Bir renkli rüyalar haritası; ‘Telaş Bandosu’
Semih Öztürk’ün İletişim Yayınları tarafından yayımlanan ve sekiz öyküden oluşan ikinci kitabı Telaş Bandosu, insanın gerçek ile düş arasında sıkışıp kaldığı, çare bulmaktan bazen sakındığı bazen pes ettiği, “çivili sandıklara” yenilerin eklendiği bir dünya sunuyor. Bu dünyanın zamanıysa hem şimdide hem geçmişte; kimi zaman bir vasiyette kimi zaman bir tiyatro oyuncusunun dilinde. “Herkese yetecek kadar dünyanın” var olduğu bu metinler, hayal kurup içlenmenin, düşünüp taşınmanın birlikte olduğu bir renkli rüyalar haritası. Okurunu iyi etmeye çalışan, renklendirmek isteyen, hiçbir şey için zorlamayan öyküler.
GELİP GEÇİCİ DÜNYA!
Dünya halinin gelip geçiciliği, insanın değişebilirliği, korkusu, öfkesi, deliliği ve daha çoğu, tekdüze bir yaşamın olmadığının, her an yerle yeksan edilebileceğimizin kanıtları gibi. Bunlar sıkılmışlıkların karşısında bazen insanı koyu bir heyula içine hapseder bazense kurtuluşun simgesidir.
Semih Öztürk sekiz öyküden oluşan ikinci kitabı Telaş Bandosu’nda (İletişim Yayınları), ikiliklerle cebelleştiğimiz bu hallerin -ve elbette daha fazlasının- öykülerini yazıyor. Daha kitabın ilk öyküsü, “Gece Gelen Salyangoz”da korkuyla sarmalanmış, “hak etmiş” dedirten bir atmosfer var:
Fevzi Efendi, dünya hâlinden kaçıp cinlere sığınır, ama bu cinlerin sağladığı ayrıcalıklar onu başka bir insan yapar. Cinlerle Beşir Fuad’ın ölüm anını takip etmeyle başlayan süreç, cinleri insanların evlerine sokarak kendisi hakkında düşünülenleri öğrenmeye varır.
Arzuların galebe çaldığı bu hayat, deliliğin sınırlarında gezinir; güzel olan, bir yerden sonra sorgulanmamasıdır. Çünkü bazen kimsenin elinden bir şey gelmez, der yazar.
İkinci öykü “Agaşon” da aynı delilik-düş sınırlarında gezer. Yerin altındaki dünyaya düşen, bir kuyuyla tekrar “buraya” dönen Üsküdarlı Eşref, anlatmanın, yazmanın bir var olma hâli olduğunu imler gibidir.
“İstanbul’un insanı içine çeken, umulmadık zamanlarda tuhaf yollardan yürüten büyüsünden” payını almıştır Eşref. Kimsenin bilmediği kuytulara girer, iki zaman arasında sıkışıp kalır; inanmazlar.
Anlatır o da, anlattıkları roman olsun da inansınlar diye. Anlattığı kişi yazmayacaktır. İnsanın dünyası kendinedir çünkü; bazen kurtuluş gördüğün “gerçekler” çıkamayacağın bir kuyudur.
PALTO VE HAYVANLAR!
Telaş Bandosu’nun en güzel yönlerinden biri, hayvanlarla kurduğu ilişki. Öztürk kitabını da kedisi Palto’ya ithaf etmiş.
“Şuayip” öyküsünün kahramanı emeklilik sürecini yatağa bağlı olarak geçiren bir adam. Pencereden gözüne ilişen köpeğin dilinden konuştuğu satırlar, bazen bir ferahlıkken bazen de yazarın öfkesini dile getiriyor gibidir. Çünkü bazen insanın gözü başka görür:
“Dedim ya, ben sadece seyrederim. Köpekliğin en güzel tarafı da burasıdır bana kalırsa. İnsanlar senin onu duymadığını, anlamadığını düşünürler ama anlarım. Hem de ne anlamak. Ağzım var dilim yok. Konuşabilsem ne akıllar veririm onlara. Şaşırıp kalırlar. Ne de olsa herkes kendini kandırıyor bu dünyada.” (s. 39)
Bazen ise insanın gözü, “hüsnüyusuf tohumunun” masumiyetinden, “yağmurun rahmetinden” güç alarak bir “çekiç” olur, bir “çivi”, “çığlık”. “Gazella Gazella” bunun öyküsüdür; bir ceylanın avlanışının, öfkesinden toprağı döven atın, feryat eden kuşun.
“Senden aldığım canı geri vermek için söz verdim Gazella. Ağır geldi. Ezildim. Taşıyamadım. Yerle gök arasında sıkışıp kaldım. Yaşadığım hayat değildi artık,” diyor insan; insanın pişmanlığı da dile getiriliyor. Ama derinde, konuşabilse neler diyebilecek hayvanların katledilmesine bir öfkeyi içeriyor.
“Utanmak ne demekmiş bir karıncanın bakışından öğrendim,” diyerek “insan kalamamanın” altı çiziliyor.
MEKANİKLEŞİRSEN HİÇBİR ANLAMI KALMAZ!
İnsanın kendi sesini duyduğu ama anlamlandıramadığı, çemberin gitgide daraldığı, içinde heybesine attıklarıyla paramparça olduğu bir dünya var.
Savrulmaların farkında olduğumuz, durulamadığımız, hatıraların işe yaramadığı, “avunmanın tek nimetimiz” olduğu bir dünya. İnsanın bu hırpalanışlarının öyküsü “İstasyon”.
Gelmeyecek bir treni bekleyen bir oyunun “Bir Kadın” isimli başkahramanı, karakteriyle o kadar hemhal olur ki bazen oyun mu bu oynadığı gerçeğin yüzüne vurması mı ayırt edemez.
Oyunun bazı yerlerinde sadece ezber yaptığı için mekanikleşir, fakat çok geçmeden fark eder ki oyunculuğun içinde saklamaya çalıştığı boşluk, kendi içinde.
Kurgunun bir yüzleşme malzemesi olduğu öyküde yalnızlık, umursanmazlık, öfke, yalan… tek tek sıralanıyor.
Çözülmeye çalışılan düğümün ilmekleri daha sıkılaşıyor ve nihayetinde kadın, içine düştüğü zifiri karanlığa bırakıyor kendini. Repliklerden uzaklaştığı an kendini buluyor, “tüm ezberleri bozarak” yaşamanın düşüncesi bile mutlu ediyor. Bir nevi karmaşaya da övgü oluyor öykünün kendisi.
Telaş Bandosu’nun öyküleri, okurunu iyi etmeye çalışan, renklendirmek isteyen, hiçbir şey için zorlamayan öyküler. Burada gerçeği haykırmak zorunda değilsiniz, ama var olmadığını da iddia edemezsiniz.
Ağzınızın tadıyla deliliğinizi yaşayabilirsiniz, çünkü “gerçeği söylediğiniz zamanlar sonuçlar pek iç açıcı” olmayabilir. Yapmanız gereken hayal kurmaya meyyal olmak. Kafanızın içinde “kocaman bir şantiye” kurduğunuzda “haklı sebeplerinizi gömleğinizin içinde” taşıyabilirsiniz.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması