Spora bakışınızı değiştirecek belgeseller
Netflix’te izleyiciyle buluşan ve her biri sporun farklı bir dalına odaklanan üç yapım spora merak duyan herkesin ilgisini hak ediyor.
Koronavirüs salgını her şeyi olduğu gibi sporu da olumsuz etkiledi. maçlar yapılamıyor, ligler iptal ediliyor, etkinlikler erteleniyor. Bu yaz yapılması gereken Avrupa Kupası ya da sonbaharda düzenlenmesi hedeflenen Tokyo Olimpiyatları bunların en büyükleri elbette. Tüm hazırlıklar bitmiş de olsa tüm dünyayı saran bir virüs yüzünden milyonlarca dolar çöpe atıldı ve organizasyonlar durdu.
Şu sıralar Netflix’te yayınlanan üç belgesel dizi belki maçların ya da dev organizasyonların yerini tutmaz ama spora duyulan özlemi bir nebze olsun hafifletebilir. Michael Jordan efsanesini anlatan “The Last Dance”, Formula 1’in perde arkasını gözler önüne seren “Drive To Survive” ve Sunderland futbol kulübünün trajik öyküsünü anlatan “Sunderland ‘Till I Die” adlı yapımları sizler için inceledik.
EFSANENİN SON DANSI
New York Knicks’in efsane pivotu Patrick Ewing 1995 yılında Michael Jordan’ın 20 ay ara verdikten sonra basketbola dönüp de Madison Square Garden’da ilk boy gösterdiği maçı anlatırken “Aslında o gece müthiş oynamıştım. Hatta diyebilirim ki kariyerimin en iyi gecelerinden biriydi. Ama bugün kimse benim o oyunumu hatırlamıyor çünkü Michael 55 sayı atmıştı” diyor, yüzünde acı bir gülümseme ile. Açıkçası sporun herhangi bir dalında Michael Jordan’ın basketbolda başarılı olduğu kadar başarılı olmuş biri geldi mi bilmiyorum, ama küçük televizyon ekranından da olsa Jordan’ın basketbol oynadığı yıllarda onu izleyebilmiş olmayı bir şans sayarım.
Netflix’te yayınlanan ESPN yapımı belgesel dizi “The Last Dance” Michael Jordan’ın Chicogo Bull formasıyla sahne aldığı son sezonu odak noktasına alıyor ama 1984’ten itibaren ileri geri sıçramalarla efsanenin tüm kariyerini (en azından Bulls yıllarını) bir hayli detaylı bir şekilde anlatıyor. Basketbolu uzmanlık derecesinde bilenler için ne kadar yeni şeyle söylüyor belgesel bilemem, ama Jordan’ı az çok tanıyan herkesin, belki bakışı değişmese de, onu çok daha farklı yönleriyle tanıyıp değerlendirecekleri kesin. Onun kazanma hırsı uğruna bazen etrafındakileri nasıl yıkıp geçtiği, hangi rakipleriyle hâlâ dargın olduğu, basketbola ara verdiği yıllarda neler yaşadığı gibi meseleler ve onun saha dışındaki kişiliği ile ilgili tanıklık ve görüntüler dizinin özelikle öne çıkan unsurları bence. Ayrıca örneğin Scottie Pippen’ın Bulls’da oynarken ligin en düşük ücret alan süper yıldızı oluşu, ya da Toni Kukoc’un sırf Jerry Krause onu istedi diye nasıl Olimpiyatlar’da Jordan’dan sahada dayak yediği, ya da Isiah Thomas ile Jordan arasında bitmeyen husumetin kökenleri gibi bilgi ve hikâyeler de paha biçilmez.
PİSTTE VE PİTTE FORMULA 1
“Drive To Survive” iki sezondur Netflix’te yayınlanan ve dünyanın en üst seviyedeki motor sporu Formula 1’in perde arkasında yaşananları son derece ilginç bir şekilde anlatan bir belgesel dizi. Benim gibi Michael Schumacher döneminde bu spora ilgi duyup da sonradan merakını yitirenlerin (ki sayıları hiç de az değil, reytinglerin feci düşüşünden de anlaşılabilir bu) yeniden Formula 1’e dönmesini bile sağlayacak denli ustalıklı tasarlanmış diyebilirim.
“Drive To Survive”ın en önemli özelliği sadece kazanan ekip ve sürücülerin değil, hatta onları bir hayli geri plana atarak, özellikle orta sıralardan yukarı çıkmaya çalışan ve sıralamanın en dibinde rekabete dayanmaya çalışan takımların hikâyelerini öne çıkarıyor oluşu. Bir zamanların efsane markaları Mclaren ve Williams’ın feci hallerinden tutun da, mikrofonlar önünde birbirleri hakkında atıp tutan ve birbirlerinden eleman çalarak kuyular kazan takım yöneticilerine, hatta suça bulaşan takım sahiplerine kadar neler var neler. Her bölüm bir takımı odak noktasına alan ve bazen o takımın içindeki sürücü rekabetini, bazen bir türlü giderilemeyen teknik sorunları, bazen de anlaşılmaz bir şekilde üst üste yapılan aptalca hatalar yüzünden kaybedilen sezonları anlatıyor dizi ve bunları anlatırken de tıpkı bir Formula 1 yarışı izlerken olduğu gibi dramayı ve gerilimi hiç eksiltmeden, tempoyu yüksekte tutarak yapıyor. Yarışlar şu sıralar iptal edilip duruyor ya da seyircisiz yapılıyorken “Drive To Survive”ı izlemek çok iyi gelebilir, bizden hatırlatması.
MEZARA KADAR SUNDERLAND
Mezara kadar Sunderland asla bir abartı değil, diziyi izleyince bunu çok iyi anlıyorsunuz. Elbette kastedilen şey taraftar bağlılığı, tutku derecesinde takım aşkı vb., ama İngiltere’nin bu işçi sınıfı kentinde tabut imal edip satan bir işletme sahibi vasiyetinde Sunderland formasıyla gömülmek istediğini yazan, tabutunu takımın renkleriyle ya da sembolleriyle donatan sayısız insan olduğunu anlatıyor bir yandan da. Yani mezara kadar değil aslında, mezarda da Sunderland takımından uzak kalamıyor bu taraftarlar.
Futbol ülkemizde ve dünyanın önemli bir kısmında en çok izleyici çeken spor dalı. Devasa bir endüstri elbette ve futbolcular sahaya çıkıp mücadele etmeye başlayana kadar geri planda olup biten sayısız şey var. İşte İngiltere’nin bir hayli kuzeyinde yer alan ve futbolun neredeyse dini bir ibadet gibi algılandığı ve sakinlerinin büyük ölçüde işçi sınıfından olduğu Sunderland kentinin 140 yıllık geçmişi olan futbol takımının 2017-2018 sezonunu anlatan “Sunderland ‘Till I Die” en çok da işin bu yanına, yani saha dışında olup bitenlere odaklanıyor. İlk bölümün ilk dakikalarında bir kilisede takım için yapılan bir dua sahnesiyle başlayan dizi (ilk sezon 8 bölüm, ikinci sezon 6 bölüm) bir yandan Premier Lig’den küme düşerek Championship Ligi’ne gerileyen takımın maçlarını, bir yandan yıllardır maçları sektirmeden takımlarını destekleyen taraftarları, bir yandan da kulübün yönetici ve oyuncularını taşıyor kamera önüne. Çok az arşiv görüntüsü kullanılan dizinin maç sahneleri bile farklı açılardan (kimi zaman saha kenarından, kimi zaman kale arkasından, kimi zaman izleyicilerin yanından) çekilmiş ve bu da diziye başka bir gerçeklik duygusu katıyor.
Futbol endüstrisi hakkında hiçbir fikri olmayanların bile merakla izleyeceği “Sunderland ‘Till I Die” kulübün aşçısından kapı güvenlik görevlisine dek hemen her çalışanına ve genciyle yaşlısıyla geniş bir taraftar profiline de yer verdiği için olsa gerek ortaya müthiş bütünlüklü, farklı bakış açılarıyla harmanlanmış güçlü bir panorama çıkıyor. Bir zamanlar efsane sonuçlar alan takımın trajik düşüşü ise işin duygusal yönünü besliyor ister istemez. İnsan düşünmeden edemiyor, Türkiye’de hangi takımı bu şekilde ele almalı diye? Altay? Adana Demirspor? Vefa? Keşke birileri bu işe soyunsa.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt