Yazara her dönem muhtıra
Koca Melih Cevdet’e bir rahat gün göstermez mi yaşam? Belki de soru yanlış, sanatçı, yazar içindeki kemirgenle yaşamaya mecburdur.
1- 12 Mart muhtırası ardından Melih Cevdet Anday, 24 Ekim 1971 tarihli mektubunda Hıfzı Topuz’a şöyle yazıyor:
“Sahi sen bilmiyorsun, ben emekliliğimi istedim. Bu yıl okula gitmeyeceğim. Şiir yazdığım dergi de battığı için şiir yazmayı durdurdum. Zaten burada kim kime dum duma. Herkes can derdine düşmüş. Şiire, edebiyata kimsenin aldırdığı yok. Bu memleketi bu halde hiç görmemiştim. Ne oldu bize kuzum?”
Bu günlerde benzeri duyguya kapılmayanımız var mıdır acaba?
2- Tartışmayı sürdürmek gerek: İnsanlar şiire, edebiyata gereksinim duymadığı için mi bu sefil hallere düşüyor, yoksa sefalette yaşadıkları için mi sanata gereksinim duymuyorlar? Üstelik, kimi yaygın (popüler) ürünlerin peşine takılan kalabalıkları görünce, “bayağılık” toplumsal tercih haline gelmiş, diye düşünmeden edemiyorum. Şöyle de sorulabilir: Kişi, nitelikli yapıtı bilmediği için mi türün (Albert Camus’ye selam olsun, roman sanatı için söyler bunu) süprüntülerine mahkûm oluyor, yoksa, tam da tercihi bu olduğu için bayağılık yazgısı haline geliyor?
3- Sanat dergisi diye ortaya saçılan “şeylere” bakınca, insan iyiden umut kırıklığı yaşıyor. Konuyu Camus’den açmışken, diyor ki: “Türün süprüntülerinin varlığı, nitelikli örnekleri etkilemez.” Bunu roman için söylüyor. En çok okunan tür roman olduğuna göre, orada pazarın durumuna bakıp toplumsal tarif yapmak mümkün. Toplum “çer çöp” okumakta ısrarlı! Geçen gün, “Çalışmaktan okumaya vaktim yok, ilk kez sizin kitabınızı okuyacağım, televizyonda çok beğeniyorum” dedi bir adamcağız. Neresinden tutsan elinde kalır. Üstelik adına fuar denen panayırda çığırtkanlık yapıyordu. Ahaliyi kitap okumaya davet ediyordu.
4- Aynı Melih Cevdet, 27 Ocak 1969’da yine Hıfzı Topuz’a yazıyor:
“Yapmak istediğim çok iş var, çaba bekleyen işler. Şiir kitabımı çıkarmak istiyorum, ama daha bol şiirle. Sonra bir oyun yazmayı düşünüyorum. Elimde bekleyen bir çeviri var. Onu bitirmem gerekiyor. Sonra... Sonra bir roman yazayım da Nadir Beye teklif edeyim diyorum, bilmem basarlar mı basmazlar mı? Ama üç ay sonra TRT’deki iş bitiyor. Şimdiden tedbirli olmak gerek... Ve azizim bunların hiçbirine el atamıyorum. Çıldıracağım. Acaba bir yere mi kapansam diyorum.”
Yazar ülkenin bunalım dönemini görüyor, çırpınıyor. Bir yandan siyasal sürecin ayırdında, öte yandan ağır basan geçim derdi. Ama görünen o ki, yoğun biçimde yazma ve yaratma arzusu var. Sonucunda “Gizli Emir” romanı ortaya çıkacak gerçi. Uzunca düşündüm bu satırlar üstüne. Koca Melih Cevdet’e bir rahat gün göstermez mi yaşam? Belki de soru yanlış, sanatçı, yazar içindeki kemirgenle yaşamaya mecburdur. Onu öldürürse, kalemi de işlemez!
5- Bugün 12 Mart bataklığından beter haldeyiz. Her dönemin kendi derdi ayrıdır gerçi, lakin siyasal İslam ilk kez iktidarda. Edebiyat bu arada can çekişiyor. Sosyal medyanın varlığı nitelikli olana yaramıyor. Tersine vasatın yaygınlaşması için mecraya döndü. Abartılı betimlemelerle dolu romanlar. İçeriksiz, bol laf salatası halinde sözde “düşünce” kitapları, ki onlara “kişisel gelişim” diyorlar; yazık ki buna eşlik eden pesypayeliği yücelten boyalı dergiler hepimizi esir aldı. Buradan çıkış var mıdır ki?
Boyalı dergilerin satış için kapaklarına taşıdıkları isimler de ayrı sorun. Eskiden sadece manşetleri için alınan gazeteler vardı. Hoş hâlâ siyasal varlığını böyle sürdüren gazeteler var ya, neyse. Buna benzer, adına kültür, sanat dergisi dedikleri ucubeler etrafı sardı. İnternetten buldukları şiirleri kapak yapıp rezil olanı mı dersiniz, Necip Fazıl’la Nâzım Hikmet’i eşitlemeye kalkanı mı? Buradan kültürel bir çıkış olmaz. Esasen 12 Mart günlerinin edebi ürünlerine bakınca iki dönem arasındaki fark da ortaya çıkıyor. O zaman Sevgi Soysal’ın “Şafak”ı var mesela, ya şimdi? “Ben siyasetten anlamam” diyen yazara sevdalı okurların olduğu coğrafyadayız.
6- Geçen hafta Ferhan Abi ile söyleşirken kendini yazmak istediklerine nasıl adadığını gördüm sevinçle. Zaman yok, yarım kalacak elbet çoğu. Tamamlanmış bir eseri yoktur gerçek yazarın. Hep bir sonrakinin eskizidir. Yaşam biricik olduğu için eskiz olanağı yok, ne tuhaf! Düzeltme, prova etme şansı olmayan ömrümüzü nasıl harcıyoruz? Şöyle demiş usta:
ondört ocak cumartesi
matineye denk geldi
onat kutlar’ın cenazesi
doksandördü göremeden
bir bombayla uçtu gitti
sevgili onat ağbi
islam terör biçiminde
aydın canlar almayı sürdürüyor
devlet öyle aval aval bakıyor
azrail’in taşeron firması gibi
7- Bencillik etmek istemem ama “zamanımı kendime ayırmalıyım” diye sık düşünür oldum. Biriken tasarılar altında eziliyor insan. Önümde yazmak istediklerim, bir yandan yaşama tutunmak için çalışmak zorunluluğu. Çalışmak deyince, bizde işe yarayan çalışmanın ölçüsü para kazanmaktır. İyi de eğer Melih Cevdet “Rahatı Kaçan Ağaç”ı, “Teknenin Ölümü”nü yazmasaydı, kendimizi daha yoksul hissetmeyecek miydik? Kaldırın o şiirleri edebiyatımız ağır hasar görür! Diyeceğim, neyin lüzumlu, neyi lüzumsuz olduğuna karar verirken dikkatli olmak gerek.
Ferhan Şensoy “Varsayalım İsmail” adlı bir dizi yapardı, bayılırdım. Şarkısı da vardı:
ismail tarafından durdurulmuştur zaman
ismail çok zararlı zararlılık yararlı
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Sette kavga çıkmıştı: Siyah Kalp dizisinde flaş ayrılık