Atatürk'ün aydınlığından futbolun karanlık dehlizlerine...

Atatürk'ün aydınlığından futbolun karanlık dehlizlerine...

23.04.2022 11:02:00
Güncellenme:
Haber Merkezi
Takip Et:
Atatürk'ün aydınlığından futbolun karanlık dehlizlerine...

KONUK YAZAR | Suavi Yardımoğlu, Cumhuriyet Ege için yazdı...

Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından ulusal egemenliğin kayıtsız şartsız millete teslim teslim edilişinin ve bu anlamlı bayramın çocuklara armağan edilişinin 100. yılını gururla ve coşkuyla kutluyoruz.

Sporumuzda ise ne yazık ki, futbolun karanlık dehlizlerinde, bulanık sularda balık avlamaya, sahada kazanamadıklarını siyasetin gücüyle, haksız ve adaletsiz bir şekilde elde etmeye çalışanlar var.

Federasyon istifa etmiş, kulüplerin yegane gelir kaynağı yayın ihalesi ortada kalmış, MHK'nin biri gidiyor, diğeri geliyor. Milli Takım (C) Lİgi'nde Avrupa Kupaları'na sayıları azalan takımlarımız ön elemesiz giremeyecek. Siyaset sözde özerk olan Futbol Federasyonu'nun iliklerine kadar işlemiş. Bozulan ekonomimiz gibi futbolun itibarı da yerlerde sürünüyor.

Gerçi Süper Lig'de düşme kaldırılırsa iki güzide İzmir kulübü de bundan yararlanacak. Ama, Kuvay-ı Milliyecilerin kurduğu Büyük Altay'a ve amatöre kadar inip binlerce taraftarının yalnız bırakmadığı, küllerinden doğan Şanlı Göztepe'ye böyle bir geri dönüş yakışacak mı?

Hatalar, başarısızlık, beceriksizlik, öfke... Ne derseniz deyin ama, İzmir'i tekrar "Süper Ligsiz" bırakacak bu acı sonu hazırlayan, dönen dolaplar da ortada değil mi?

Futbolumuz karanlığa gömülmüş, karanlık dehlizlerden kendini çekip çıkaracak bir el arıyor.

Tıpkı yıllar önce bir ulusun kaderini karanlıklardan çekip çıkaran ve çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaştıran Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün eli gibi...

Bir yandan harp meydanlarında, kan, gözyaşı, yokluklar arasında, padişahın idam fermanı boynunda asılı, savaş verirken, öte yandan sporu düşünen O'ydu.

Sporu bir devlet politikası ve zorunlu eğitim felsefesi yapan ilk devlet adamı Gazi Mustafa Kemal'di. Atatürk sporda da dünyada bir ilkti.

Türk ulusu, ulu önder Atatürk'ün Cumhuriyet'in temellerini attığı ve "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" dediği 23 Nisan'da yepyeni bir yaşama "merhaba" diyordu.

Ulusal egemenliğin padişahın elinden millete geçtiği bu dönemde, bir yanda dünyada eşi benzeri görülmemiş, yıllarca bağımsızlık arayan uluslara örnek oluşturan ve dünya durdukça da öyle kalacak bir İstiklal Savaşı sürüyor, öte yandan padişahlığın ve yobazlığın baskısı altında ezilmiş benliğini yitirmiş, "hasta adam" diye anılan Osmanlı'dan, bir ulusa yepyeni bir yönetim şekli, çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı, eşitlikçi "Cumhuriyet"i getirmenin hazırlıkları sürüyordu.

İşte bu hazırlıklar içinde "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" ilkesinden yola çıkarak, Türkler'in yürüttüğü milli sporu, Türkiye'nin yeni vizyonu yapmanın hesapları, sportif planlar da Gazi Mustafa Kemal'in kafasında bir yerde duruyordu.

Daha 1915 yılında "Osmanlı Genç Dernekleri Genel Müfettişliği"ne atandığında hükümet için hazırladığı raporda okullardaki cimnastik derslerinin artırılmasını teklif eden Mustafa Kemal, 23 Nisan'ın ardından 8 Temmuz 1920'de kendi emriyle Muhafız Alayı'nı kurdurmuş ve bu alaya bağlı "Muhafız Gücü" adında da bir spor kulübü kurulmasını sağlamıştır.

Şimdi ne yazık ki faaliyetine son verilen bu kulüp futbol, atletizm, binicilik, bisiklet ve polo branşlarında faaliyetler göstermiş ve kapanıncaya dek hem sporcuların silah altındayken formda kalmalarını sağlamış, hem de bir çok sporcusuyla, dünya çapında başarılara imza atarak, ay-yıldızlı bayrağımızı gururla uluslararası alanda dalgalandırmıştır.

Atatürk savaşın hemen ardından öncelikle "Milli" bir spor politikası oluşturmaya önem vermiştir. O döneme dek Türk gençlerinin binbir özveriyle kurduğu kulüpler, azınlıkların elinde olan spor dünyasında üstünlüğü bir ölçüde kırmıştı. Ama Türkler'in söz sahibi olmaları için bu çabalara devlet desteği gerekiyordu. Atatürk hemen bunu sağlamış ve spora büyük önem vermiştir.

Türkler'de sporun geçmişi çok eski olmasına karşın, olaya sadece folklorik ve gelenekçi bir bakış açısıyla yaklaşılması ve çağdaş bilimsel yöntemlerin yerine atalardan gelen bilgilerle çalışılması Türk Sporunu Cumhuriyet öncesinde bir hayli geriye götürmüştür. Daha Kanuni döneminden ticaretin azınlık yabancıların tekeline girdiği gibi, spor faaliyetleri de azınlıklarca yürütülüyordu.

Atatürk dünyada bir ilke imza atarak Beden Eğitimi derslerini okullarda zorunlu kılan ilk devlet adamı olmuştur.

Nitekim Fransız spor gazetesi, L'Auto Atatürk'ün ölümünden sonra ondan bahsederken bu yönünden övgüyle söz etmiştir.

Atatürk, genç Türkiye'nin gelişmesinde gerekli olacak gücün ve enerjinin kaynağı olan güçlü beyinlerin, ancak sağlam vücutlar üzerinde taşınabileceğini görmüştü ve bunu da o ünlü özdeyişiyle ifade etmişti. Ama tüm düşünceler, yalnız kağıt üzerinde ve nutuklarda kalmamış, Ulu önder tarafından bilfiil yerine getirilmiştir,

13 Ağustos 1923 tarihli hükümet programına gençlerin bedeni ve zihinsel eğitimini birlikte yürütüleceği maddeler konulmuş, stadyumlar, çeşitli spor merkezleri kurulmuş ve Halk Evleri'nin spor kolları bizzat denetlenmiş ve spor yeni Cumhuriyet'in yükselen değeri olmuştur.

İşin ilginç yanı daha Cumhuriyet kurulmadan Türkiye Cumhuriyeti'nin spor politikası saptanıp bu konuda adımların atılmasıdır.

Nitekim, "Terbiyei-Bederıiyye Darülmuallilmini" çok geçmeden kurulmuş, "Gazi Terbiye Enstitüsü" adı altında Ankara' da hizmete geçmiştir. Ayrıca Çapa Muallim Mektebi'nde bir kurs açılmış ve başına Avrupa'da Beden Eğitimi öğrenimi görmüş Selim Sırrı Bey (Tarcan) getirilmiştir. Ayrıca aynı kursa İsveç'ten iki kadın öğretmen getirilerek, kadın beden eğitimi öğretmenleri yetiştirilmesine başlanmıştır. Yetişen bu öğretmen adayları arasında başarılı olanları ihtisas görmek için Avrupa'ya gönderilmesine karar veren Ulu Önder, subayların da askeri okullarda modern beden eğitimini uygulayabilmeleri için bu eğitimden geçerek, Avrupa 'ya gidip, ihtisas görmelerini istemiştir.

Eğitim amacıyla Avrupa'ya yollanan gençlerden, Belçika'nın Gent şehrine giden Suat Hayri Bey (Ürgüplü) daha sonra tarafsız Başbakan olarak görev yapacak, diğer genç Vildan Aşir (Savaşır) da uzun yıllar Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'nü yürütecekti.

Gazi Terbiye Enstitüsü'nün Beden Eğitimi Bölümü'ne Almanya'dan uzman getiren Gazi Mustafa Kemal, çağdaş, genç ve bilgili bir kadroyla Türk sporunun temellerini atmıştır.

İstanbul'da Beşiktaş (1903), Galatasaray (1905), Fenerbahçe (1907) kulüplerinin Türk gençleri tarafından kurulmasının ardından, İzmir'de Kuvay-ı Milliyeci gençlerin önderliğinde kurulan Karşıyaka Spor Kulübü (1912) ve Altay (1914) ile öncülüğündeki Türk Sporu, Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte Altınordu (1923) ve İzmirspor'un (1923) ardından Göztepe (1925) ve Bucaspor (1928) ile Atatürk'ün spor politikasını bölgemizde sürdürmüş, genç Cumhuriyet'in milli varlığını ve milli değerleri spor kulüpleri bünyesinde halka yaymıştır.

Nitekim Ulu Önder Karşıyaka ve Altay Kulubü'nü ziyaretlerinde bu durumdan duyduğu memnuniyeti bizzat dile getirmiştir. Hatta İzmir'e ilk giren süvarilerin komutanı Fahrettin Altay Paşa'ya, birlikte seyrettiği maçta, siyah beyazlı kulübün İngiliz Donanması karşısında elde ettiği galibiyetten esinlenerek "Altay" soyadını vermiştir.

Atatürk'ün spor politikasını okullara ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'ne yaymada sağ kolu olan, genç yaşta yitirdiğimiz, onun ilk üç bakanlığını yapan Mustafa Necati'nin Altay Spor Kulübü'nün kurucularından olması ise hem Altay Kulübü, hem de bölgemiz için ayrı bir gurur kaynağı olmuştur.

Türk Sporunun ilk resmi örgütü ise 16 Ocak 1924'te Atatürk'ün başkanlığında toplanan hükümetin kararıyla , "Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı" olmuştur ve hemen kamu yararına dernek olarak ilan edilen cemiyet için ilk kez bütçeye spor ödeneği konmuştur.

Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ile Türkiye Milli Olimpiyat Komitesinin başına iki büyük spor adamı Ali Sami Bey (Yen) ile Selim Sırrı Bey (Tarcan) getirilmiş, genç Türkiye Cumhuriyeti henüz ilk aylarını yaşarken, 1924 Paris Olimpiyatları'na Türk sporcuların katılması kararı alınmıştı. Büyük Atatürk bir kaç ay gibi çok kısa bir sürede, bu kez spor alanında büyük işlerden birinin daha önderliğini yapmıştı.

Osmanlı döneminde, Ermeni, Rum, İngiliz ve Musevilerle temsil edilen Türkiye, 1920 Olimpiyatları'na da, 1.Dünya Savaşı'nda yenildiği için "savaş suçlusu" olarak alınmamıştı. Atatürk Lozan Anlaşmasına, spor maddesini eklettiren tek ülke olarak dayatmalara karşı durmuş ve Türkiye devlet statüsünde, Türk sporcularla katıldığı 1924 Olimpiyatları'na 11 atlet, 3 bisikletçi, 2 halterci, 1 eskrimci, 5 güreşçi ve 18 futbolcu ile temsil edilmiş ve Dünya sporuna Ay-yıldız'ı tanıtma ve yarışma fırsatı bulmuştur.

Atatürk sadece erkeklerin değil kadınların da Türk Sporu'nda etkin olmasını istiyordu. 1926 yılında Ömer Besim Koşalay ile yürüttüğü çalışmalarla kadın atletler Nermin Tahsin, Emine Abdullah ve Mübeccel Hüsamettin faaliyet göstermeye başladılar. Türkiye'nin ilk kadın atletleri olarak başarılara imza attılar.

Ulu önderimiz son nefesine kadar spordaki önderliğini devam ettirmiştir. Ölümüne günler kala, bugün de Türk Sporunun temelini oluşturan 3530 sayılı "Beden Terbiyesi Kanunu" 29 Haziran 1938 günü kabul edilmiştir.

Onun öncesinde ise 20 Haziran 1938'de Atatürk'ün Milli Mücadele'ye başlama günü olan 19 Mayıs, Gençlik ve Spor Bayramı ilan edilmiştir.

Atatürk'ün ölüm döşeğindeyken, TBMM'nin 01 Kasım 1938'deki açılışında okunmak üzere Başbakan Celal Bayar'a ilettiği nutkunda, spor ile ilgili son sözleri de şunlar olmuştur:

"Her çeşit spor faaliyetlerini, Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lazımdır. Bu işte, hükümetin şimdiye kadar olduğundan daha çok ciddi ve dikkatli davranması, Türk gençliğinin spor bakımından da milli heyecan içinde, itina ile yetiştirilmesi önemli

tutulmalıdır. Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi, spor sahasında da idealine ulaştırılması için Yüksek Kurultayın, kabul ettiği Beden Terbiyesi Kanununun tatbikine geçildiği için memnunum..."

Işıklarda uyu Büyük Atatürk. Bu 23 Nisan'da da bir kez daha senin izinden ayrılmayacağımızı ilan ederken, Türk sporunu da senin arzuladığın yerde görmek en büyük dileğimizdir.

Ne Mutlu Türküm diyene...