Nevra Bucak’tan barışı yücelten masalsı bir aşk romanı

“Shakespeare’in yapıtını, elbette birebir yazmadım; onun Romeo ve Jüliet’inin soluğunu içime çekerek, esintiler aldım yalnızca. Yazarken kendime, barışı yücelten, savaş karşıtı şu soruyu sordum: ‘Anneler, babalar üzerine titredikleri evlatlarının mezarını mı görmek isterler, yoksa düğünlerini mi?’ Benim için dünyadaki her yazarın William Shakespeare’e yürek borcu olduğunu düşünerek, Jüliet’in Gölgesinde’yi ona ithaf ettim.” Böyle diyor Nevra Bucak, yine eski bir çağda bu kez bizim coğrafyamızda geçen Jüliet’in Gölgesinde’sini (Artshop Yayıncılık) anlatırken.

Nevra Bucak’tan barışı yücelten masalsı bir aşk romanı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.03.2022 - 00:02

Fotoğraf: KADİR İNCESU

‘UNUTULMUŞ BÜYÜK BİR AŞKI YENİDEN CANLANDIRMAK İSTEDİM!’

- Shakespeare’in Romeo ve Jüliet’ine, yüz yıllar sonra bizim coğrafyamızdaki düşsel bir ülkede yeniden can verdiniz. Size Jüliet’in Gölgesinde’yi (Artshop Yayıncılık) yazdıran en önemli etken nedir?

Kısa bir süre için bile olsa, dünyanın dışına çıkmak, sevgiden, aşktan giderek uzaklaşan, sürekli maddi menfaatler peşinde koşan günümüzdeki insandan kaçarak, artık çoktan unutulmuş özverili büyük bir aşkı yeniden canlandırmak istedim. Öte yandan bu sadece bir aşk öyküsü değil aynı zamanda, savaş karşıtı, barışı savunan bir kitap.

William Shakespeare’in gençlik dönemi oyunlarından Romeo ve Jüliet’in bir aşk öyküsü olmaktan çok, toplumda kan davası gibi çatışmalara yol açan bir düşmanlık öyküsü olduğu gözümüzden kaçar. Ayşegül Yüksel, Shakespeare üzerine yazdığı Yüzyılların Sahne Büyücüsü yapıtında bunu açıkça dile getirir.

Bana göre de, Shakespeare öyle büyük ve derin bir şairdir ki belki bu nedenle, toplumların iç savaş çatışmasını Romeo ve Jüliet’in birbirlerine söylediği lirik şiirlerin gölgesinde bırakır, düşmanlık vurgusu geri planda kalır, iki gencin aşkı öne çıkar. Aynı zamanda ustanın barış yanlısı, toplumdaki iç çatışmalara karşı olduğu anlaşılır.

Özetle, böyle bir kan davasının nasıl trajik bir sonla bittiğini anımsatmak ister. Ben de kahramanlarım Yusuf ve Melike’nin aşk öyküsü dışında, savaşların, kan davalarının insanları nasıl bir yıkıma götürdüğünü yazmaya çalıştım.

Öte yandan Jüliet’in Gölgesi’ni alışılmışın dışında, çok farklı bir sonla bitirmek istedim. Karanlık bir Ortaçağ atmosferine karşı, biraz ışık sızdırmak için.

‘MELİKE’Yİ JÜLYET İLE ÖZDEŞLEŞTİRDİM’

- Jüliet’in Gölgesinde, Shakespeare’in oyunundan yaklaşık dört yüz yıl sonra kaleme alınmasına karşın olaylar günümüzde değil de, yine sultanların, prenslerin hüküm sürdüğü çağlar öncesi bir dönemde geçiyor.

Kitabımı eski bir çağda, bu kez bizim coğrafyamızda kurgulamaya başladığımda, kahramanım Melike’yi Jüliet’le öylesine içselleştirmişim ki, birkaç sayfa Melike yerine Jüliet yazdığımı fark ettim.

Shakespeare’in yapıtlarını pek çok yazar günümüze uyarladılar. Örneğin, lan McEwan Fındık Kabuğu’nda Hamlet’i, annesinin karnında kendi kendine sessizce düşündürür. Hamlet, babasını öldüren amcasının nasıl kötü biri olduğunu daha doğmadan öğrenir, annesini uyarmak ister. Gerilimli, oldukça ilginç bir kitaptır.

- Yıldız ve Güneş ülkeleri, yıllardır birbirleriyle savaşan iki kardeş ülke. Savaşlarının nedeni daha çok toprak, daha çok güç sahibi olabilmek. Barışı sağlayabilmek için iki ülke kadınlarının olağanüstü çabalarına tanık oluyoruz.

Prenses Aliye ve Prenses Gülnaz Sultan. Melike’nin dadısını da unutmadan şu soruya nasıl bir yanıt alabiliriz? Ülkeleri yalnızca kadınlar yönetseler?

Bir zamanlar, çok eski çağlarda anaerkil bir düzen varmış. Bu keşke sürebilseydi, bence çok güzel olabilirdi. Dünya, erkeklerin yönetimlerini gördü, hâlâ da görüyor...

En katı yaradılışlı kadın da bile çocukları olmasa da gizli bir anaçlık duygusu vardır. Bu anaçlık duygusu bir yerde güçtür, vicdandır, hoşgörüdür, yakınlıktır, uzlaşmadır, sıcaklıktır en önemlisi de merhamettir.

- Oğlu Yusuf’un Yıldız Ülkesi’ne kaçırıldığını düşünen Güneş Ülkesi’nin Prensi Ahmet, öfkeyle eşine şunları söyler: “Ben onlara savaş açayım da günlerini görsünler.”

Eşi Prenses Gülnaz Sultan’ın yanıtı ilginç: “Durun bakalım soylu prensim, zaten siz erkeklerin aklı ya savaştadır, ya da yatakta.”

Bu görüşe katılmamak mümkün mü? Dünyamızın durumu bunu ispatlamıyor mu? Aldatmalar, sevgililerin, karı kocaların kıskançlık kavgalarının ardından gelen sık boşanmalar, ayrılıklar, derken savaşlar, savaş yanlısı olmalar... Bu her erkek için elbette geçerli olmasa da.

‘AŞK VE BARIŞIN OLMADIĞI YER CEHENNEMDİR!’

- Romeo ve Jüliet’teki rahip Lawrence’ın yerini, romanda Rıza Hoca almış. Bu iki din adamının ortak özellikleri?

İki din adamı da barış yanlısı kişiler. Örneğin, Romeo ve Jüliet’te Rahip Lawrence, iki genci bir an önce evlendirmek için çabalıyor öte yandan onların birbirlerine duydukları aşktan çok, iki düşman ailenin çocuklarını evlendirirse artık kentte çatışma çıkmayacağını, huzur içinde yaşayacaklarını düşündüğü için istiyor.

Jüliet’in Gölgesi’ndeki Rıza Hoca da Rahip Lawrence gibi düşünüyor. Dahası savaşı yakından görüp, iki oğlunu bu savaşta yitirdiği için var gücüyle Melike ile Yusuf’u evlendirip her iki Prenslik için de barışın sağlanması için çaba harcıyor.

- Romanın kimi yerlerini ‘oyun’ biçiminde düzenlemişsiniz. Bu yeni bir deneme mi?

Yazarken yeni bir deneme olsun diye düşünmedim. Shakespeare aynı zamanda oyun yazarı olduğu için metnin akışını bozmadan ona çok kısa da olsa gönderme yapmak, selamlamak istedim. İlk romanım Issız Kadınlar’ın sonradan oyununu da yazdığım için bana zor gelmedi.

- Aşk ve barış. Bu iki büyülü sözcüğün uyumu hakkında neler söylenebilir?

Aşk ve barışın olmadığı yer cehennemdir. Aşk ve barış, bu büyülü iki sözcük bize soluk aldırır, ayaklarımızı yerden keser. Savaşlar olmaz, ülkeler giderek varsıllaşır, yokluk, sefalet olmaz. Shakespeare’in yazdığı gibi, “Cennet burada, Jüliet’in yaşadığı yerde.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler