Yaşar Kemal'in son çağrısı
Ömrü boyunca barış, demokrasi ve Kürt sorununun özgür ve eşit yurttaşlık temelinde çözümü yolunda her çabanın içinde yer alan Yaşar Kemal’in son çağrısı, karanlık bir hastane odasından sessiz bir çığlık halinde kulaklarımıza ulaşıyor: “Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle el ele verelim.”
Yoğun bakımda ona ayrılan özel odadaki karyolada, bu toprakların bilge masalcısı Yaşar Kemal, koca bedenine bağlanmış sayısız kablo, boru ve hortumla sarmaş dolaş yatıyor. Odayı dolduran bir sürü aletten çıkan garip sesler ve ekranlardan yansıyan ışıklı sinyallerle, dalları budanıp, kundaklanıp güç bela yatağa sığdırılmış bir çınar ağacını andıran beden arasında tuhaf bir uymsuzluk var. Beyaz çarşafların örtemediği her parçası “Benim burada ne işim var!” der gibi sessiz bir isyanı fısıldıyor sanki.
***
Onu romanlarından önce tanımıştım. Yanlış anımsamıyorsam Beyoğlu’nda edebiyatçıların uğrak yeri bir barda Onat Kutlar tanıştırmıştı. Adını biliyordum kuşkusuz ama daha İnce Memed’i okumamıştım. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarımda (1950-62) bana ulaşan edebiyat rüzgârları daha çok Batı’dan eserdi. Bu yüzden İnce Memed’i ve Orta Direk’i ancak üniversite yıllarımda Varoluşçuluk ve Marksizm ile cebelleşirken okudum. Arkasından Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu, Demirciler Çarşısı Cinayeti...
1923’te Adana/Osmaniye’nin Hemite köyünde bir Kürt çocuğu olarak dünyaya geldi. Orta sonda okulu terk edip Çukurova sıcağında ter döke döke, bir taraftan ekmeğini kazandı, bir taraftan da çalakalem yazdı, yazdı, yazdı. Koşuştu, aç kaldı, hapis yattı, çeltik tarlalarında ırgatlık, amelebaşılık, kontrolörlük, arzuhalcilik, öğretmenlik yaptı ve yine yazdı, yazdı, yazdı. Sonunda kapağı İstanbul’a atıp Cumhuriyet gazetesinde fıkra ve röportaj yazarlığına başladı ve birkaç yıl içinde bu toprakların dağına, taşına, ovasına, ırmağına, kurduna kuşuna, çiçeğine, otuna, böceğine ve illa ki insanına ses oldu, söz oldu, destan oldu. Onların diliyle konuştu ve yazdı. Yazdıkları onlarca dile çevrildi. Onlarca ödül kazandı.
***
Yakınlaşmamız Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kuruluş yıllarında başladı ve geçen bu yarım yüzyıl boyunca karşılıklı güven, saygı ve sevgi temelinde sürdü gitti. Ben 1962’de üniversite öğrencisiyken bir grup arkadaşla birlikte partiye girmiştim. Yaşar Kemal TİP’e girişini 1971’de Abdi İpekçi’nin yaptığı bir söyleşide şöyle anlatıyor: “(...) Mehmet Ali Aybar’ın başkan olduğu bu partiye 1962 yılında girdim. Elimden geldiğince de çalıştım. Benim hiçbir politik ihtirasım olmadı, olmayacak. Bunda kararlıyım. Amma emekçilerin yanında, ölünceye kadar onların hakları için, onların yönetime gelmeleri için sonuna kadar çalışacağım.” (Milliyet 19/04-1971) Kuruluş yıllarında TİP’in halka açık hemen her toplantısı, “milliyetçi-mukaddesatçı” militanların, polisin, jandarmanın, kimi yerlerde aldatılmış sıradan fakir fukara halk çocuklarının saldırısına uğrardı... 1965 seçimlerinde TİP’in 15 milletvekili ile Meclis’e girmesi büyük bir heyecan yaratmış, saldırılar daha da yoğunlaşmıştı. Başta Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren, Çetin Altan olmak üzere milletvekillerimizin Meclis’teki her konuşması siyasi gündemi allak bullak ediyordu. Çetin Altan’ın bir Meclis konuşması sırasında Adalet Partili milletvekilleri tarafından kürsüde lince varan bir toplu saldırıya uğraması, verilen önergelerin çoğunluk tarafından sürekli reddedilmesi, seçimi izleyen günlerdeki iyimserlik içinde “parlamenter demokrasi”ye bağlanan umutları adım adım törpülüyor, özellikle gençler arasında daha kestirme mücadele yollarını öneren görüşlere itibar kazandırıyordu. Parti içinde “Kürt Sorunu” konusundaki tartışmalar gerilimlere ve görüş ayrılıklarına yol açıyordu.
***
TİP’deki ilk ciddi bölünme emarelerinin açığa çıktığı Malatya kongresi sırasında Yaşar Kemal Merkez Yürütme Kurulu üyesiydi. Parti içi tartışmaların yoğunlaşması üzerine, Yaşar Kemal’in önayak olmasıyla, yakın siyasi tarihimizde önemli bir yeri olan ANT dergisi yayına başladı.
O günleri, derginin genel yayın yönetmenliğini ve sorumlu müdürlüğünü yapacak olan Doğan Özgüden şöyle anımsıyor: “Çeviriyle uğraştığımız günlerde Yaşar Kemal’den bir telefon geldi. Kasım 1966 sonlarında TİP’in 2. Büyük Kongresi’nin yapıldığı Malatya’dan dönmüştü. Kongrede yine birçok tatsız olay yaşanmış, özellikle Behice Boran ve Nihat Sargın’ın örgütteki Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı sempatizanı partililerin tasfiyesi için giriştikleri operasyon partiyi yeni bir krize sürüklemişti...” (Vatansız Gazeteci, Cilt I. s.390, 2010).
Yavuz Baydar’ın bir söyleşide “Türkiye’de solun en büyük hatası neydi? Neden kitlelere ulaşamadı?” sorusuna Yaşar Kemal’in verdiği yanıt, sol siyasal hareketin hâlâ çözülemeyen temel sorunlarına ışık tutuyordu: “Halkla bütünleşemedi. Halkı yaşayamayınca da, halk üstüne düşünmeyince de, kültür kısırlığı olunca da, Mehmet Ali Aybar gibi bir insan ‘güler yüzlü sosyalizm’ deyince de, kıyametler kopunca da, Aybar gibi çağın liderleri çapındaki liderler dışlanınca da... Hangi yanlışı söyleyeyim. Türkiye’de her sosyalistim diyen kişi tek başına bir sosyalist parti olunca da... Yeter Allahını seversen, tepeden tırnağa hepimiz yanlışlar içindeydik...” (Yeni Yüzyıl, 1995).
***
Der Spiegel dergisine verdiği bir beyanat nedeniye 1995’te Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açılan davadaki savunması o karanlık günlerde önümüzü aydınlatan bir deniz feneri gibiydi: “Ormanların yakıldığı doğru değil mi? Bundan dolayı devleti suçlamaya hakkım yok mu? 1800 faili meçhulü bütün dünya duymadı, gazeteler yazmadı mı? Türkiye dünyanın en büyük işkenceci devleti olaraktan ilan edilmedi mi? Halkın üstünde zulüm bir ağı güzgârı gibi esmedi mi? (...) Üç milyon insan yerinden yurdundan edilmedi mi?” (5 Mayıs 1995 DGM savunması) Ömrü boyunca barış, demokrasi ve Kürt sorununun özgür ve eşit yurttaşlık temelinde çözümü yolundaki her çabanın içinde yer alan Yaşar Kemal’in son çağrısı, karanlık bir geleceğe doğru sürüklendiğimiz şu günlerde, o garip hastane odasından sessiz bir çığlık halinde kulaklarımıza ulaşıyor: “Bugün bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor. Ben diyorum ki, bu yaraların sağalması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle el ele verelim. Bu bir çağrıdır. Sözüm sizedir.”
(Bu Bir Çağrıdır, YKY, İstanbul, 2012).
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!