'Seyirlik' bir mizahi hikâye

Turgut Ulucan ilk romanı "Nergis" ile yaptığı gibi yine küçük bir köyde yaşanan bir büyük hadiseyi anlatıyor. İkinci roman "Devrim Bize Güldü Geçti", Akpınar köylüsünün darbe ve komünizm ile imtihanının neşe yüklü buruk hikâyesi.

Yayınlanma: 25.04.2016 - 09:55
Abone Ol google-news

Çok da yakın olmayan bir tarihte, küçük bir köyde geçen büyük bir hikâyeyle, bir cinayetin hikâyesi olan Nergis’le edebiyat dünyasına ilk adımını atan Turgut Ulucan, ikinci romanı Devrim Bize Güldü Geçti ile okurların karşısına bu kez de postmodern dokunuşlarla ve ustalıkla kurgulanmış, çok renkli folklorik motiflerle bezenmiş, seyirlik bir mizahi hikâyeyle çıkıyor.

“Coğrafyadan ve alt-üst kimlikten münezzeh, tamamıyla Anadolu’ya özgüdür bizim köy insanlarımız. Acı çeker, hasret çeker, baskı görür, eziyet edilir, yadırganır, dışlanır, aç kalır, borca batar, çeker mavzeri birbirini vurur ama her durumda mizah yüklüdür,” diyen Ulucan, Nergis’in gerilim yüklü ağır atmosferinde dahi ara sıra okura göz kırpan mizahını Devrim Bize Güldü Geçti’de bütün yönleriyle ortaya koyuyor.

Romana ilk adımı Üzeyir Ağa’nın evinden atıyoruz. Genel atmosfere ait ilk koku da burnumuza bu evde çarpıyor. Burda henüz anlatıcı yazardır ve olayları dışardan, üçüncü bir göz olarak bize aktarır. İlerleyen bölümlerde, hikâye örülmeye devam ederken ara ara da kahramanlar doğrudan karşımıza çıkacak; bize kendi hikâyelerini, kendilerine ait “sesleri” ile birinci ağızdan anlatacaklar. Teknik olarak bu da, iki bakış açısı ve iki anlatıcı tipi kullanılması demek...

'BU SEFER KÖYLÜYLE HESABIMIZ VAR'

Romanda anlatılan Akpınar Köyü, Yozgat şehir merkezine yakın, çevre ilçeler arasında gidip gelen vasıtaların mecburi olarak içinden geçip gittiği, kendi halinde küçük bir köydür. Ancak bir zaman gelir, şehirden ve ilçelerden köye gidiş gelişler ansızın kesilir. Köylü, ilk başta duruma çok önem vermese de köye öteberi getirenler, kamyonlar, tüccarlar, çericiler de tümden ayağı kesince, bir de üstüne -yine aniden- radyo yayını kesilince, telaşlanmaya ve meraklanmaya başlar. Sonunda Zabun Lütfü kara haberi ulaştırır; asker ikinci bir ihtilâlle ülke yönetimine el koymuş, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Ancak ne var ki, bu ihtilâl komünist bir ihtilâldir ve asker bu kez, “Evvel geldiğimizde yüzümüze gülü gülüverdi de köylüye güvenip kışlamıza çekildik. Çekilmemizle koştu gitti bu köylü, demokratların önünde yuvarlandı, takkeyi, foteri başa geçirdi. Aha yine biz. Ne sandıydın? Bu sefer köylüyle hesabımız var ki kesmeden gitmek haram,” diyerek hedefe köylüyü alır. Malını mülkünü kaybetme telaşına düşen köyün en varsılı, aynı zamanda muhtarı olan Osman Ağa ve Menderes dönemi ihtilâlinde az çok yaşanan acı tecrübelerden, az çok da sağdan soldan duyduklarından dolayı askerden ödü kopan köylü, askere kendini beğendirmek, zulmünden bir nebze de olsa korunabilmek için köyün tek okumuşu Kılkuyruk Halil’in oğlu “farmason peygamber” İsmail’in önderliğinde köy meydanındaki camiyi yıkma planları kurarken, “kolnektif kararlar almak için tardışıp çekişirken” bulur.

Kurguda nispeten merkezî bir konuma sahip Zabun Lütfü, karikatür bir tip. Aslında sülalesinin köydeki lakabı Memeli olmasına rağmen, kapısında çalışmayı reddettiği için,“marazlı, sıracalı, büğdür” anlamlarına gelen bu yafta kendisine Osman Ağa tarafından yapıştırılmış. Bu durumdan da bir hayli rahatsız. Kardeşleriyle beraber Menderes dönemi rüzgârına kapılarak elinde avcunda olanı satıp İstanbul sevdasına düşen babası Topal Muhterem yoksullaşırken Osman Ağa’nın babası Gırtıl Nuri devlet desteğiyle varsıllaşmış. Lütfü, sürekli kafasından Osman Ağa’nın bağını, tarlasını, malını Akpınar’ın yoksul köylüsüne taksim eder; yüzüne karşı bir şey söyleyemese de, rüyalarında dahi sürekli Osman Ağa’yla dalaşır; bir ara Hasan Ali Hoca’nın da desteklemesiyle sırf Osman Ağa’ya karşı durmak adına muhtarlığa adaylığını koymaya bile karar verir. Ayrıca, “komünist hoca” Hasan Ali’nin öğrencisi ve arkadaşıdır; ondan okuma yazma öğrenmeye çalışır. Romanın bir bölümünde, Hasan Ali Hoca’nın Osman Ağa’nın adamları tarafından dövülüp köyden uzaklaşmaya zorlandığı bize açık açık ifade edilmese de sezdirilir. Aslında Lütfü’nün tezgâhlayıp Osman Ağa’nın başına sardığı bu “komünizm oyunu” da bir çeşit intikam planıdır.

USTALIKLA KULLANILAN DİL

Üzeyir Ağa ise hem babasıyla, hem oğluyla hem de karısıyla olan ilişkilerine dışardan şahit olabildiğimiz, diğer figürlere nazaran daha yakından tanıdığımız bir kahraman. Olup olmadık yerde ani çıkışlar yapan, Hicaz’da, Şam’da, Yemen’de, Kıbrıs’ta, hatta Kuzey Kore’de yıllarca süren askerliğine dair şaibeli hikâyeler dinlediğimiz doksan üç yaşındaki babası Sadık Dede’yle, orta yaşlara gelmesine rağmen hâlâ bir yuva kuramaması köy yerinde biraz tuhaf kaçan oğlu Muhittin’le ve karısı Hürü’yle olan tatlı çekişmelerinden onun yaşamına dair önemli ip uçları yakalarız.

Bu anlamda Üzeyir Ağa, Anadolu köylüsünün belirgin bir temsili, iyi çizilmiş bir portresi...

Üzeyir Ağa, İsmail’in bilgiçliğinden, okumuşluğundan, “köpek daha ürmeden üreceğini haber veren” akıllarından, onun Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’le ilgili anlattıklarından çok etkilenir; onu dinlerken mest olur; hatta İsmail’e torununun ismini Deniz koyacağına dair söz verir. Karısı Hürü’ye coşkuyla üretim araçlarının ortak kullanımı, mülkiyetin ortak paylaşımı, Amerikan emperyalizmine karşı mücadele anlayışı, bağımsızlık ve eşitlik gibi temel düşüncelerden bahseder. Biz de onun üzerinden ortalama bir Anadolu köylüsünün önyargılarından arınmış bir bakış açısıyla, sol ideolojiye doğrudan temas edip onu benimsemesine tanıklık ederiz. Fakat en nihayetinde bir "köylüdür" Üzeyir Ağa, rüzgâr hangi yönden eserse o tarafa döner.

Karakterlerinin özgünlüğünden bu kadar bahsetmişken, Turgut Ulucan’ın ustalıkla kullandığı dilden bahsetmemek olmaz. Çünkü karakterlerini bu kadar “gerçek” kılan, biraz da onların kendi dilleriyle konuşmaları...

Ali Püsküllüoğlu; “Yaşar Kemal'in okurunu olduğu kadar, halk kaynağına yönelmiş her yazarı, sözcük dağarcığını genişletmek isteyen, Türkçenin yöresel olanaklarına eğilmek isteyen herkesi” ilgilendireceğini düşündüğü, katalog niteliğinde bir sözlük hazırlamıştı. Şüphesiz ki Ulucan‘ın kullandığı dil malzemesi de bu tür bir çalışmaya olanak sağlayacak çeşitliliğe ve zenginliğe sahip. Ulucan, iyi kurulmuş romanlar içinde başarıyla erittiği bu malzemeyi çok yakından tanıyor ve ona istediği biçimi verebiliyor. Köy atmosferinde geçen mizah ve cinayet romanları, dile ve kurguya bu derece bir hakimiyet akla ister istemez “Acaba bu atmosferi başka bir roman türünden de izleyebilecek miyiz?” sorusunu getiriyor.

Devrim Bize Güldü Geçti / Turgut Ulucan / İletişim Yayınları / 140 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler