Güzel kadınların, yakışıklı erkeklerin kendini gösterdiği, iyilerle kötülerin mücadele ettiği “net” bir text değildir okuduğumuz. Arada kalırız, muğlaklık bizi düşündürür ve zorlar.

Sarmaşık, bir baba oğul hikâyesi anlatıyor, otobiyografik bir katmanı var, aile tarihini, kuşak çatışmasını, yas sürecini, kayıpla başetme sürecini okuyoruz. Kaybeden bir oğul, vefat etmiş babasını “çağırıyor”, onunla didişiyor, kendiyle özdeşletiriyor, kendinden ayırıyor, kötü giden hayatı için çıkışlar arıyor ve toparlanmaya çalışıyor. Mekân sıkışması, oğulun travmalarıyla örtüşüyor.

Hikâyeye bu yönden bakınca global ölçekli grafik roman literatürü de bunları mesele ediyor demeliyiz. Geçmişte bizim çizgi romanımızda kahramanlarımız bu kadar saplantılı olmazdı, eğer oluyorsa sonu genellikle ölümle, intiharla, delirmekle tamamlanırdı. Çizgi romanlar evirir çevirir, olağanüstüyü arardı demek daha doğru.

Ünlü bir çizgi romancımız, “çizgi roman yavaş olamaz” iddiasında bulunurdu, kendi mantığı ve dönemi içinde doğru bir saptamaydı. Oysa artık çizgi roman “süratiyle” hatırlanan veya o yönüyle rekabete girebilecek bir medium değil… Bu yüzden grafik roman başka bir tempo kurdu… kuruyor… Bu yüzden daha yeni duruyor.

Sarmaşık, bu yönüyle çok ilgi çekici, grafik romanın bir anlatma (storytelling) arayışı olduğunun farkında olan bir deneme, onu hissettiriyor.

Sarmaşık / Yekta Kopan, Levent Gönenç / Can Yayınları / 160 s. / 2020.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler