Kasap Hızır

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

Yayınlanma: 21.10.2022 - 16:23
Kasap Hızır
Abone Ol google-news

İzmir’in kasap Hızırı gibi unutulup gidiyor insanlar.

Oysa onu adını yüzyıllarca andı İzmirliler, belgeler kaydetti.

O kadar hızla dönüyor ki Dünya.

Unutulmamayı istemek biraz da ölümsüz olma isteğinin bir parçası olmalı.

Ölümsüz olmak varoluşundan beri insanın aradığı bir olgudur. 

Hem maddi, hem manevi!

“Öleceğini bilen tek canlıdır” denir, “insan”!

Tarihin bilinen en eski soylularından, Mezopotamyalı Sümerlerin Kralı Gılgamış bile ölümsüzlük otunun peşine düşmedi mi? 

Sonsuza kadar yaşamaya doğa izin vermiyor.

Kimileri de “unutulunca ölür insan”, diyor!

Bazı insanların ya da bir insanın, adlarının sokaklara, mahallelere, okullara, gemilere, stadyumlara verilince hiç unutulmayacakları, en azından adlarının yaşayacağı sanılıyor, düşünülüyor.

Pek de yanlış değil!

Bu adlandırma topluma önderlik edenlerin, toplum için değer yaratanların, onların gelecek kuşaklara örnek olması isteğiyle yapılabiliyor.

Bu onurlandırmayı hak etmeyenler de elinde tuttukları siyasal erk gücüyle kendi adlarını birçok varlığa vererek unutulmayacaklarını, ölümsüz olacaklarını umuyor.  

Ya bu tür güçlülerin yandaşları ya da onlara yaranmak isteyenler yapıyor bu gibi adlandırmaları.

Yaşadığı günde ünlü, tanınmış olanlar için yapılan adlandırmalar hakkındaki kararı tarih veriyor/verecek.

Mustafa Kemal Atatürk gibi tarihe yön verenler gibi ölümsüz olmak, unutulmamak o kadar kolay değil!

Bazen de yaşadıkları dönemde kendi çevreleri dışında hiç tanınmamış, ünlü olmamış kişiler de toplumsal bellekten silinmiyor.

Anlatılarla, anılarla anıldıkları gibi, hiç beklenmedik bir şekilde yer isimlerinde çıkıyor geçmişte yaşamış kimi mütevazi kişilerin adları: Alibeyli, Seydiköy, Hıdırlı, vb…

Kendi küçük ortamlarında sessizce yaşamış, haklarında kayıt tutulmamış bu insanlar, çevrelerinden saygı görmüşler. Unutulmamış, adlarıyla yaşamışlar.

(16. yüzyıl İzmir mahalleleri)

**

Kimi isimler de zamanın akışı içinde, oluşan yeni değerler bağlamında değiştirilmiş, yerlerine yeni adlar konmuş.

İzmir de böyle bir yer.

Her dilden, her milletten hemşehri; teriyle, emeğiyle yüceltti bu toprakları. Bilge insanlar önderlik etti, geleceğe yön verdi. 

Söylencelere inanılırsa, belki de İzmir’i, tarihin çok eski bir evresinde Smyrna adlı bir Amazon, bir kadın savaşçı prenses kurmuştu.

İsmiyle yaşıyor.

Eski çağda, Bayraklı/Tepekule’de bulunan kent, Meles çayının denizi doldurmasıyla terk edilmiş, Kadifekale/Pagos tepesi eteklerine taşınmıştı.

Nice imbatlar serinletti sıcak yaz günlerinde İzmir’in bağrını. Nice poyrazlar ürpertti mavi körfezin oynak sularını.

Çatalkaya’dan kopan lodosun yağmuru her zaman hırçındır. Allak bullak eder denizi. Karşıyaka sahilinde sakinleşir kuzey rüzgarları.

*

Yakın çağa gelindiğinde İzmir kalıcı olarak Türklerin, Osmanlının yönetimine 1422 yılında geçti.

16.yüzyılın başında İzmir beş mahalleden oluşan küçük bir kasaba, neredeyse büyücek bir köy idi.

Prof.Mübahat Kütükoğlu’nun verdiği bilgilere göre; Türklerin yaşadığı mahallerden biri Basmane’den Kadıfekale’ye doğru çıkan, bugünkü Altınordu Mahallesinin bulunduğu yöreydi. O zamanlar adına Faik Paşa ya da Selatinzade (Sultanlar) Mahallesi deniyordu.

Diğeri ise antik Smyrna’nın Agorasının işlevini sürdüren, bugün de adı Pazaryeri Mahallesi olan, 16.yüzyılda da pazar yeri olarak kullanılan, günümüz Agora ören yerinin hemen doğusundaki yerdi. 

Hemen yakını Han Bey Mahallesi olarak da anılıyordu.

Agora, yüzlerce yıl öncesi Smirnası/İzmiri’nin de Pazar yeriydi. “Agora” Helen dilinde de “pazaryeri” demektir.

Diğer yandan, İzmir’in deniz yakın kısmının coğrafyası o zamanlar günümüzden çok farklıydı.

Büyük körfezin denizi, muhtemelen bugünkü Kemeraltı Caddesi boyunca karaya doğru giriyor, kıyısı Hisar Camisinin bulunduğu yerden kuzeye yönelip bir eğri çiziyor, sonra tekrar geri dönüp denize ulaşan sahil içinde kalan bir küçük iç deniz, oluşturuyordu.

Bu koy, İzmir’e yıllarca hizmet eden liman Küçük Liman, İç Liman olarak anılıyordu. 

Koyun kuzey ucunda bulunan, Türklerin Aşağı Kale, Okçu Kalesi (Eski Saint Pietro Kalesi) dediği yapının çevresine de Liman ya da Limon Mahallesi deniyordu.

1500’lü yıllarda İzmir’in beşinci mahallesinde, bugünkü Basmane ile Alsancak arasında kalan alanda Rumlar yaşıyordu. Burada yaşayanlara Türkler, Cemaat-ı Gebran, Hıristiyan Cemaatı diyordu.

Adnan Menderes Üniversitesinden Zeycan Gündoğdu’nun verdiği bilgilere göre; Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1528 yılında yapılan bir sayımda kentte 225 Türk, 31 Rum hanesi vardı. Bu da yaklaşık, toplam 1300 nüfus ediyordu. 

O zamanlar insan değil hane/ev sayısı kaydediliyordu.

1500’lü yılların sonuna kadar İzmir’de Rumlardan başka gayrı Müslim yoktu.

16.yüzyılla birlikte kasaba biraz daha büyüdü. Türklerin yaşadığı Faik Paşa ve Han Bey Mahalleri çevresine Ali Çavuş, Yazıcılar, Şeyhler Mahalleleri eklendi.

1586 yılındaki bölgeyi ziyaret eden Aşık Çelebi İzmir’in oldukça büyük bir yerleşim olduğunu söyler.

17.yüzyılla birlikte İzmir’in kaderi yeniden değişti.

O zamanki siyasal ve toplumsal olaylar ortamında Halep ve İran’dan Ermeniler, Selanik’ten Yahudiler, Sakız adasından Rumlar Küçük Asya’nın batıya açılan en işlek iskelesi olacak İzmir’e göçtü.

Prof. Kütükoğlu’nun aktardığına göre kayıtlar İzmir’de Müslümanların oturduğu mahalleler arasına Mir Ali, Yaycılar, Çiçek, Hatuniye, Cedid (Yeni), Kefevi (Kırımlı), Hasan Hoca, Kal’a –i Bala (Yüksek Kale), Camii Atik (Eski Cami), Kasap Hızır Mahallerinin katıldığını gösteriyor.

Bu ortamda, Zaharya Mildanoğlu’nun bildirdiğine göre Ermeniler önce Kadifekale eteklerine, Türk Mahallesi yakınına yerleştiler. Sonra da Kervan Köprüsü çıkışında, bugünkü Kahramanlar semti ilerisinde bir Ermeni Mahallesi oluşturdular.

Kemeraltı-Havra Sokağı çevresinde de bir Yahudilerin oturdukları yöreydi.

Daha sonra zenginleşen Yahudiler bugünkü Karataş civarına yerleşeceklerdi.

(19.yüzyıla doğru İzmir planı)

**

Bu yıllarda Müslüman kimlik ağırlığında çok sesli bir yerleşim gelişti Anadolu’nun Ege kıyılarında.

İzmir’in yumuşak dalgalı körfezi, her yönden kolay ulaşılabilir oluşu, Batı’ya yönelik yüzü insanları çekiyordu, demek!

Bu gelişimle 1619 ve 1620 yıllarından itibaren artık kentte Fransız ve İngiliz konsoloslukları vardır. 

Bal veren çiçeğe geliyordu arılar.

Avrupa ile ticaret bağını geliştiren; çoğunlukla Fransız, İtalyan, İngiliz olmak üzere Avrupalılar, Osmanlının önceleri Frenk dediği Levantenler de İzmir’de boy göstermeye başladı. 

Kentte Türkler dahil güçlü bir tüccar sınıfı oluştu.

İzmir’in küçük bir köy olmaktan çıkıp, büyük bir kente dönüştüğünü yazan Evliya Çelebi’ye göre 1671 yılında İzmir’de 10.500 hane sayılıdır. Bu miktar abartılı olarak kabul edilebilse de yaklaşık 51.500 nüfus demektir.

Müslüman kimliğin başat olduğu kentte, Türklerin yaşadığı mahallelerde; Nahide Şimşir’in verdiği bilgiler göre 1592’de Hisar, 1637’da Şadırvan, 1652’de Başdurak, 1668’de Kestanepazarı, 1671’de Kemeraltı camileri inşa edildi.

Günümüzde çevresi İzmir’in en eski ve canlı alışveriş alanlarından biri olan Hisar Camii o zamanlar İç Liman kıyısında inşa edilmiş ilk yapılardan biridir.

(Denizden İzmir İç limanına bakış)

Oysa Hisar Camisinden önce, zamanı tam bilinmiyor, İç Limanın iskelesine yakın, bugünkü Şadırvan Camisinin bulunduğu yerde “Cami Kebir/Ulu Cami denilen İzmir’in en eski, camisi vardı.

Türklerin İzmir’deki erken döneminde Nifli (Kemalpaşalı) Hacı Hüseyin Efendi’nin yaptırdığı bu cami zamanla harap hale gelmiş, daha sonraları Kanuni Sultan Süleyman (1494-1566) tarafından onarılmış, bugünkü Şadırvan/Şadırvanaltı Camisi ortaya çıkmıştı.

“Cami Kebir/Ulu Cami adı unutulmuş, avlusundaki biri büyük biri küçük iki görkemli şadırvandan dolayı Şadırvan Camii olarak anılmaya başlanmıştı.

Sekiz mermer sütün üstüne oturan, sütunlar arasındaki açıklık yuvarlak kemerlerle geçilen büyük şadırvanın kubbeli tavanı doğa resimleriyle bezenmişti.

Ortadaki haznesinin çevresindeki musluklardan akan suyun eski Agora (Namazgâh) yöresinde bulunan mezarlık içindeki bir kaynaktan geldiği söyleniyordu.

Nifli Hüseyin Efendi’nin “Cami Kebir/Ulu Cami” olarak anılan camisi yerine Şadırvan Camisi yapılınca artık İzmir’in “Merkez Camisi” Şadırvan Camisi olmuş, “O” Ulu Cami olarak anılıyordu.

Ancak bu caminin çevresi, Nifli Hüseyin Efendi’nin eski camisine izafeten, yıllarca “Cami Atik”, “Eski Cami Mahallesi” olarak anılmaya devam etti. 

(Denizden İç limana bakış, gravür)

Nifli Hüseyin Efendi unutuldu ama bu ad yüzyıllarca yaşadı.

İzmir’de o zamanlarda mahalle adlarına verilen isimlerde, genellikle coğrafi konumu belirleyen Liman, Kal’a-ı Bala (Yukarıdaki Kale), Camii Atik  (Eski Cami) gibi yer isimleri, Çiçek gibi doğal varlıkların ve  yaygınlıkla kişi adları öne çıkıyor.

Bu kişiler Faik Paşa, Han Bey gibi tanınmış yöneticiler ya da o mahallenin kuruluşunda belirleyici olan kişiler ya da soylardır.  

Mir Ali, Hasan Hoca, Yaycılar, Hatuniye bu tür isimlerdir.

**

Bireyler çoğu zaman sırtlarını dayayacakları bir güç istiyorlar.

Belki de unutulmamayı istemek, ölümsüzlük peşinde koşmak böyle acımasız denilen dünyada sığınılacak bir duygudur.

Bu duygu “Ata Kültü” denen, Anadolu’da çok eski, ataların, dedelerin, babaların ruhani önderliğine inanma geleneğine, çok eskilere kadar gidiyor olmalıdır.

Taa dokuz bin yıl önce Konya-Çatalhöyük’te ortaya çıkarılan dünyanın ilk büyük yerleşiminde yaşayan kişiler, aile büyüklerinin ölmüş bedenlerini yaşadıkları evlerini tabanına gömüyorlardı.

Onların ölmediğine, hep onlarla birlikte olduklarına inanıyor olmalıydılar.

Belki de ölümsüzlük isteminin kökleri de taa o inanca dayanıyordu.

(Şadırvan Camii)

**

Yakın zamanlara, 18-19.yüzyıla gelindiğinde, İzmir’de Gayrı Müslim mahalleleri dışında Türklerin toplandığı iki mahallenin adı kayıtlarda öne çıkar.

Bunlardan biri; Pazaryeri/Agora-İkiçeşmelik yöresinden Kemeraltı’nda, denize kadar uzanan, bugünkü Şadırvan Camii merkezli, adını Şadırvan Camisinden önce burada bulunan Nifli Hüseyin Efendi’nin harap olmuş camisinden alan “Cami Atik, Eski Cami Mahallesidir”.

Diğeri ise zamanla, yağmurlarla gelen çamurlarla dolan İç Limanın kıyısındaki, adını limanı korumak için yüzyıllar önce yapılmış Kale’den alan, günümüz Hisar Camisinin çevresini kaplayan “Kasap Hızır” Mahallesidir.

(Eski İzmir Pazaryeri)

Türk ahali bu yöreye neden “Kasap Hızır” adını verdi acaba? 

Kim idi, “kasap” namıyla beraber adı geniş bir alana verilmiş Hızır Efendi? 

Neden bu kişi, adı sonsuza dek unutulmayacak ölçüde saygı görmüş, kayda geçmişti? 

Tarihsel belgeler onun hakkında bize açık bir bilgi vermiyor.

Ancak kimliğini belirleyen olgunun “kasaplık” olduğu kesin!

Kasaplığın; toplum ihtiyacı için hayvan kesimi işlerinin ve et temin etmenin Osmanlı ülkesinde önemli ve saygı değer bir meslek olduğu biliniyor.

Et fiyatlarının yükselmemesi, kasapların yüksek fiyatla et satmamaları için Devletin özel önlemler aldığı kaydediliyor. 

Bu yüzden, et ticaretinde para kazanamayan birçok kasabın iflas ettiği, bu nedenle Osmanlının, zarar etseler bile zengin kişilerin kasaplık yapmasını buyurduğu ifade ediliyor.

Üstelik Devlet kasapların duygularını, kişiliklerini de göz ardı etmiyordu.

(Osmanlı devrinde Kasaplar)

Hayvanlara yönelik merhamet duygularının zedelenmemesi için kasaplara hayvan kesimi için altı ay süre veriliyor, diğer altı ayda bahçecilikle uğraşmaları isteniyordu.

Çevre sağlığı düşünülür, hayvan kesimi o zamanlarda da kasap dükkanlarında yapılmaz, şehir dışında gerçekleştirilirdi.

Bu, İzmir’de de böyle olmalıydı.

Nahide Şimşir’in verdiği bilgiye göre, 17.yüzyıl sonlarında Türk Mahalleleri, Hisar Cami yakınlarında, İç limana doğru kentin bitiminde, kasapların bulunduğu yörede son buluyordu.

Muhtemelen Okçu Kalesi’nin/Aşağı Kale’nin çevresindeydi kasaplar. Hayvan kesimleri de burada yapılıyordu.

İçlerinden biri çok tanınmış olmalı o devirde.

Öte yandan Harran Üniversitesinden Yasin Baş’ın verdiği bilgiye göre bu yörede, şimdi mevcut olmayan, ancak eski kayıtlarda adı geçen bir Kasap Hızır Mescidi vardı.

Bazı insanlar toplumsal yapı içinde sessiz anıtlardır. Kaya gibidirler. İnsanlar sever onları. Saygı duyarlar. 

Toplumsal dayanışma bağlamında bilgi ve deneyimle güçlenmiş katılımcı yönetimler oluşturmadıkça insanlar bireysel önderlere, yol göstericilere hep ihtiyaç duyacaklar.

“Kasap Hızır” böyle biri miydi acaba?

(Osmanlı devrinde bir kasap dükkanı)

Yine Prof. Mübahat Kütükoğlu’nun verdiği bilgiye göre; 1574 yılı tarihli bir “tahrir defterinde”, İzmir çevresinde Hızırlar adlı bir yerleşiminin ismi geçer.

Osmanlı Devleti’nin mali işlerinde, vergiye temel olan insan ve mal varlığını saptamak için yapılan sayımların kaydedildiği defterlerdi “Tahrir Defterleri”.

Şam dolayı Bayatlar Türkmenlerinin Bozok kolu içinde bulunan Hızırlı Obası ya da Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yerlerinden gelen konar- göçer Türkmen yörüklerinden Hızırlar adlı küme İzmir’in kuzeyinde, Çiğli yakınlarında Hızırlar adlı bir köy kurmuşlardı. 

 “Kasap Hızır” bu boydan gelen bir kişi olabilir miydi?

Öte yandan Osmanlı Devleti, 15.yüzyılda kurulan, Padişah’ın ya da Sadrazam’ın başkanlığını yaptığı Divan-ı Hümayun’da (Bakanlar Kurulu) alınan kararları, fermanları “Mühimme/Önem” Defterlerine yazardı.

“Nişancı” denilen yazmanların kaydettiği; kütüphaneci Tarkan Çelik’in verdiği bilgiye göre Osmanlıdan kalan 33 nolu “Mühimme Defterlerinde”, 1577 yılında “Kasap Hızır” adlı bir kişinin ölümünden ve onun işini evlatlarının sürdürdüğünden söz ediliyor.

Bu kişinin, İzmir’de sözü edilen “Kasap Hızır” Mahallesine adı verilen “Kasap Hızır” olup olmadığı belli değildir.

Kökeni ister Bozok yörüklerinden gelsin ister Osmanlı sarayından, ister İzmirli bir esnafın, bir kasabın adından; adı İzmir’in merkezi bir alanına verildiğine göre, “Kasap Hızır” İzmir’de nam salan bir kişi olmalıdır.

Belki de Hızır Efendi’nin kasap dükkanı ya da dükkanları, “Hisar Camisi”ne, “Okçu Kalesine” yakın bu bölgede, rastlantıyla; dikkat çekici bir konumda, yörenin ortasında ya da yöreyi belirleyen bir yerdeydi.

Ya da kent evlerinin son bulduğu alanda, kasapların yer aldığı çevrede en ünlü kasap idi “Hızır Bey”.

Üstelik kendi adına bir mescit yaptırmıştı.

Öyle ya da böyle, belki de onun mekanları konumsal bir nişan taşıydı!

Ama bu isim, bu “taş” yüzyıllarca kaldı.

**

Kayıtlarda da “Kasap Hızır” adıyla anılan mahallenin adı 1937’de değiştirildi.

O zamanın yöneticileri bu adı beğenmemiş olmalı ki; ya da “kim bu Kasap Hızır” deyip dudak bükmüş olmalı ki; ya da gittikçe zenginleşen bu çevreye “Kasap Hızır”ın adını yakıştıramamışlar ki bu isim kayıtlardan silindi.

Ali Agah Bey, Hasane Nalan ve Benal Nevzat Hanımlardan oluşan bir komisyon tarafından hazırlanan, Valilik tarafından onaylanan kararla, İzmir’in adı eski 85 mahallesinden 49’unun adı değiştirildi.

Bunları arasında “Kasap Hızır” Mahallesi de vardı. Bu bölgenin, hala geçerli adı “Yenigün Mahallesi” oldu.

Bir mahalleye adı verilmiş, adı yüzlerce yıl insanların dilinden düşmemiş “Kasap Hızır” Efendi bir günde “Yenigün” oluvermişti. Daha nice başka isim gibi.

Yeni günlerde Kasap Hızırlara selam durulmalı İzmir’de.

 

Sefa Taşkın

21.10.2022

Bergama

(Şadırvan Camii)

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler