Dert etme, herkes bir yerde yabancı
Üç Kuruşdizisindeki oyunculuğuyla izleyenleri kendisine hayran bırakan Nursel Köse hayat verdiği Roman karakter Neriman’ı ve kendi hayat hikayesini anlattı.
Nursel Köse, her girdiği karaktere farklı bir can veren oyunculardan. Üç Kuruş’ta Neriman’ı canlandırıyor. Enerjik, pozitif, yaşsız. “Nereden bu enerji” diye soruyoruz. “Bunu herkes söylüyor bana. Girdiğim ortamlarda hep duyarım, “Oooo enerjimiz geldi” cümlelerinib . Diğerlerinin enerjisi mi düşük acaba diye düşündüğüm oluyor. Bende çok normal bir şey olduğu için hayat biçimim âdeta. Daha çok zihinsel enerjimi yüksek tutmaya çalışıyorum. Düzenli spor yapmam, doğru beslenmem, mutlu edeni tercih edip acı vermeyen aşkı yaşama isteğim mesela... Bu saydıklarımı ülkemizde gerçekleştirmenin çok ağır şartları olduğunun farkındayım. Tamamen gamsız da değilim tabii. Doğru ve güzel enerjimi insanlara bulaştırdığımı hissediyorum yaptığım işlerimde” diyor. Köse, 17 yaşında Malatya’dan Almanya’ya mimarlık okumaya gidiyor, tiyatroyla ve kabareyle tanışıyor, kendi hayat mücadelesini veriyor. Oyuncuyla Üç Kuruş’u, öteki olmayı ve tabii ki kadın olmayı konuştuk...
- Yeni diziniz Üç Kuruş, ötekileştirilmiş bir grubun dünyasını anlatıyor, siz de Neriman’ı canlandırıyorsunuz. Nasıl biri Neriman?
Romanlar maalesef, ülkemizde de azınlık olmanın, ötekileştirilmiş olmanın getirdiği gettolarda sıkışmışlık, itilmişlik hislerinin altında ezildikleri yaşamlar sürdürmek zorunda hâlâ. Neriman karakterine hazırlanırken dünyanın dört bir köşesinde yaşayan, her ülkede ortak özelliklerini yitirmemiş ama farklılık gösteren Romanların gizemli, büyüleyici, dışa kapalı dünyasının içine girmek, daha yakından tanımak, hiç bilmediğimiz yanlarını yaşamak, ötekileştirilmiş dünyalarında neler hissettiklerini bizzat hissetmek istedim. Verdikleri yaşam savaşını anlamak ancak içlerine önyargısız girdiğimizde mümkün olabilir. Üç Kuruş dizisi tam da buna hizmet veren bir hikayeye sahip. Bu yüzden Neriman’ı otantik yansıtmanın gerekliliğini, Roman olmanın gerçek hayatta ne demek olduğunun, acılarının, dramlarının, keyiflerinin, umut ve umutsuzluklarının aslını seyirciyle paylaşmanın doğru yol olduğuna inandım.
- Nasıl bir yol izlediniz?
Roman deyince bizde belirli diziler ya da filmler sayesinde hikâyeler ve tecrübelerden oluşmuş, mesnetsiz klişelerden ya da kendi kafamızdaki şablonlardan çıkan, önyargılardan beslenmiş; yani cepten çıkma tiplemeye hizmet vermeden rolümü oynamak istedim ve buna uğraşıyorum hala...
- Eğlenceli, vurdumduymaz...
Eğlenceliler, vurdumduymazı bilmiyorum. Vurunca duyulur herhalde ama eğlenceliler, hayata gülerek bakıyorlar, pozitifler, olumlular, yüksek enerjililer... Ama dertleri de çok. Fakirlik, belirli imkânların onlara gitmemiş olması, eşitsizlik, gençlerin geleceğe umutsuz bakışı, işsizlik vs. çok paralel. Ama bir yandan da müziği açıp günün her saatinde küçük – büyük oynayabiliyorlar. Birlikteler, kapı önü kültürü çok yaygın ve nostaljik... Bu aralar çok soğuk; hemen toplanıp ateş yakıyorlar, birbirinden kopmayan bir kültür ve beraberliğe sahipler. Hakikaten neşelerinden ve hayat enerjilerinden örnek almak lazım.
- Neriman nasıl bir kadın?
Neriman, Kartal’ın halası. Ağabeyinin kendisini aileden dışlamasıyla bütün sorumluluğu almak zorunda kalıyor, çöpten yuva yapıyor. Bütün aileyi ve mahalleyi ayakta tutmaya çalışan bir kadın haline geliyor. Kadın hep bir şeyleri ayakta tutmaya çalışırken kendinden feragat etmeye çalışır ya, o da etmiş. Güçlü kadın. Ciddi olmasına rağmen mizahı da güçlü, dili hem sert hem de bir yılan gibi. Bütün bunları yavaş yavaş göreceğiz.
- Siz de güçlü bir kadınsınız, 17 yaşında Almanya’ya gidiyorsunuz okumaya, tek başına. İçinizdeki gücü nasıl keşfettiniz?
Güçlü kadını önce bir tarif edelim; 17 yaşında Almanya’ya giden bir erkek çocuğa biz güçlü demiyoruz. Niye? Güç erkeğe ipoteklenmiş... Ama bir kadın ya da bir genç kız yaptığında güçlü diye ayırıyor, pozitif ayrımcılık yapıyoruz bence. Zira ülkemizde kadının önü engellerle dolu. Aileden başlıyor; sokak, çevre, gelenekler, görenekler, din baskısı, kültür farklılıkları derken hayatı kadına güçleştiriyoruz. Bütün bu baskıların en önemlileri engel olarak hep kadının önünde. Yolumuzu aça aça gitmek zorundayız, kendini bir yola vurduğunda her taraftan tehlike gelecektir. Bunları aşa aşa, biraz canın acıyarak, ruhun kanayarak gitmek zorundasın. Ben Malatyalım, kayısı yiyerek büyüdüm, herhalde beynimde fazla fosfor var (kahkahalar) daha rahat ve korkusuzca aştım yollarımı…Bizim ailede kadınlar güçlüydü, ablalarım kanatlarını kardeşlerin üzerine açtı, yol gösterici oldular, şanslıydım. Babam özellikle kızlarını çok severdi, gözetirdi, annem okumamıza çok önem verdi. O anlamda biraz özgür yetiştim, yasaklarla çok başım derde girmedi. Ailem kendi sorumluluğumuzu bize çok çabuk verdi. “Ders çalış” yerine, “Sen mutlaka bu dersi geçmeyi başaracaksın” şeklinde yaklaştılar. Onların pozitif yaklaşımları iyi yönde etkiledi bizi. Ben çok güçlü zannetmiyorum kendimi, aslında çok korkağımdır. Oynadığım karakterlerden çok farklıyım aslında. Herhalde korkutan sert bir yanım var, bunu aşırı güç olarak algılayabiliyorlar. Cesaret, merak, “Kendi ayaklarının üzerinde dur”, “Git başka şeyleri gör” güdüsü çok ilerleticiydi bizde... “Olduğun yerde durma; çık, git, gez, gör” güdüsü fazlaydı bizde herhalde.
- Korkağım dediniz ya, o tarafınız nasıl?
Çok korkağım, gürültülü sesten korkarım mesela, yolda giderken korna çaldığında ben zıplarım havaya. Kavgadan, kalabalıktan çok korkarım, fobim vardır. Bağıran çağıran insanlardan çok rahatsız olurum. Herkes beni “Koydu mu oturtur” zanneder, bunu hiç denemedim örneğin. Pısırık bir yapım var bazı ortamlarda. Ama tuttuğunu koparan bir insanım, ideallerimde ısrarcıyım, işimde iddialıyım. Güç kaba kuvvet hep erkeklere özgüdür, biz kadınların pek tercih ettiği özellikler değil. Kadının gücü bütün o engellere, baskıya rağmen yolunu bulmak. Stratejisi, duygusal zekası güçlüdür kadının. Bütün bunları kullanarak kadın, kendi yoluna gidebilir ama öldürülmekten kurtulamaz.
- Türkiye’nin kanayan yarasına dönüp dolaşıp geldik...
Bir yerde bir erkeğin elinde öldürülmeye engel olamıyor “güçlü kadın” olmak, hayatını kurtarmaya yetmiyor. Burada başka bir şey gerekiyor. Devletin, kanunların, kamu organizasyonlarının, psikologların, pedagogların özellikle eğitimin çok acil devreye girmesi gerekiyor. Al; kafayı yemiş, şiddet bağımlısı bir kişiyi terapiye götür, bu da çözüm olmuyor. Ama çocuklar, gelecek nesil... Kız ve erkek çocuğunu ayrı tutuyoruz, farklı yetiştiriyoruz, kızları ezik eğitiyoruz mesela, bunun aşılması lazım. Bu resmi değiştirmek için çok kafa yormamız gerekiyor hepimizin…
- Bir kadın olarak korkuyor musunuz, güvende hissediyor musunuz kendinizi?
Dünyanın hiçbir yerinde, kendimi bir kadın olarak hiçbir zaman güvende hissetmedim. Tabii Avrupa’da belirli şeyler korunmuş; gecenin bir saatinde metroya da binebilirsin yalnız da dolaşabilirsin. Bu bizim ülkemizde zorlaştı, nereden bir sapık çıkacağı belirsiz, gece de olabilir, gündüz de olabilir. Çünkü erkekler alacakları cezadan korkmuyor, affediliyor. Gün battıktan sonra bir yürüyüşe çıkayım demiyorum, diyemiyorum. Takmış fanların olabiliyor, cevap vermiyorsan nefret söylemleri ile bir tehlike yaratabiliyor kafanda... Bazı erkeklerin kafaları tek düze ve bir tek yöne çalışıyor, kadınlar sürekli kendilerini geliştirirken bu ülkede. Kadın her zaman bir şeyleri kotarmak, başarmak, toparlamak, çözmek, hayatta tutmak zorunda olduğundan, adamlar hazıra konmuş bir şekilde rahat yaşıyor. Kendilerini geliştirmeye gerek görmemişler çok. Entelektüel açıdan oturup konuşamıyorsun çoğu kez, edebiyatı, sanatı, kitabı konuşan azalıyor. Terazide farklılık var yani...
- Peki Almanya’da öteki hissettiniz mi kendinizi?
Yurt dışına çıktığınız andan itibaren mülteci, yabancı göçmen ya da başka bir şeysiniz. Hele de Avrupa’da; benim kültürüm, benim dilim, benim müziğim, benim sinemam diye bir sahiplenme oluşuyor. Almanya’da da çok baskın bu. Ben de orada, itilen bir toplumun üyesi olarak gittiğimde çok düzenli bir şekilde yabancı düşmanlığı, yabancıyı itme, belirli yerlerde görmeme baskısıyla yaşadım hep. Çünkü ben başka bir branşa da geçtim, oyunculuk yaptım. Hayatımın her alanında ötekiliği hissettim ve gördüm. Ondan sonra da bunu acı olarak görmeyip çok başka bir şekilde yaşamaya başladım. Evet ötekiyim, azınlığa aitim. Ama azınlık olmak suç değil, kötü bir şey değil. Öteki olmak seni kötü bir sınıfa atmıyor, atmamalı. Bir bu varsa bir de öteki var. Bu da benim için öteki o halde. Çapraz görmeye başladım: ötekinin berikinden insan olarak farksızlığını anlatmak için de kabare sanatını yaptım uzun yıllar. Mizahın insanların yüreklerine kapılar açtığını gördüm, yaşadım. Önyargıları silmek, şablonlardan bakan insanların o kafalarını değiştirmekte; mizahın, sahne sanatlarının, sinemanın çok önemli olduğunu gördüm ve bu yolu tercih ettim. Belirli ötekileştirme formları ve normları beni yaralayacağına daha da güçlendirdi, motive etti. Türk kadını hep şablonlardan çıkma roller oynar Almanya’da. Nasıl burada Roman deyince bütün o klişeler aklımıza geliyorsa, orada da Türk kadını için aynı şeyler geçerliydi. O yüzden Neriman’a çok farklı bakarak girdim. Klişelerle oynamak istemedim. Onların mizahını alabiliriz, ama tepeden bakma küstahlığından kendimi uzaklaştırdığım sürece bu mümkün. Bizim dizi Üç Kuruş’a, zaten Ay Yapım da Show TV de bütün ekip de böyle bakıyor. Mahalle de bize öyle bakıyor. Ben onu öteki olarak görmüyorum, o da beni. Bu tavırla yaklaştığınızda el ele tutuşabilmemiz, doğru ve içten yüzlerini görebilmemiz mümkün. Bu senin dürüstlüğünle çok alakalı, insan insana anlaşmanın da bir yoludur.
- Almanya’da kurduğunuz Yer Kozmetikçileri kabare grubunun ismi de öteki olmaktan geliyor, Türk kadınları hep temizlikçi olarak mı görülüyor hâlâ Almanya’da, yoksa değişen bir şeyler var mı?
Ben onca yılımı verdim, yabancının asimile değil de bütünleşmesi konusunda çok çalışmalar yaptım. Yeni nesil biraz daha farklı düşünüyor olabilir ama eski nesil hep aynı kafada. Saçı kara, kaşı kara olanı hep tehlike olarak görüyor. Dışarıdan gelen, tanımadığımız her şey bize tehlike gibi gelir ya... Tanıdıkça, ona şans verince belirli şeyler daha kolaylaşabilir. Ona insan olarak baktığınızda, belki acılarını anlatacak. Ama işte o fırsatı vermiyoruz. Ben o anlamda çok kapılar açtım ama diğer kapılar da bana kapanmadı diye bir şey yok. Seni sokakta gören insan yabancı olduğunu hemen hissediyor. Benim aksanım var, televizyonda bir sunucu olarak istemeyen bir kafa var. Nereye gitseniz yabancısınız. Yabancılığı artık kendine dert etmemen lazım, herkes bir yerde yabancı. Anadolu’dan gelen İstanbul’da yabancı, İstanbul’dan gelen Bursa’da yabancı. Bana artık koymuyor. Gençliğimde bir yere gittiğimde kapkara uzun saçlarımla herkes bana bakıyordu mesela... Eşim sonra “Ya çok güzel kadınsın ondan bakıyorlar.” dedi. “Aaa”, dedim “Evet bu da olabilir”. Buradan görmek bana iyi geldi.
YENİ KİTAP GELİYOR- 2016’da kitabınız çıkmıştı, Soytarı Özgürlüğü. Var mı yeni çalışmalarınız? Evet yeni kitabım çıkacak, polisiye – bilimkurgu roman. Farklı bir alan benim için. Eşimle birlikte kurguladık. Bir kadın bir erkek, bizim gibi bir çift var. Türk kadınla, Avusturyalı bir erkeğin hafiyelik öyküsü. Bakalım inşallah beğenilecek... Çok iyi de film olabilecek bir kitap. - Belki dijitale bir dizi yaparsınız... Her şey olabilir, bakalım önce bir kitap çıksın da... Onun imtihanı ayrı, kitap çok ayrı bir heyecan. |
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev