Feyza Hepçilingirler’den ‘Tanrıkadın’

Feyza Hepçilingirler’in Felsefi, sosyolojik, psikolojik kesitlerin anlatıldığı; kuşak / dönem, durum / olay, kişi / yaşamların iç içe geçtiği bölümlerden oluşan toplumcu gerçekçi romanı Tanrıkadın (Kırmızı Kedi Yayınevi), birey ile toplumun, kadın ile erkeğin, sevgi ile aşkın, doğum ile ölümün, şefkat ile şiddetin, varlık ile yokluğun, emek ile sömürünün karşıtlığında birbirini sevgiyle onaran, tamamlayan cinsiyetsiz insan ve barış içinde bir dünyayı anlatıyor.

Yayınlanma: 20.10.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

Fotoğraflar: KURTULUŞ ARI

“Kocamı öldürdüm dün akşam. Örtülü gördüğün, merak bile etmediğin sepetin içinde o var.” 

Romandan...

HESAPLAŞMALAR!

Feyza Hepçilingirler, yazarlık yaşamında yapıtlarının önüne çıkmayan, dil ve yazın eğitimcisi olmanın bilinç ve sorumluluğunu taşıyarak harmanladığı özgün dilini tutkuyla öykü ve romanlarına de taşıyan yazın tavrını her dönemde korumayı önceleyerek kendi yenisinin peşinden koşuyor.

Yazınımızın dil akı olarak hem düşünsel hem kurgusal türlerde yazmak eylemini sürdüren yazar daha önce öykülerinde gözlemlediğimiz yaratıcı kurgu dilini son romanında farklı biçim ve anlatım denemeleriyle, gökkuşağınca art arda, perde perde örüp, derinlikli içerik açılımlarıyla yoğunlaştırarak en üst katmanlara taşıyor.

Feyza Hepçilingirler yeni basımı Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yapılan romanı Tanrıkadın’ın başkahramanlarından Ayşe toplumcu savaşımı uğruna vazgeçtiği ve yıllardır sevdiği Tahir’in çağrısına doğru içindeki kaygılar, kararsızlıklar, sorular, yazıklanmalarla yol alırken hayatını hep başkaları için yaşadığının, farkındalığıyla kendisiyle bir hesaplaşmaya giriyor.

Roman gerçek zamanda geçen bir yolculukla başlıyor, geriye dönüşlerle verilen iç içe yoğun yaşam öyküleri geçidiyle sürüyor ve roman başkişisi Ayşe’nin otobüsten inişinden bir süre sonra sona eriyor. Okur olay akışını Sevgi’nin kendi mektuplarını ararken bulduğu defterlerden öğreniyor, Sondeyiş’te yine Sevgi’nin anlatımlarıyla bitiyor.

Ayşe toplumcu savaşımı uğruna vazgeçtiği ve yıllardır sevdiği Tahir’in çağrısına doğru içindeki kaygılar, kararsızlıklar, sorular, yazıklanmalarla yol alırken hayatını hep başkaları için yaşadığının, kendisi için hiçbir şey yapmadığının farkındalığıyla bir hesaplaşma, hayatla yüzleşme yolculuğuna giriyor.

Yol ve yolculuk soyutlamalarıyla doğum, yaşam ve ölümün felsefi boyutlarını, bütünün içindeki parçalanmış hayatları, kesişmeleri, örtüşmeleri, sosyolojik gözlemleri yolculuk boyunca Ayşe’nin ve değişen anlatıcıların dilinden okuyoruz:

Tahir yaşarken yapamadıklarının, eksik bıraktıklarının farkındalığıyla hayatı sevgili kadınlarının tamamlamasını istiyor, onlara güveniyor. Böylece olmasını düşlediğimiz özgür, eşit ve adil yaşam söylencelerden, dinlerden uzak kendi gerçek toprağında, yeniden filizlenecektir. Erkek kadına inandığında hayatı birlikte özgürleştireceklerdir.

DEVRİMCİ RUH!

Tahir’in kızları Sevgi ve Sevinç’in annelerine değil de kitabın başından sonuna eylemci, Sosyalist bilincin simgesi, güçlü kadın imgesi, Öğretmen Ayşe’ye emanet edilmesi, geleceğin karanlık geçmişten kurtarılmasıdır, umut ve aydınlanmadır. Romanın öndeyişinde yer alan Sevgi’nin sözleri bunun kanıtıdır:

“Nasıl yaşandığını bilmediğim bir dönemi Ayşe Anne’min tuttuğu notlar sayesinde kurgulayabildim. Hiç kolay olmadığını söylemeliyim. Çocukluğumu kapsadığı için pek iyi anımsamadığım 1980 ler’in başına, hatta daha öncesine, henüz dünyada bile olmadığım yıllara dönmem gerekti.”

Böylece yazar; en son 12 Eylül’le kesilen demokratik sürecin, Devrim’in yeni kuşaklara aktarılarak unutturulmaması gerektiğine gönderme yapıyor.

İlgiyle okuduğum Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar’da ülkenin karanlık dönemlerine ve o dönem bireylerinin asla unutulmayacak kalıcı kılınmış acılarına içeriden bakışlar, yaşanmışlıklarla yer verilmişti. Bu romanda ise 31 Mart’ı, 12 Eylül’ü bireysel ve toplumsal yok oluş sürecinin dönemsel izdüşümlerini, Ayşe’nin toplumcu savaşımıyla; o dönemin dayanışma, tutunma, kaypaklık, çıkar kaygılarını önceki romana kıyasla kurumsal yapılardan çok bireysel ilişkilerde görüyoruz.

Romanda yanı sıra bakire kadın, ev kadını, emekçi kadın, bencil anne kadın, aşk kadını, aldatan kadın, boyun eğen kadın, özverili anne kadın, inançlı kadın, çocuk kadınlar, mahalle kadınları, okumuş kadın, cahil tüccar kadın rolleriyle birçok kadın tipi örnekleniyor.

Ortak özellikleri ise toplumda erkeğe nazaran eksikli ve kalıp yanlarıyla var oluşları, ancak erkeklerle kıyaslandığında zorluklara karşın sezgisel, güçlü duruşlarla ayakta kalabilmeleri ve her koşulda dayanışma, güç birliği, eksiği tamamlama yeteneği sergileyebilmeleridir. Devrim, değişim, dönüşüm ve yenilenme, bütünlenme erkeği de içine alan kadının doğasında vardır.

TANRIKADINLAR; AYŞE, SACİDE, ZEHRA

Romanın; yolları Tahir’de kesişen üç ana kadın kahramanını Ayşe, Sacide, Zehra’yı bir kadının parçaları olarak da düşünebiliriz, ayrı ayrı da…

Onlar nasıl tanrılardır ki böylesine eksik, örselenmiş, yarım kalmış, horlanmış, ezilmiş, kullanılmış, yorulmuş, yıpranmış, kendileri için yaşamamış olsa da doğurmuş, hep ötekini öncelemiş, insanlığa şefkatle kucak açmış, yaratıcı, empatik sevgi doludurlar. Kimisi dişiliğini yaşamaksızın gökyüzünde bırakılmış yüce, kutsal, kimisi haz peşindedir.

Ayşe, Zehra ve Sacide’nin köklerine baktığımızda öyküleri, direniş alanları ve yola çıktıklarındaki yaraları farklı da olsa acıları birdir. Anne yokluğu, baba ilgisizliği, yoksulluk, yoksunluk, dinsel bağnazlıkla biçimlenmiş çocukluk, sevgisizlik, ait hissedememe, boşluk, arayış.

Ayşe adil bir toplumsal düzen için savaşma ülküsüyle, Sacide çocuklukluğunda yaşadığı dinsel baskıyı, dişiliğiyle var olarak, unutmanın, kaçışın peşinde dolanarak, Zehra düzenine boyun eğerek, aldatılmak dahil kendisine biçilen yaşamı kabullenip çocuklarına sığınarak yaralarını sağaltmaya çabalıyorlar.

Anne Zehra tacizci babasıyla ve annesinin içine düştüğü durumun ürkünçlüğüyle baş etmeye çalışırken kendisine değil, başka bir erkeğin gücüne sığınıyor, Bu bakımdan en zayıfları o ama ev kadını olarak en büyük mücadeleyi ve direnişi çocukları söz konusuysa, o gerçekleştiriyor.

Yazar olayları kurgularken öyle çoklu bakış açıları yaratıyor, nesnel bakıyor ki, hangi kişi, hangi yaşam, hangisi Tanrı diye okur kendisiyle tartışıyor yapbozu yerleştirmek için. Oysa hepsi düzenin, sistemin parçaladığı bir bütün değil mi?

Hukuk, toplumsal yapılar, eğitim; kadın cinayetleri, erken evlilikler, şiddet, çocuk tacizlerinin ‘yazgısını’ değiştirip dönüştürmek için nasıl bir çaba içindeyiz, yoksa çağlar boyunca dinsel/erksel bağnazlığın tapıncında mı boğuluyoruz? diye düşündüm okuma sürecimde o kadınlarla birlikte.

Romanda toplumsal ve bireysel sorunlar, yaralarımız, üstelik üç kuşaktır süregelen, çözülecekken düğümlenen bir geriye gidişle; dinsel gericilik taciz, iç ve dış göçler, sürgünler, eğitimsizlik, cehalet, yoksulluk, baskı, darbeler, miras hukuku, aile ve evlilik kurumlarının çözülüşü; yozlaşan kavramlar aşk, cinsellik, dostluk, akrabalık ilişkileri Ayşe, Sacide, Zehra, Tahir’in hayatlarındaki olaylar merkezinde işleniyor.

İÇ VE SINIFLAR ARASI TARTIŞMALAR

Tanrıkadın’da dinsel bağnazlığın karşısında eğitilmiş toplumu, baskıcı, düzenin karşısında sosyalist bilinci, şiddetin, işkencenin karşısında şefkati, daha iyi bir dünya düş ve özlemini her satırda duyumsuyoruz.

Gerek roman kişilerinin meslekleri, gerek eylemleri ve muhalif duruşları hep karşıtlarıyla işleniyor. Gerek sınıfların gerek kadınların kendi içlerinde yine karşıtlarını da taşıyan çelişkileri, iç çatışmaları yoğun örnekleniyor.

Sosyalist bilince sahip öğretmen Ayşe kadınca zaafları, annece sahiplenmeleri, bağışlamaları, kendinden vazgeçmeleri, kaygıları, tedirginlikleriyle bilinci ve alt bilinci arasında gidip geliyor. Düzene başkaldırsa da, hayır’larının yanı sıra annesinin, anneannesinin kendisini yetiştirenlerin ve toplumun sesini, iç sesini susturamadığı zamanlarda arada kalıyor.

Topraktan endüstri, oradan teknoloji toplumuna geçiş sürecindeki çağdaş kadın, bağnaz kadın, kapitalizmce kullanılan meta kadınların varlığını, ikilemlerini, suçluluğunu, yansımalarını hala duyumsadığımızı hissettim kadın okur olarak.

Tanrıkadın’da yazarın insana nesnel ve cinsiyetsiz bakışı, erkek/kadın/erk kimden gelirse gelsin otoriter baskıya, yobazlığa karşı tutumu romanın bütününde, Ayşe’nin kişiliğinde, kimliğinde çok net okunuyor.

Romanın akıcı diliyle bütünleşip kişileriyle özdeşlik kuruyor, anlatılarla o hayat yollarında kimi zaman üzülerek, kiminde gülümseyerek, kimi zaman da sesli gülerek yürüyorsunuz.

Örneğin; yılan dilli, ihaleci adam, kocalı kadın, fırın ağızlı adam. Ayşe’nin çocukluğunu ve hastalığını anımsadığında beliren anne düşleri, sevgi yoksunluğu “Anne değil, bir ak zambak, iki ağlar çeşme gözünden, bir top peteği gülüşünden bildim; annemsin.”

Gölge, asıl, anne, yansıma, kopya sözcükleriyle anlatılan bir yalnızlık, sevgi boşluğunun Ayşe’nin sonraki hayatına da dağılışının özlemli, tutuk, suskun dili, bazen da şiddetin, öfkenin, direnmenin diliyle karşılaşıyorsunuz. Ayşe ve tatil ile dönemsel gönderme.. Ev kadınları anlatılırkenki ironiler, koca ve kıymalı börek sorununu dillendirmek ince dokunuşlu gülüşler...

Yazmaya ömrünü vermiş bir yazar emeğinin, bilincinin samimiyetle, ustalıkla okurun kalbini ele geçirip, dille sarmalaması var Tanrıkadın’da. Şiirli yazılan felsefi bölümlerde geniş zamanlı seslenişler, yerinde ve gerektiğince çağrışımsal sözcük, imge, simge, ironi, mizah, yapıcı-eleştirel bir dil tatlı tatlı kullanılmış.

Uzun tümceler okumayı zorlaştırmıyor, akıcı. Üçgen, tek çizgiyle anlatım, açık koyu, italik, içeriden bölümce başı, büyük harflerle vurgulama gibi biçimsel teknikler cesurca denenerek oylumlu bir romanın rahat okunması sağlanmış.

Romanın dil çeşitliliği; işlenilen konuya göre seçilen dilsel derinlik, örneğin iç konuşmalardaki uzun tümceler, mahalle kadınlarının şivesi, argo, günlük dil vd., olayın zamanına göre dil oluşturma, anlamları çözmede dengeyi, kitabın yazılı dili yanında görselliği, okunurluğu sağlamış.

YÜN ÖRGÜSÜ, EL ÖRGÜSÜ ÇOCUKLAR!

Toplumunu iyi tanımış, gözlemlemiş, sahiplenmiş bir yazar Feyza Hepçilingirler, bunu dilinden yansıyan, bize geçen tümcelerinde belirgin duyumsuyor okur: “Artık yünlerden örülmüş alacalı bir çocuk kalabalığı, örgü çocuklar, yün örgüsü, el örgüsü çocuklar. Onlara bakan bu örgülerin yalazladığı bir çıra’.’

O çocuklar acılı bir dönem kuşağının yoksul ve yoksun çocukları değil mi? Özlemli, hüzünlü, çekingen, kabullenmiş, eksik, yarım… öyle güzel çizilmiş ki sözcüklerin resmi, okurken anımsananlardan içleniyorsunuz, dokunuyor.

Bir yandan da örgü el sanatı, el emeği, bütün sıcaklığıyla örenin örüleni ve çocuğu sarmaladığı güzel bir his. Hepimiz giydik. Örgü bebeklerle oynadık. Sadece ‘artık yün’ sözcüğü üzüyor insanı ve size yoksulluğu, oyuncaksızlığı, eşitsizliği anımsatıyor.

İMGE, SİMGE, İRONU, MİZAH, YAPICI ELEŞTİREL DİL...

Sınıfların eşitsizliğini sezdiriyor yine yazar, hem de minicik dokunuşlar ve değinilerle, görsel bir şölenle, dille. Acaba o çocuklar zengin olabildiler mi hiç ya da gerçek zenginlik varlıkları mıydı… Bireyi anlatırken kocaman bir dünyanın hiç dinmeyen yarasını, acısını anlatıyor yazar.

Yolculukta şöyle diyordu Üç Benli Kadın: “Nasıl yanağımızın derisi bütün bedenimizi saran derinin bir parçasıysa bizler de öylece toprağın parçasıyız. Bir adamın karnına bıçak saplanırsa toprağın canı yanar. Ama kocamın değil. O, topraktan değildi çünkü. Ateşten de değildi, sudandı. Bu yüzden kendi kendisini yok etti.”

KADIN VE DÜNYANIN SÜREĞİ TANRI!

Toprak da kadın da ihaneti unutmaz. Toprak da kadın da tamamlayıcı kucağı, yaratıcı hoşgörüsü, şefkati, doğurganlığı, üretkenliği, çalışkanlığıyla dünyanın süreği olarak Tanrı imgesidir. Tanrıyı dışımızda değil, birbirini tamamlayan erkek ve kadının içindeki sevgiye verilen emekte, benliğimizde aramalıyız.

Emeğin, sevginin, cinsiyetsiz insanın, insanlığın romanı diyebileceğim Tanrıkadın’ı bir türle sınıflandırarak sınırlamam. Felsefi, sosyolojik, psikolojik kesitlerin anlatıldığı bölümler, kuşaklar/dönemler, durumlar/olaylar, kişiler/yaşamların iç içe geçtiği kesişmeler, gölgeler, izler; hepsinin sıralamasız yoğrularak Ayşe öznesinin içsel çatışmasında, kendisiyle hesaplaşmasında büyük bölümü bilinçakışı tekniğiyle biçimlenen çok katmanlı, toplumcu, eleştirel gerçekçi bir roman. Öyle ki bitirince yazarın soruları daha da çoğalıyor okurda.

Tanrıkadın’da birey ile toplumun, kadın ile erkeğin, sevgi ile aşkın, doğum ile ölümün, şefkat ile şiddetin, varlık ile yokluğun, emek ile sömürünün karşıtlığında birbirini sevgiyle onaran, tamamlayan cinsiyetsiz insanlık ve barış içinde bir dünya emeği anlatılıyor.

Tanrıkadın, yazarın gözlem gücü, roman estetiği ve romanın çok katmanlı diliyle doğurganlaşıp varsıllaşan bir okuma armağanı yazarından okuruna, Türk yazınına.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler