Habib Aydoğdu’dan 'Yazılmamış Tarihe Notlar'

Habib Aydoğdu’dan 'Yazılmamış Tarihe Notlar'

2.11.2025 04:00:00
Güncellenme:
Güven Baykan
Takip Et:
Habib Aydoğdu’dan 'Yazılmamış Tarihe Notlar'

Çağdaş Türk resminin önemli isimlerinden Habib Aydoğdu, Cermodern’deki “Yazılmamış Tarihe Notlar” sergisiyle 2000’lerden bugüne uzanan üretim sürecini izleyiciyle buluşturuyor.

Habip Aydoğdu, yarım yüzyılı aşan sanat yolculuğunda her döneminde başka bir yüzüyle karşımıza çıktı; kimi zaman kalın boya katmanlarının içinde gizlenen bir çığlık, kimi zaman bir kelimenin yarım kalmış yankısıydı onun resmi. Şimdi ise, Ankara’nın en önemli çağdaş sanat mekânlarından biri olan Cermodern’de, “Yazılmamış Tarihe Notlar ” sergisiyle izleyici karşısında.

Bu sergi, yalnızca bir resim seçkisi değil; bir ressamın kendi hafızasıyla, çağının çelişkileriyle, iç sesleriyle kurduğu uzun soluklu bir diyaloğun özeti. 2000’lerden bugüne uzanan bu dönemde Aydoğdu, yazıyı resmin içine alarak hem görsel hem sözel bir dil kurdu. Harfler, kelimeler, cümle kırıntıları tuvalin yüzeyinde nefes alıyor; bazen okunuyor, bazen siliniyor ama hep bir yankı bırakıyor.

Röportaj boyunca onunla hem malzemenin anlamını, hem rengin hafızasını, hem de sanatın direnişini konuştuk. Kırmızının nabzı, siyahın ağırlığı, beyazın sessizliği arasında ilerleyen bu sohbet, bir sanatçının yalnız resmini değil, yaşadığı zamanı resmetme biçimini de anlatıyor.

Image

Bu serginin omurgasını oluşturan “Yazılmamış Tarihe Notlar” başlığı sizin için neyin karşılığı? Neden 2000–2025 aralığı?

Bu seçkide 2000’den 2025’e uzanan resimlerim bir araya geliyor; çünkü o dönemden itibaren yüzeyde yazının resimle kurduğu ilişki belirginleşti. Harfler, kelimeler, yarım kalmış cümleler yüzeyde düz de akar ters de; üst üste biner, silinir, yeniden doğar. “Yazılmamış tarih” derken kastettiğim, yüzeye kaydedilmiş ama sözlüğe girmemiş hafıza. Çok dikkatli bakan bazı bölümleri okuyabilir; ben bile çoğu kez metnin yüzde otuzunu anca çözüyorum. Çünkü yazı, benim için anlamı bildirmekten çok ritmi ve nefesi taşır. Yaşayan sanatçıya “retrospektif” verme fikrine mesafeliyim; o yüzden 2000 sonrası üretimimin yolda dönüşen hâline odaklanan bir sergiyi Cermodern’in ölçeğinde kurmak istedim.

Yazı–resim birlikteliği bu sergide merkezî. Okunurluk meselesine nasıl bakıyorsunuz; Adonis’e ayrılan bölüm burada nereye oturuyor?

Yazı, resmimde resimsel bir öğedir; anlam kadar katman, iz ve boşluk yönetimidir. Okunurluk amaç değildir; yazı bazen görünür, bazen şeffaflaşır, bazen sadece leke olarak kalır. Adonis bölümü bu hattın en görünür odağı. Türkiye’de ulaşabildiğim kitaplarının çoğunu okudum; bazılarını resimledim. Atölyede yan yana çalıştığımız günlerde o doğaçlama yazdı, ben resmettim; süreç profesyonelce belgelendi. Adonis kaligrafinin yerini çok iyi bilir; yazının nereye konunca resmi besleyeceğini sezgisel olarak yerleştirir. Cermodern’de üç büyük duvar, ek panolar ve küçük yüzeylerle bir odak alan kurduk; izleyici şiirin soluğuyla renk ve leke arasında gidip gelsin istedik. Çeviri konusu soruluyor; kendisinin de takıldığı gibi “çevirmenler şiiri öldürebilir.” Ben bu yüzden “doğru çeviri”nin peşinden çok şiirin titreşimini yüzeyde tutmayı önceliyorum.

Image

Renk ekseniniz: Kırmızı–siyah–beyaz. Mavi–yeşil döneme yaptığınız “itiraz” da var. Bu palet sizin için ne anlatıyor?

Bu coğrafyanın rengi, itirazlara rağmen, benim için kırmızıdır; nabız orada atar. Siyah artık fonda değil, başlı başına özne; ağırlığın ve yasın taşıyıcısı. Beyaz çoğu zaman zemin sanılır ama yüzeyde alan açan, nefesi ayarlayan eşiktir. “Adın kırmızıya çıktı” diyenlere küçük bir itiraz olarak seçkiye mavi ve yeşilin baskın olduğu iki resmi bilinçle yerleştirdim; paletin genişliğini ve soluk aldığı aralığı hatırlatmak istedim. Renklerimdeki gerilim—kırmızının coşkusu ile siyahın ağırlığı—resmin enerjisini kuruyor.

“Malzeme araçtır, dil esastır” diyorsunuz. Yüzeydeki kalınlık, malzemeyle ilişkiniz, dijital teknikler ve risk alma tavrınız?

Tuval, ahşap, metal, seramik… Hepsi araç; mesele onların üstünde ne söylediğin ve nasıl söylediğin. Yüzeydeki bedeni gizlemem; kalınlık gözle görülür, elle hissedilir. Çelik macun ve birkaç eşlikçi malzeme tuvalin damarını değiştirir. Dijital dünyada kendimi biraz “treni kaçırmış” hissediyorum; dağılmak yerine kendi dilimi derinleştirmeyi seçiyorum. Sanat güvenli bölgede büyümüyor; bir dönem satış çok artınca kolay beğeniye yaslanmamak için frene bastım, bekledim, yön değiştirdim. Pandemide küçük formatlara yönelmem de bu yüzden: az alanda yoğun titreşim aradım.

Image

Kişisel yolculukta “Bavul” imgesinin ve mekân tercihlerinizin yeri nedir? Cermodern bu hikâyede neden önemli?

Okulunu başladığım gün babamın aldığı bavul, yıllar sonra Almanya’daki “Bavulum Dolu Sanatlar” projesinde yeniden hayat buldu; içinden resimler ve meslekler “fışkıran” bir eşik oldu. O bavul, bir eşya değil; içimde yankılanan ilk kırılma sesiydi. Sergi mekânı seçiminde yıllarca butik galerilerden uzak durdum; arşiv disiplini ve küratöryel ciddiyetin güçlü olduğu kurumsal mekânlarda dili büyütmek istedim. Cermodern’in mimarisi, taşıma kapasitesi, dolaşım kurgusu işleri nefes aldırıyor. Kurulumda “yakın ol ama uzak dur” önerisini tuttum; küratöryel akla güvendim ve Mustafa Ağatekin’in ellerine sergiyi teslim ettim, iyiki de öyle yapmışım.

Ustalara bakış: Van Gogh ve Picasso’ya yaptığınız göndermeler bir saygı mı, tartışma mı? İzleyiciye son cümleniz?

Ben buna “kendi dilinde yoklama” diyorum. Van Gogh’un son iki yıldaki hız ve kalın boya enerjisi, mektuplarındaki iç hesaplaşma; Picasso’nun malzemeyi dilden bağımsız görmeyen tavrı… Hepsi öğretici. Ama mesele taklit değil; bugünden konuşmak. Dilin netse, hangi mirasa değersen değ kendin kalırsın. İzleyiciden beklentim şu: Bu resimlerin karşısında yalnızca okumayın, dinleyin de. Yazı burada anlam kadar ritim; okunmadığı yerde bile iz olarak konuşur. “Yazılmamış Tarihe Notlar”, yüzeyde bırakılmış notlar kadar, seyircinin zihninde yazılacak cümlelerin de başlangıcıdır.

Image

Habip Aydoğdu’nun anlattıkları, bir sanatçının kendiyle hesaplaşması kadar, bir çağın da iç dökümüdür.

Tuval onun için bir yüzey değil, bir vicdan alanıdır; her renk, her çizgi, her kelime bir sorunun yankısını taşır.

“Yazılmamış Tarihe Notlar”, yalnızca 25 yıllık bir dönemin görsel hafızası değil, henüz kayda geçmemiş bir duygunun iz sürüsüdür.

Cermodern’de dolaşırken, resimlerin önünde zaman biraz yavaşlar.

Kırmızıyla siyahın birbirine karıştığı o yoğunlukta, sanatçının sesi duyulur: ne tam bir cümle, ne tam bir sessizlik…

Aydoğdu, resimlerinde aslında bize hep aynı şeyi söylüyor:

Sanat, yaşadığını kanıtlamanın en dürüst biçimidir.