Tarihsel gerçekler ve uluslararası hukuk ışığında Ermeni soykırımı iddiası/ 3
Uluslararası Adalet Divanı’nın kararında, “Devlet, koşullar ne olursa olsun, bir soykırım suçunun işlenmesini önlemekle zorunlu değildir” denilmektedir.
Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) 26 Şubat 2007 tarihli Bosna Hersek - Yugoslavya davasına ilişkin kararı, soykırım hukukunun bazı eksiklerini tamamlayıcı ve zenginleştirici niteliği yanında, Türkiye’nin hukuk alanındaki tezlerini ve pozisyonunu son derece kuvvetlendirici bir içeriğe sahiptir. Hiç abartısız, bu karar sanki Türkiye’nin tezlerine güç kazandırmak amacıyla yazılmıştır. Burada, gayet özet bir şekilde Adalet Divanı’nın söz konusu kararındaki can alıcı noktalar belirtilecektir:
İlke olarak devlet soykırımı önlemekle mükelleftir: Ancak devletin sorumluluğu, soykırımı önlemek için gerekli önlemleri almakta açıkça ihmalde bulunması durumunda doğar. Divan, soykırımın önlenmesi yükümlülüğünün bir “sonuç” değil, bir “davranış” mecburiyeti olduğunu vurgulamıştır.
“Devlet, koşullar ne olursa olsun, bir soykırım suçunun işlenmesini önlemekle zorunlu değildir. Devlet, yalnızca, mantıken elinde bulunan her türlü olanağı, bir soykırım suçunun işlenmesini önlemek için mümkün olduğu ölçüde uygulamaya koymakla yükümlüdür.” (para. 430)
Devletin tutumunun değerlendirilmesinde “azami dikkat ve itina” kavramı (Due diligence) esastır: Eğer devlet soykırımını önlenmesi için sahip olduğu imkânları azami çaba göstererek kullanmış, buna rağmen başarılı olamamış ise sonuçtan sorumlu tutulamaz.
Divan kararıyla “yüksek kanıt standardını” getirmiştir. Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi bakmış olduğu soykırım davalarında, davacının “iddialarını makul şüpheden ari olarak kanıtlama mecburiyeti” (beyond reasonable doubt) standardını esas almıştı. Bu yaklaşım, iddiaların ispatlanmasında hangi karinelerin dikkate alınacağı hususunda bir içtihat oluşmasına yol açmıştı. UAD ise isnat edilen suçların vahametleri nedeniyle “mutlak ispat gücünü haiz unsurlarla kanıtlanması gerektiğini” (conclusive evidence) (para.209) kararlaştırmış ve “isnat edilen ihlallerin vahametleri ölçüsünde yüksek bir kesinlik derecesi” (the Court requires proof at a high level of certaintiy appropriate to the serioussness of the allegation) standardını getirmiştir. (para. 210)
Divan, ‘özel kasıt’ tespit edemediğinden Sırpları soykırım suçundan mahkûm etmedi
Divan “özel kasıt” çıtasını yükseltiyor. O kadar ki Divan, Bosna Sırplarının, insanlığın vicdanını yaralayan ve akla durgunluk verici ağır ve yoğun katliamlarla zulüm ve işkence yaptıklarını saptıyor, buna rağmen, bu suçların işlenmesinde “özel kastın” varlığını tespit edemediğinden dolayı Bosnalı Sırpları soykırım suçundan dolayı mahkûm etmiyor.
Divan, karineyi kabul etmiyor. Serebrenika’da Bosnalı Sırpların soykırım işlediklerini kabul eden Divan, Yugoslavya’yı bundan dolayı suçlamıyor. Oysa, Bosnalı Sırp ordusu tüm lojistik desteği ile maaşlarını Yugoslavya’dan alıyor. Bu durum, bugüne kadar oluşan içtihat açısından Yugoslavya’nın Serebrenika soykırımına ortak olduğunun saptanması için yeterli. Ama UAD bu karineleri Yugoslav hükümetini soykırımla suçlamak için yeterli görmüyor. Şu soruyu soruyor: “Yugoslav hükümeti ve Genelkurmayı, Bosna Sırplarına yazılı emir verdi mi?” Böyle yazılı bir emir olmayınca da Divan Yugoslavya’yı suçlu bulmamıştır.
Lozan’da tazminattan vazgeçtiler
Rusya ile TBMM hükümeti arasında 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması’nın gereği olarak 13 Ekim 1921’de Türkiye ile Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında imzalanan Kars Antlaşması’nın 15. maddesinde şu hüküm yer almaktadır:
“Bağıtlı taraflardan her biri işbu anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra, Kafkas cephesindeki savaş nedeniyle işlenen cinayet ve cürümler için öteki taraf uyrukları yararına tam bir genel af ilan etmeyi yükümlenir.”
Bu hükümde öngörülen genel affın, Türk-Ermeni çatışma ve savaşının vuku bulduğu 1915-1921 dönemini kapsadığı Türkiye tarafından ileri sürülerek soykırım iddiasının çürütülebileceği düşünülebilir. Ancak 15. maddenin bu şekilde yorumlanmasına mesnet sağlayacak müzakere zabıtlarına sahip değiliz. Kars Antlaşması TBMM’de oldukça ayrıntılı biçimde tartışılmasına rağmen, Meclis zabıtlarında da bu konudaki yorumumuza destek sağlayacak bir açıklama veya değerlendirme bulunamadı. Bu durumda, Ermeni tarafı, Türkiye’nin yorumuna karşı çıkarak, söz konusu maddedeki “Kafkas cephesindeki savaş” ifadesinin, Kâzım Karabekir Paşa birliklerinin “Ardeşen-Yusufeli-Oltu-Bayezit” cephe hattından 29 Eylül 1920’de hareketle giriştiği taarruzdan itibaren başlayan dönemi kapsadığını iddia edebilir. Ancak bu husus, söz konusu 15. maddenin, Türkiye’ye, Ermeni iddialarına karşı kullanabileceği önemli bir argüman oluşturduğu gerçeğini bertaraf etmez.
Genel af öngörülmekteydi
Lozan Barış Antlaşması’nda ise Yunanistan dışındaki tüm taraf devletler savaş sebebiyle doğan, kayıp, zarar ve ziyanlar için tazminat taleplerinden vazgeçmişlerdir. Lozan Antlaşması’na Ek VIII. Protokol hükümleri ise Türkiye uyruklarından ve buna karşılık diğer bağıtlı taraflar uyruklarından olup, Türkiye’de kalacak topraklarda 20 Kasım 1922’den önce, siyasi veya askeri nedenlerle bu devletler makamlarınca tutuklananların, kovuşturulanların ve hükümlülerin genel aftan yararlanmalarını öngörmektedir. Bu nedenlerle verilmiş tüm ceza hükümleri kaldırılacak ve yürütülmekte olan tüm kovuşturmalar durdurulacaktır.
Lozan Antlaşması’nın “Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’ne ardıl olmasına ilişkin tüm siyasi, askeri, ekonomik, mali, hukuki ve insani sorunları kapsayan, bu bakımdan da objektif bir statü yaratan ve dolayısıyla da üçüncü ülkelere de yönelik sonuçları söz konusu olabilen” bir niteliğe sahip olduğu görüşünden hareketle, Ek VIII. Protokol hükümleri ışığında genel affın savaş sırasında Anadolu’da Yunan ordusunun işlediği suçlarla birlikte Ermenilere karşı işlenen suçları da kapsadığı, bu itibarla Ermenilerin maruz kaldıkları olaylar dolayısıyla hak iddiasında bulunamayacakları ileri sürülebilir. Ancak, Lozan zabıtlarında bu yoruma mesnet olacak herhangi dayanak bulunmamaktadır. Bu itibarla, Türkiye’nin bu yorumuna karşı, Ermeni tarafının, Lozan Antlaşması’nın çok taraflı ilişkileri düzenleyen ve esas itibarıyle bağıtlı devletler açısından sorumluklar yaratan hukuki bir çerçeve oluşturduğunu ve müzakerelerden tamamen dışlanmış olmaları hasebiyle de kendilerini bağlamadığını, antlaşmalar hukukunun genel esaslarına dayanarak ileri sürmesi beklenebilir.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- DEM Partili vekillerle 'Suriye' atışması!