Türk ordusu, 48 yıl önce bugün Kıbrıs Türklerine el uzattı: Yolun sonu barış
Adaya barışın egemen olması için 48 yıl önce yapılan harekâtı ve yaşananları dönemin önemli isimleri Ergin Konuksever, Tugay Uluçevik ve Ahmet Göksan Cumhuriyet’e anlattı.
Bugün, Bülent Ecevit’in başbakanlığında Kıbrıs Türklerinin yaşadığı zulmü sonlandırmak ve Ada’da barış ortamını yaratmak için yapılan Kıbrıs Barış Harekatı'nın 48. yıldönümü. Hem Türkiye hem uluslararası alanda askeri ve siyasi anlamda çok büyük bir dönemeç olan harekatı; Kıbrıs Barış Harekatı'nda ağır yaralanan duayen gazeteci Ergin Konuksever, Eski Kıbrıs Daire başkanı ve diplomat Tugay Uluçevik ve Eski Kıbrıs Türk Derneği Başkanı, gazeteci Ahmet Göksan ile konuştuk.
(Ergin Konuksever, Çağdaş Bayraktar'a anlattı - üstte)
- 20 Temmuz’da askerlerle beraber katıldığınız harekatta ağır yaralandınız. Saldırıdan ve sonrasından bahsedilebilir misiniz?
İkinci harekatın birinci günü olan 14 Ağustos’ta Bora Özel Ekibi denen timinde, Magosa'ya giren ilk tankın içindeydim. Her gün Kıbrıs’tan Adana’ya bir helikopter ve bir uçak kalkardı saat dörtte. 'O helikoptere yetişeyim' dedim. 'Bir minibüs var, o minibüs doğum yapacak bir kadını da hastaneye götürecek siz de binin' dediler. Hamile kadın, eşi, yaralı bir subay, ve gazeteci arkadaşlarım Adem Yavuz ve Cengiz Kapkın beraber bindik minibüse.
Yola çıktık, minibüsün şoförü bir yola girince, “O yol bizim yol değil, riskli” dedim, “Ben giderim, bir şey olmaz” deyince de “Seninle ilgili değil, o yoldan tankla geçtim, gitmeyelim oradan” diye yineledim.
“ÖLÜME GİDİYORUZ”
Bunun üzerine “Bu yol kısa, ben bu yoldan giderim, isteyen gelir istemeyen gelmez” yanıtını verdi. “Kısa ama bizi ölüme götürürsün” dedim. Bunun üzerine Cengiz’e, “Bu adamı atalım arabadan, sen direksiyona geç, sen götür bizi” dedim. O da 'Olay çıkarma' deyince, “Oğlum ölüme gidiyoruz” dedim ama ona da anlatamadım.
- Sonra?
Biraz gittikten sonra minibüse atış başladı. Minibüsün üstünde de kocaman bir Türk bayrağı var. Tam hedefiz. Önce arabanın camları parçalandı. Ben şoförün ayakları altına yattım. Ön camdan giren mermi şoförün ağzına girdi ve şoför orada öldü. Yaylım atış devam ediyorken, minibüsün camından fotoğraf makinemi çıkardım, atış durdu. Rum asker 'Çık araçtan' dedi. İndim.
İndiğim an yaylım ateşi yeniden başladı. Karnımın yanından giren mermi omzumdan çıktı. Karşıdan bir Rum asker “gel buraya” dedi. Gittim, beni bir yerin arkasına soktu. Kimsin sen dedi, “gazeteciyim” deyince “Ne yazık ki ben de gazeteciyim ama şimdi düşmanız birbirimize” dedi.
Cengiz ve Adem’i de yanıma getirdiler. Beni hastaneye götüreceklerini söylediler, üstüm başım kan içinde. Yaklaşık bir saat sonra hamile kadını ve kocasını alıp götürdüler. Yaklaşık iki saat bekledim. Zırhlı araba gelip üçümüzü aldı. "Hastaneye götüreceğiz" deyip Rum garnizonuna götürdüler. Bir saat de orada müdahale yapılmadan bekledik.
“ADEM YAVUZ BİR HAFTA KONUŞAMADI”
Sonra bir zırhlı araba daha geldi, bu kez gerçekten hastaneye geldik. Ben artık bitmiş haldeydim. Sedyeye aldılar. Hastane içinde sedyedeyken hastane personeli etrafıma toplanıp “Türk gelmiş” diyerek beni yumruklamaya başladılar. O sırada bir doktor geldi, onları kovdu ve onlara “Ben Hipokrat yemini etmiş adamım, kimseye vurmayacaksınız” diye bağırdı. Sonra ameliyata alındım.
Sonrasında servise çıkardılar. Kısa süre sonra yanımda boş olan yatağa Adem’i getirdiler ama konuşamıyor, komada. Bir hafta sonra kendine geldiğinde “Abi biz buradan kaçalım, yoksa bu adamlar bizi öldürecekler” dedi, “Sakin ol” dedim ve “sen nerede vuruldun” diye sordum, “Sen ameliyata girdiğinde bahçede seni beklerken silah sesi geldi sonra vurulduğumu fark ettim” dedi.
Adem’i sürekli ameliyata aldılar. Bir süre sonra Türk kesimi üzerinden Türkiye’ye sevk edildi ama maalesef yaşamını yitirdi. Bir hafta on gün sonra da seni iade edeceğiz dediler ve Kızılhaç geldi. Türk kesimi üzerinden Ankara’ya, yaram ağır olduğundan da oradan İstanbul’a götürdüler. Merminin çıkarken açtığı oyun büyük olduğundan dikiş de atamadılar. Adale üreten özel bir merhem getirerek tedavi ettiler.
ABD’Lİ GENERAL: “BU HÜKÜMETİ DÜŞÜRECEĞİZ”
KIBRIS’TA BARIŞ HAREKATI SÜRECİNE NASIL GELİNDİ?
AHMET GÖKSAN
GAZETECİ, ESKİ KIBRIS TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI
1960: Kıbrıs Cumhuriyeti
Süreci 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'nden başlatabiliriz. Bu Cumhuriyet’te Cumhurbaşkanı Rum, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk olacak, 10 bakanlığın da 7’si Rumlara, 3'ü Türklere verilecekti. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin garantör devletleri de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ydi.
1963’te Rumlar 13 madde üzerinde değişiklik yapmak istedi. Amaç Türklerin yetkilerini azaltmak, sonrasında da Türkleri yönetim mekanizmasından uzaklaştırmaktı. Garantör ülke Türkiye bu duruma izin vermedi. Kopuş burada başladı.
1964: BM kararı, Johnson mektubu, Erenköy saldırısı,
Birleşmiş Milletler 4 Mart 1964’te Ada’da Rumları tek yetkili ilan etti. Türkiye Ada’ya çıkarma kararı aldı ancak dış politikadaki Johnson mektubu gibi gelişmeler nedeniyle bu karar uygulanamadı. Erenköy, içlerinde öğrencilerin de bulunduğu, nüfusu 500 civarı olan ve Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’nin bağlantısı durumunda olan bölgeydi. Temmuz başında Rumlar, bu bağlantıyı kesmek için Erenköy’e saldırdı, 8-9 Ağustos’ta saldırı kuvvetlenince Türkiye “sınırlı polis operasyonu” düzenledi. Bu operasyona Türk Hava Kuvvetleri de destek verdi, Rumlar ağır kayıp vererek geri çekilmek zorunda kaldı.
TBMM toplanıyor, ABD’li General’in çıkışı, Hükümetin düşüşü
TBMM bu gelişmeler üzerine Eylül ayında olağanüstü toplandı, o sırada bizler de gazeteci olarak basın lobisinde toplantıyı takip ediyoruz, Uğur Mumcu’yla yan yanayız. O sırada, ABD’li General Porter yanımıza geldi ve hiç çekinmeden şu cümleyi kurdu: “Biz bu hükümeti düşüreceğiz, çünkü bu hükümet Kıbrıs konusunda dediklerimizi yapmıyor”. Zaten bir süre sonra da İsmet İnönü’nün Başbakanlığındaki bu hükümet düştü.
1967: Saldırılar artıyor: Geçitkale-Boğaziçi katliamı
Yunanistan destekli Grivasçı birlikler, Geçitkale ve Boğaziçi köylerini Türklerden temizlemek için ağır bir saldırıya giriştiler. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel BM’ye çağrıda bulununca Yunan birlikleri çekildi ancak iş işten geçmişti. Çünkü Rumlar, eli silah tutan neredeyse tüm Türkleri öldürmüş, geri çekilirken de ardında sadece yaşlıları bırakmıştı.
1968: İkili görüşmeler başlıyor
Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde ikili görüşmeler başladı ancak bu görüşmeler aracılar üzerinden yapıyordu ve bir sonuç vermedi. Sonrasındaki girişimlerden de bir sonuç çıkmadı.
Bu sırada Rum ve Yunan tarafı arasında da iktidar ve yöntem çekişmesi yaşanıyordu. EOKA, Makarios denetimindeki Rum birliklerini, EOKA-B ise Başını Grivas’ın çektiği Yunan Subaylar yönetimindeki birlikleri temsil ediyordu.
Makarios, Türkleri öldürerek adadan silemeyeceklerini yaşayarak gördüğünden zamana yayılan bir planla, Türklerin malını mülkünü elinden alarak bir strateji izlenmesi taraftarıydı.
Ancak Yunanistan’da durumu sıkıntılı olan ve bir “zafer”e ihtiyacı olan Grivas yönetimindeki EOKA-B, bir an önce sonuç almak istiyordu. 15 Temmuz 1974’te EOKA-B Kıbrıs’ta darbe yaparak yönetimi devraldı.
15-20 TEMMUZ 1974: KRİTİK EVRE
17 Temmuz: Ada’da yaşanan gelişmeler sonrası dönemin başbakanı Bülent Ecevit Londra’ya gitti. Garantör devletlere ortak müdahale çağrısında bulundu, ancak bu çağrı sonuçsuz kaldı.
19 Temmuz: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde de bir sonuca varılamazken, yıllarca Türklere kan kusturan Makarios, “Ada Yunan ordusu tarafından işgal altındadır.” Diyerek garantör devletleri müdahaleye çağırdı. Bu çağrı aslında Türkiye’yeydi.
20 Temmuz: Türk ordusu Kıbrıs’a barış harekatı düzenledi. 25 Temmuz’da Cenevre’de yapılan ve 30 Temmuz’a kadar süren görüşmelerden de sonuç çıkmayınca ve Rum tarafındaki Türk katliamları devam edince “Ayşe Tatile çıksın” parolası ile 14 Ağustos’ta harekatın ikinci aşaması başladı. 18 Temmuz’da kesin Türk zaferi ile son buldu.
“ÇÖZÜM: EGEMEN VE EŞİT İKİ DEVLET”
TUGAY ULUÇEVİK
Yunanistan’ın attığı bu pervasız adım sonucunda Türkiye ile Yunanistan arasında 1960 Antlaşmalarıyla Kıbrıs Adası bakımından kurulmuş olan hassas stratejik denge ortadan kalkmaktaydı.
Kıbrıs “Millî Davamızda” bir kavşak noktasına gelinmişti: Ya Kıbrıs’ın bir Yunan Adası haline getirilmesi teşebbüsüne göz yumulacaktı veya kararlılıkla davranılarak Yunan oldubittisi sonuçsuz bırakılacaktı.
İkinci yol, aynı zamanda, 1963 Aralık ayından sonra yaşanan Kıbrıslı Türklere yönelik soykırım teşebbüslerinin tekrarlanmasının mümkün olamayacağı koşulların Ada’da temelli biçimde yaratılmasını da gerekli kılmaktaydı.
“TÜRKİYE BASKILARA DİRENDİ”
Türkiye Yunanistan’ın gerçekleştirmek istediği oldu-bitti karşısında sesiz ve hareketsiz kalmadı ve o dönemin Türkiye’de Bülent Ecevit’in Başbakan, Necmettin Erbakan’ın Başbakan Yardımcısı olduğu koalisyon hükûmeti hızlı hareket etmeği ve karar almayı başarmıştır.
1960 Antlaşmalarının Türkiye’ye verdiği hak ve yetkileri kullanmak suretiyle Ada’ya askeri müdahalede bulunma kararı almıştır.
Türkiye o dönemde içeride yaşadığı ciddî siyasî ve ekonomik sıkıntılara ve ağır dış baskılara rağmen Kıbrıs konusunda özde hiçbir ödün vermemiştir.
Bu doğrultuda, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin stratejik çıkarları ve Kıbrıs Türk halkının güvenlik içinde bekası için zorunlu olan hassas dengeleri koruyan “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” şekli dışında bir çözüm şeklini kabul etmemesinin tarihî yükümlülük olduğu düşüncesindeyim.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- DEM Partili vekillerle 'Suriye' atışması!