Arzu Süzmen

Şehirlerin sesleri

18 Kasım 2014 Salı

Şehirlerin ruhu olduğuna inanır mısınız? Ben inanırım. Lizbon örneğin, ruhunda hüzün taşır. Sokaklardan yükselen fado'nun melankolik ritminden, Amalia Rodrigues'in muhteşem sesinin insanı saran tınısından, sarı tramvayların tıkırtılar eşliğinde yollarda süzülmesinden, denize uğurladıkları sevdiklerinin bir daha dönemeyeceğini bilen kadınların ah’larından mıdır bilinmez; Lizbon dönüşü 'sevgiliden henüz ayrılmış olmanın yarattığı o bıçak yarası hissi' vardı üzerimde.

Şehirler hüzünlüdür, neşelidir, dalgacıdır, ömür törpüsüdür, hayat uzatandır.

Şehirlerin ruhu, içinde yaşayan insanların kişiliklerine, kendilerini ifade ettikleri giyim tarzlarına da yansır.

UZAKDOĞU: Tokyo'da farklılığın, Şanghay’da karmaşanın, Hong Kong’da isyanın sesi

Tokyo'nun sesleri, kulağa çok sürreal gelir. Japonlar, an'a düşkünlükleri, cinsellikteki soyutlamaları, her objeyi bir metafora dönüştürebilmeleri ile batılılar için zor anlaşılır bir toplumdur. Batının hızla değişen moda anlayışının aksine, Japon tasarımları zamansız ve yaşsızdır.

Paris, Londra gibi diğer moda merkezlerine kıyasla yeni sayılan, ancak en zengin sokak stillerinin görülebileceği şehirlerden biridir Tokyo. Harajuku, Ginza, Shibuya, Shinjuku gibi şehrin en popüler moda merkezlerinde 19.Yüzyılda başlayıp zamanla gelişen, yaratıcı sokak stillerini görmek mümkündür. Döndüğünüz bir köşeden Şeker Kız Candy de, gotik bir lolita da, kalçasından kuyruk sarkan bir hipster da çıkabilir karşınıza. Tokyo’da kulağınıza ilk çarpan ses farklılığın tınısı ve minik adımlarla yürüyen bir kadının geta sandaletinden çıkan tıkırtılardır biraz da.

Asya’nın en stil sahibi şehri olma konusunda Tokyo ve Hong Kong ile yarışan Şanghay’a adımınızı attığınızda, karmaşa ve kültür şokunun içine düşme hissini yaşarsınız. Bain&Co’nun araştırmasına göre tüm dünyadaki lüks tüketimin %29’unun gerçekleştiği Şanghay’da Mao ve Miu Miu rekabet halindedir. Sokaklarda baştan ayağa Louis Vuitton, Chanel, Prada gibi lüks markaları giymiş gençlerin yanı sıra, pazara pijamalarının altına giydikleri topuklu ayakkabılarla giden kadınlarla, Mao cekete sadık kalan yaşlılara rastlamak mümkündür. Şanghay’da karmaşayla gelen heyecanın, sonu gelmez kornaların, hiç bilinmedik yazı karakterlerinin yarattığı hiçlik duygusunun çığlığı kulaklara kazınır.

Bugüne dek Asya’nın finans merkezi olan Hong Kong ise, 22 Eylül 2014 itibari ile demokratik hakları için Çin hükümetine karşı ayaklanan ve rengârenk şemsiyeleriyle polis şiddetine karşı koyan gençlerin sembolü ve ‘isyanın sesi’dir.

AVRUPA: Paris, Londra ve Milano’da yaşanmışlığın sesleri

Paris; modanın ‘yaş almış ama yaşlanmamış, biraz yorgun ama dingin, zarif hanımefendisi’… 16.yüzyıldan beri Avrupa modası akımlarının çoğunun Fransız Monarşisi tarafından yaratıldığını düşünürsek, bu yorgunluk normaldir. Haute-couture’ün anavatanı, yenilikçi bir hazır giyim merkezi, eklektik stilleri, Prada trençkotla Converse’i karıştırıp şıklığı yakalayan kadınları ile Paris biraz Edith Piaf şarkılarının hüznü, biraz “Bir kadın hak ettiği yaştadır.” Sözünün sahibi Coco Chanel’in hayata başkaldırısıdır.

İngiltere’nin tüm gelenekselliğine inat 1960’larda Mary Quant’ın yarattığı mini etek, 1970’lerde Vivienne Westwood ve punk akımı gibi öncü akımlar; eksantrik, deneysel ve sokak modasından doğan stiller; Alexander McQueen, John Galliano, Gareth Pugh gibi dahi tasarımcılar çıkaran Londra’da Sex Pistols şarkıları yankılanır: “ Tanrı kraliçeyi korusun, o bir insan olamaz…”

Rönesans döneminden beri Como ipeği ve Torino yünü ile kaliteli üretimin merkezlerinden olan İtalya’da moda endüstrisinin merkezi Milano ise klasik ve şık görüntülerin adeta bir başka zamanda donduğu, bugünün gerçekliğine çok da uymayan bir hayal gibidir. Milano bu hayalin yanı sıra hayat koşuşturması, ayakta kalabilme çabası, para kazanma telaşının karışımından oluşan yorgunluk sesleridir.

AMERİKA: Frank Sinatra söylüyor; New York, New York

"Gökdelenlerin ihtişamı altında hızlı hayatın yaşandığı bir endüstri şehri olan New York, her zaman hazır giyim koleksiyonlarıyla ünlü oldu. 1940’larda tasarımcı Claire Mc Cardell ile başlayan sade, fonksiyonel, şık koleksiyonlar tasarlama geleneği Donna Karan, Ralph Lauren gibi hayat tarzı tasarımcıları ile devam ederken, şehir ‘rahat ve sofistike’ bir stile kavuştu. Sokaklarda 1980’lerin ekonomik, sosyal, kültürel olgulardan etkilenerek oluşan hip-hop akımı değişerek hakimiyetini korurken, New York’lular hala siyah giymeyi seviyor ve Frank Sinatra söylüyor: “Eski New York’ta, yepyeni bir başlangıç yapacağım, New York, New York…”

"

Gözler açık veya kapalı, İstanbul’u dinlemek…

Herkesin şehirlerle ilgili algısı ve duyduğu sesler farklıdır elbet; ben Ankara’da melankoli, hüzün, sonbahar, resmiyet, bürokrasi, minör sesler; İzmir’de meltemin esintisini, denizin dalgasını, yaz balkonlarından yükselen kahkahaları, ‘şerefe’ nidaları, neşenin sesini duyarım.

İstanbul söz konusu olduğunda ‘herkesin İstanbul’u ayrı bir hikayedir’ der, sözü Orhan Veli’ye bırakırım:

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.

Bir şey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları