Selim İleri: Yeni ‘palto’ mevcut... Giymesini bilene!
Selim İleri, otobiyografik izler de taşıyan “Bir Gölge Gibi Silineceksin” adlı kitabında, kıyıda köşede kalmış, geçmiş zaman okumalarındaki çiziktirmelerini gün yüzüne çıkarıyor. Eski Türk edebiyatçıları başta pek çok sanatçı ve yapıtlarının yaratısındaki kelebek etkilerini paylaşan usta yazar, geçmiş dönemlerin kültür ortamının haritasını çiziyor.
Selim
İleri, “Bir Gölge Gibi Silineceksin”de kıyıda köşede kalmış, geçmiş zaman
okumalarındaki çiziktirmelerini gün yüzüne çıkarıyor. Eski Türk edebiyatçıları
başta pek çok sanatçı ve yapıtlarının yaratısındaki kelebek etkilerini paylaşan
usta yazar, geçmiş dönemlerin kültür ortamının haritasını çiziyor. İçsel
ifadesini hüzün ve yalnızlık duygularıyla incelikle kardığı, öz yaşamının ve
yazarlığının her yaş dönümünden otobiyografik izler de taşıyan
çiziktirmelerinde, yıllar sonra eleştirilerinde haksızlık ettiğini düşündüğü
yazarlara ilişkin özeleştirilerine de yer veriyor.
ANIMSAYIŞLAR…
-
Ağırlıklı olarak Türk edebiyatı olmak üzere pek çok usta, yazar, şair ve
ressamın yaşamları ve yapıtlarının yaratınızdaki kelebek etkilerini
paylaştığınız bu çiziktirmelerinizin belli bir tarih sıralaması yok.
-
Yok. Çok eski çiziktirmeler de var. 35-40 senelik notlar var. 1978’den
başlıyor, 2019’a getiriyorum.
-
Anlık yazmışsınız değil mi?
-
En iyi alımlama o, evet; anlık. Bazıları ise sonradan yazıya dönüşmüş ama
çekirdek burada kalmış. Mesela Oktay Rifat’ın “Bir Kadının Penceresinden”i çok
önemsediğim bir romandır. Ona ilişkin ilk notları olduğu gibi yayımladım.
-
Otobiyografik anılarla epey süre başabaş gidiyor.
-
Yayınevi de arka kapakta “anımsayış” nitelemesinde bulundu. Yeni bir tür gibi.
YERİNE
OTURTMAK!
-
Bazı özeleştiri ve itiraflara rast geliyoruz. Yıllar önce eleştirdiğiniz bazı
kitapları bu yaşınızda yeniden okuduğunuzda; “haksızlık ettiğimi görüyorum”
diyorsunuz.
-
Evet, Reşat Nuri var mesela. Sonra alaycı dille eleştirdiğim Halide Edip’in
“Handan”ı bir vicdan azabı oldu bana. Birikim Dergisi’nde 1980 öncesi o romanın
dilini, sahnelerini, duygularını alaya alan bir yazım yayımlanmıştı. Aslında
yazıyı yazarken bile romanın etkisi altındaydım. Yani yalan söylüyordum! Yeni
bir bakış açısının biraz da öyle olması gerektiğini düşünüyordum. O yıllarda
bir lakırdı vardı: Yerine oturtmak! Yerine oturttuğumu zannediyordum. Ben
yerime oturdum!
Yaşlandıkça
başka yazarlardan başka kitaplar konusunda da yanıldığımı fark ettim. “Çağdaşlık
Sorunları” adlı kitabımı (1978) yeniden basmayı çok isteyen oldu meselâ. Sonra
o kitaptan hep nefret ettim. O aşağılayıcı bakış açısından, gençliğin getirdiği
kibirden!
Bayağı
kibirliydim. Hatta Muzaffer Buyrukçu’nun güncelerinden birinde çok acı ama çok
etkileyici bir ifadesi vardır: “Onu efendi bir çocuk olarak görüyordum. Ne
olmuş buna böyle. Selâm verdim. Kafasını çevirdi” diyor. Herhalde kafamı
çevirmemişimdir ama bir şey hissetmiş ki öyle yazmış. Sonra Allahtan çok dost
olduk.
-
Toplamda tüm bir kültür ortamının adeta haritasını çıkarıyorsunuz.
Otobiyografik izler azalırken yerini ağırlıkla Türk edebiyat ve sanat ortamına
ilişkin tek ve toplu değerlendirmeleriniz alıyor. Bir İstanbul Türk Tiyatrosu
incelemeniz örneğin; hayli derin..
-
En sevdiğim yazılarımdan biridir. Sevgili Gülriz Sururi, Toto Karaca, Muammer
Karaca, Gönül Ülkü, Gazanfer Özcanlarla örgün o dünyanın büyüsünü yazmaya
çalıştım. Sevgili dostum Gönül Hanım’ın ölümünden sonra yazmış, yayımlayacak
yer bulamamıştım.
-
Çeviri dünyamıza ilişkin yazınız da aynı yoğunlukta.
-
Evet; 2000’lerin başında yazdığım yine yayımlanmamış bir yazımdır.
‘EDEBİYATÇILAR,
TİYATROCULAR, RESSAMLAR BİRBİRİNDEN KOPUK DEĞİLDİ’
-
O dönemlerin kültür sanat ortamıyla bugünü kıyaslarsınız başlıca tespitiniz ne
olurdu?
-
Edebiyatçılar, tiyatrocular, ressamlar bugünkü gibi birbirinden kopuk değildi.
Birbirlerinden öz alıyor, düşünce alışverişinde bulunuyorlardı. Şimdiki gibi
satış endeksli, kendini sunmaya endeksli bir dünya yoktu. İnsanlar varla yok
arasıydılar.. Kıskançlıklar, kavgalar oluyordu ama genel çizgide müthiş bir
nitelik farkı vardı.
-
Aynı şekilde kitabınızda tam bir resim sevgisiyle hareket ediyorsunuz. Bu
çiziktirmeler nasıl bir resim çiziyor?
-
Çocukluğumdan itibaren resim karşısında hep heyecana kapıldım ve o heyecan hiç
dinmedi. Hepsine yer veremedim ama bilhassa o Batılı tarz resme geçilen dönemin
unutulmaz ressamlarından Nazmi Ziya’ya, Avni Lifij’e yer vermeden edemedim.
Toulouse-Lautrec’e ayrı bir yer ayırdım. “Bendeki Ressamlar” diye bir tasarım
da var.
‘BUGÜNÜN
EDEBİYATI FAZLA TEKNİĞE DAYALI’
-
Yeni Türk Edebiyatı metinleriyle eskilerini kıyasladığınızda ne dikkatinizi çekiyor?
-
Bugünün edebiyatı fazla tekniğe dayalı, büyük duyguların yalıtıldığı, fazla
yalınlaştırılmış bir edebiyat. Hiç bana göre değil. Gençlere de tavsiye
edilecek önemli noktalardan biridir: Okudukları metni sadece içeriksel olarak
değil yöntemsel olarak da incelemeliler. Sanatın tüm dalları için geçerli bu. Tiyatroda
da aynı; ağlamak yok, beden diliyle ağlayacaksın diyorlar. Edebiyatta da böyle
artık. Ben, o eski alışkanlıkla hakiki ağlamayı tercih ediyorum.
VİCDAN
AZABIM!
-
Kaleminiz eski Türkçe’nin duygusallığına çok yakın..
-
Artık öyle. Ancak elliden, altmıştan sonra öyle oldu. Gençlik yıllarımda öz
Türkçe tutkumdu. Şöyle diyeyim; kurtuldum çünkü öz Türkçecilik de bir baskı
gibiydi.
Kitapta
da Haşim’in “O Beldesi”nden bir mısraını örnek verdim. Düşünebiliyor musunuz;
“Melâli anlamayan nesle âşina değiliz”i şöyle öz Türkçeleştirmişim: “Üzüncü
anlamayan kuşağa tanış değiliz”… Vicdan azabımdır! Oysa o devrin dili,
sosyolojisi o kelimelerle bütünleşiyor. Değiştirdiğinizde ruhu gidiyor. O
konuda da bir senteze gitmek gerektiğini düşünüyorum.
‘GİT
GİDE SENTEZCİ OLDUM!’
-
Sentez demişken.. Bizdeki en önemli sentez kitapta da irdelediğiniz gibi
Doğu-Batı sentezi konusu. Nasıl bakıyorsunuz?
-
Git gide sentezci oldum. Yaşın getirdiği bir durum da olabilir. Hâlâ okunan,
hayranlık yaratmış yazarların hepsinde sentezci bir yaklaşım olduğunu
görürsünüz.
Doğu-Batı
sentezi konusunda ise bilhassa Kemal Tahir ile Peyami Safa zaman zaman şefkati
elden bırakmışlar. Hele yolun sonundaki Kemal Tahir’e baktığınızda yolun
başındaki Kemal Tahir’den çok daha sert olduğunu görürsünüz.
Ahmet
Hamdi Tanpınar ise öyle değil, nötr kalmış, ikircikli kalmış. Reşat Nuri
Güntekin ise en ağır, menfii eleştirisinde bile müthiş bir empati duygusuyla
hareket etmiş. Bilhassa Reşat Nuri daima çok etkilendiğim yazarlardan biri
olmuştur.
Bir
Oktay Akbal baştan bu yana öykündüğüm yazarımdı. Tam anlamıyla idolümdü.
Kendisiyle çok yakınlığım oldu, yazdıklarıma çok yardımcı da oldu.
Aynı
şekilde büyük hayranlık duyduğum Behçet Necatigil’e de tekrar tekrar baktığımda
hangi toplumda yaşadıklarını iyi bilen, Doğu-Batı sentezi meselesinde tam bir
idrak, tam bir bilince sahip olduklarını ve yazdıklarını görüyorum.
-
Bugün edebiyatta gördüğünüz içinden çıkılacak yeni “palto”ya ilişkin
görüşleriniz?
-
“Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi”yle İrfan Yalçın, yine son zamanlarda en
etkilendiğim romanlardan “Dün ve Ferda” ile Erendiz Atasü gibi, kaybetmiş olsak
da hala teknik olarak da içeriksel olarak da öğrenilecek çok büyük zenginlikler
olan Nezihe Meriç... Başka isimler de var kuşkusuz.
En
yeni edebiyata gelince özümsenmesine daha var tabii... Bana sorarsanız Sait
Faik’in “Havada Bulut”u edebiyatta hâlâ son derece modern bir romandır.
Giymesini bilen için “palto” mevcut, orada duruyor!
‘TÜRKİYE,
EDEBİYATI VE SANATI GEÇMİŞTE BIRAKIYOR’
-
Neden bir gölge gibi silinecekmiş Selim İleri?
-
Bunların karşılığı kalmadı. O kadar başka şeylerle uğraşılıyor ki, geriye kalan
o kadar gündelik bir dünya ki.. Halid Ziya Bey’in niye veremli bir Fellah
çocuğu yazdığı, romanına konu yaptığı artık kimi ilgilendiriyor?
Türkiye,
edebiyatı ve sanatı git gide geçmişte bırakıyor. Bu nedenle ben de bir iz
bırakıp bırakmayacağımı bilmiyorum, artık çok önemli de değil benim için.
-
Bu yüzden mi Gogol ile özdeşlik kuruyorsunuz? Yazıyorsunuz ki; “Gogol’ü biraz
kendime benzetiyorum. Ne haddime?! Yazınsal değeri açısından değil -ne
haddime!-. O ölümcül gelgiti benzetiyorum. Birçok yazarımızın, şairimizin,
hikâyecimizin, romancımızın, birçok sanatçımızın, tiyatrocumuzun, sinema
sanatçısının, birçok alçakgönüllü insanın, kimsesiz, o ölümcül gelgitte var
olduğunu düşünüyorum.”
-
Evet, kitabın en önemli temalarından birisine temas ettiniz. Sizden başka kimse
temas etmedi, bunu da söyleyeyim. Gogol çok önemli bir motiftir. Baktığınızda
sonunda çıldırıyor hiçbir yere ait olmamanın getirdiği durum çıldırmak oluyor.
Benim
hayatta bir şansım oldu, edebiyatla ilgili olmayan hiçbir işim olmadı. Ekmeğimi
edebiyatla kazanabildim. Düşünün hayran olduğum, beni yetiştiren o kuşağın çoğu
başka işler yapmak zorunda kaldı. Muhasebecilik, öğretmenlik, reklamcılık...
‘GOGOL’DEN
YOLA ÇIKARAK KENDİME VARDIM’
-
Aynı bölümün devamında da “Yolun neresindeyiz? Galiba biraz korkuyorum: Herkes
birbirini ‘öteki’leştiriyor. Herkes ‘öteki’. Kim bu ‘öteki’? Herkes birbirinin
‘öteki’si” diyorsunuz.
-
Evet, bu! Gogol üzerine çok düşündüm, yaşımın ilerlemesinin etkisiyle daha çok
düşünmeye başladım. Gogol’den yola çıkarak kendime vardım, karşılığımı onda
bulabildim sanıyorum.
-
Yeni romanınız üzerine çalıştığınızı biliyorum. Son olarak ondan bahseder
misiniz?
-
Fevkalade hüzünlü, kederli, yakın tarihimizin son 40 senedeki insan kayıpları
üzerine gelişen bir roman. Toplumsal olduğu kadar bireysel olaylar da var
içinde. 18 Kasım 2018’de başladım ama çok takıldım. Ayrıca “Abdülaziz intihar
mı etti, öldürüldü mü?” üzerinden giden bir uzun öykü üzerinde çalışıyorum.
Bir Gölge Gibi Silineceksin - Çiziktirmeler / Selim İleri / Everest Yayınları / 305 s.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti