Soru’nun Aklı

Günümüzde toplum yozlaşması, zaten gelişmemiş ve yaygın olmayan ve son on yılda kökü kazınan entelektüel düşüncenin etkinliğini yitirmesinin sonucudur. Parasal amaçlı eylemler entelektüel idealleri gettolara tıktılar. Hepsinin arkasında Osmanlı İmparatorluğu’nu batıran ve hiçbir yaratıcı gösterisi olmayan korkunç bir cehalet birikimi var.

Soru’nun Aklı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 26.12.2014 - 18:47

Liberal ekonomi ve demokrasi allameleri (her kimseler) cehalet despotizmini çağdaş demokrasi gibi sunma marifetini de gösteriyorlar. Safsatanın içinde yüzen halka dünyanın gerçeğini anlatmak hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı. Beyin, akıl, düşünce, algı, bilinç üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar hayvanlar gibi içgüdü ile yaşamak zorunda olmadığımızı gösteriyor. Dilimizde ve belleğimizde herkesin anlayacağı sağduyu birikim var.

Tarihte milyonlarca akıllı ve namuslu insan parıldayan düşünceler üretmişler, örnek yaşamlar sergilemişler. Bugün yüz milyonlarca insan uygarlık denilen davranış kurallarına uyarak yaşıyor. Fakat milyarlarca insanın içinde bulundukları durum, uygarlığın bir azınlık hayali olarak kaldığını gösteriyor. 1914-1945 arasında 100 milyonu aşkın insan, uygar (?) Avrupa devletleri arasındaki savaşta öldürüldü. George Orwell ‘1984’ adlı romanına, başlangıçta ‘Avrupa’da son adam’ adını vermeği düşünmüştü. Bizim toplum, Kurtuluş Savaşı başında büyük bir umutsuzluk içindeydi. Bunu aştık. Umut
Mustafa Kemal’in ölümüne kadar sürdü. İslam dünyasının en büyük devrimini 15 yılda gerçekleştirdik. Bugüne kadar ayakta kalan şeylerin temeli o on beş yılda atıldı. Bugün uygar olduğumuzu savunmak zor.

Dünyanın gelecek için tek güvencesinin bilim olduğu kesin. Mustafa Kemal’in vizyonu da aynı yöndeydi. Cumhuriyet o temel üzerine kurulduğu için bugüne ulaştık. Gerçi George Snow çok ünlü ‘İki Kültür’ adlı kitabında çağdaş insanların bilim karşısında Taş Devri insanları kadar cahil olduklarını yazıyordu. Aynı şey bugün Türkiye’de kendini aydın sayanların çoğunluğu için de doğru. Fransız fizyolog Claude Bernard “Sanat ‘Ben’im; Bilim ‘Biz’iz” der. Bilim henüz bizim olmadığı için bilim toplumu olamadık.

İLETİŞİM VE BİLİŞİM TEKNOLOJİSİ SOYGUN ARACI

Bir merakın ya da şüphenin ortaya koyduğu soruya aklın bulduğu yanıt ve o yanıtın yol açtığı karar mekanizmasıyla iş görür. Gözlemsiz soru, sorusuz yanıt, yanıtsız karar olmaz. Türkiye, bunun dışlandığı bir cehalet çukurunda. Plansız büyüyen İstanbul ve alışkanlıkla kent denen agglomeralar, İstanbul trafiği gibi bir kaos, toplumsal cehaletin göstergesidir.Kentler, yaşamın kargaşası aklın (ve bazen namusun) ve bilimsel düşüncenin dışlanmasından kaynaklanan kültür göstergeleridir.

Yılda binlerce kaza, bilinçlendirilmemiş gözlem yetersizliğinden kaynaklanıyor. İnsanlar, dünyanın iklimini değiştirecek kadar dünyayı zorladılar. Sorun insanlığın geleceği için o kadar ciddi ki, Çin ve Amerika gibi düşman kardeşler bile CO2 gazını azaltmak için uzun vadeli anlaşmalar yapıyorlar. Türkiye bu bilinçlenme düzeyine henüz ulaşamadı.

Para ekonomisi ile örtüşen teknoloji, dünyayı bir köle pazarına çevirdi. Bunun dehşet verici hikâyesini Soma felaketinde öğrendik. Beyni yıkanmış kalabalığın kendi durumunu anlaması zor.

Yeni ekonomide Yeni Özgün’ün yerini aldığı için süreklilik yok. Saati, günü, telefonu, parası, bilgisayarı esir edilmiş insan, korunmak için tarihte görülmemiş bir çaba göstermek zorunda. Yaşamınızın ne kadarını yollarda harcıyorsunuz? Devlet ekonomisinin öngörüsüz israfa dayalı olduğunu musunuz? Hayır! Çağdaş ekonomi sömürü üzerine kurulu. Kalabalık dünyada 1000 kişi açlıktan ölüyorsa 10 tanesi de ölenlerin balını yiyor. İletişim ve bilişim teknolojisi bu soygunu gerçekleştirmek için kullanılıyor. Adı reklam ve propaganda. Üniversitelerde bilim olarak okutuluyor.

 

BÜYÜK ÇOĞUNLUK ŞİDDET ADALETSİZLİK İÇİNDE

Cahil halklar uygar, demokrat, namuslu, akıllı, yardımsever, hatta dindar görünen reklamlarla uyutuluyor. Büyüleyici teknolojinin patronları her gece beyninizde davul çalıyor. Akılsız insanlar otomobillere, otobüslere, metrolara, para makinelerine hapsedilmiş; telefonlara, televizyonlarına kelepçelenmiş. Türk toplumunda ‘gözlem -soru- akıl-yanıt’ aşamalarına ulaşamamış uydurma parlamenter demokrasi ve kapitalizm buna izin vermiyor.

Belki dünya henüz çürümedi. Bir Alman şarkısında söylendiği gibi, bir yerlerde nasıl, ne olursa olsun bir küçük mutluluk kalmış olmalı. Eğer o köşede akıl da kaldıysa.

Sabahattin Eyüboğlu ile Yaşar Kemal’in derledikleri küçük bir şiir hazinesini bilirsiniz. ‘Gökyüzü Mavi Kaldı’. O şiirlerde yaşayan insanlık Beyoğlu’nda mı? Büyük Millet Meclisi’nde mi? Gökdelenlere mi taşındı? Ekranlara mı kilitlendi? Şimdi o insanlık dolu hisleri duyabilen kaldığını düşünüyor musunuz?

Binlerce yıl insanların akıllı olanları dünya toplumlarına uygarlık dediğimiz bir idealin amaçlarını tanımladılar. İnsanlara kasap gözüyle bakmayanlar birikmiş bilgeliklerin sözcüsü olarak, iradelerini dünyaya kabul ettirdiler. Fakat uygar dediğimiz toplumlar doğaya saygılı oldukları kadar başka toplumlara saygılı değiller. Kendi vatandaşları için uygar yaşam parametrelerine uyuyorlar. Bizim de içinde olduğumuz insanlığın büyük çoğunluğu, eşitsizlik, şiddet, adaletsizlik içinde yüzüyor.

En uygar ülkeler öldürmek için silah üretiyor. Cinayet aleti üretmek uygar bir uğraş mıdır? Fakir ülkelerin yaşama hakkını çalıyorlar. Uygar denenler zirvede, ama çalmak ve öldürmek de zirvede. Çalmak ve öldürmek. Tetikte, parayı tanrı ilan eden kapitalist ekonominin parmağı panoramada değişmeyen şudur: Aklın çevre ile ilişkisi gözlem ile başlar- yaşamak için gerekli soruyu sorar - ona yanıt bulur - ona göre davranır. Soru’nun aklı budur. Bilimsel gözlemin sınırları bir yandan gezegenler arası evrene, öte yandan hücreye ulaştı. Google dünyanın uzak bir köşesindeki sokağın içindeki evlerin fotoğraflarını gösteriyor. Ne güzel! Gizli yok, sır yok! Onun yerini yalan almış!

Sorunlarla baş edemediğimizi gösteren, yüzlerce yıllık birikime ve mücadeleye dayalı düşüncelerini, insancıl davranışların parça parça olmasıdır.

 

PARANIN DİKTATÖRLÜĞÜ

Bugünün egemen gerçeği paranın diktatoryasıdır. Bir metafor olarak anlatmak istersek, dünya ekonomisini ayakta tutan evrensel sistemi, tek kemerli ve harap bir köprüye benzetebiliriz Üzerinden sömürü ağları ve eşitsizlik geçer. Kemerin kilit taşı dünyanın zenginleridir. Temellerini ise, hayvansı içgüdülerle yaşayan kütleleri oluşturur. Cehalet bu kütlenin harcıdır. Kemer taşlarını zenginler ve onların yabancı ortakları oluşturur. Bunlar yerlerinde durur, ama haraptır. Pek çoğu kırılgandır. Çünkü çağdaş iletişim saf cehaleti ortadan kaldırıyor. Onun için kapitalizmi taşıyan köprü de kırılgandır. Kapitalizmin göklere çıkardığı hayali gelecek bu köprüden geçiyor. Yeni köprüye engel olan kapital sahibi Batılılardır. Onlar için kemerin ayakta durması yıkılıp yeni yapılmasından daha önemlidir.  rejimleri, yani çürümüş kemer taşları onun için ayakta duruyorlar.

Dünyanın gelecek aşaması köprünün yenilenmesi!

Aklın toplumların yaşamına egemen olması daha uzun sürebilir. Bu kestiremeyeceğimiz bir olasılık algoritmasıdır Yıllarca önce Walt Disney’in çok ünlü ‘Mary Poppins’ adlı müzikal filmi küçük bir masalla bitiyordu: Biriktirdiği parasını kuşları beslemek için harcamak isteyen çocukla, parayı bankaya yatırmak isteyen bankacı babası arasında, kapitalistlerin hoşuna gitmeyecek bir son oluyor, baba çocuğun arzusunun daha önemli olduğuna inanıyordu.

Sevgili Okuyucular, Dünyaya hasta olarak bakmak kötü bir duygudur. Sevgi ile bakın!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler