Aslı Aydıntaşbaş

Bu ne Allah aşkına?

08 Eylül 2016 Perşembe

Hani bu iş cadı avına dönmeyecekti?
Dün, tam da 15 Temmuz darbesiyle yüzleşme sürecinin dönüp dolaşıp Atilla Taş’ı, Aslı Erdoğan, Şahin Alpay, Ali Bulaç ya da Necmiye Alpay’ı tutuklama iradesine dönüşmüş olmasından, bunun ne kadar tehlikeli bir “eski devlet” refleksini tetiklediğinden dem vuracaktım ki, ekranlara yeni bir haber düştü: Metropoll Kamuoyu Araştırma Şirketi’nin başındaki Özer Sencar da darbe soruşturmasında gözaltına alınmış.
Hükümetin yargı sonrası süreçleri ne ölçüde kontrol edebiliyor olduğundan artık emin değilim. Ancak darbe sonrası gelen gözaltı ve tutuklama dalgasının Türkiye’nin iç dengelerini altüst ettiğine, tehlikeli bir yargı vesayeti yarattığına ve de Türkiye’nin dünyadaki imajına tamir edilemez hasar verdiğine eminim.
Devlet, sanki geçmişten hiç ders almamış gibi Ergenekon ve benzeri süreçlerde yaşadığımız toplu linç ve ardından gelen toplu mağduriyetleri yeniden yaratmak için kolları sıvamış durumda. Bize düşen, burada uyarılarımızı yapmak.
Tabii ki darbecileri en ağır şekilde yargılayacağız. Sistem halkına bomba atanlara en ağır cezayı versin. Ancak darbecilerle yüzleşeyim derken soruşturmayı darbeyle doğrudan ilgisi olmayan insanlara uzatmak, sadece bu işi sulandırmaktır.
Şöyle söyleyeyim: Darbenin sivil yöneticilerinden olduğu anlaşılan Adil Öksüz’ü elinden bu kadar kolay kaçırmış bir yargı mekanizmasının Gülenci ortakları var diye İstanbul’daki bir tüp bebek kliniğine ve oradaki embriyolara el koyması, size normal geliyor mu?
Mevcut ortam, evet-efendim-sepet-efendim’cilere, vasatlara, trollere, ağzından köpük saçan işgüzarlara fazlasıyla yarıyor; bu da beni korkutuyor. (Dün Mustafa Karaalioğlu’nun “kurunun yanında yaş yanarken bundan yaralananlar” benzetmesi çok yerinde.)
Yargı ortamının sağlıksızlığı ve yargıda kalite sorunu da beni korkutuyor. Kimse kusura bakmasın ama son 10 yıl bana bu devletin yargısından, savcısından kuşku duymak için fazlasıyla neden verdi. Pırıl pırıl yargıç ve savcılar var; ancak rüzgâra göre hareket eden, donanımlı olmayan, yeri gelen ilk fırsatta yasaklama, tutuklama, asma-kesme derdinde olan hâkim ve savcılar da var. Hrant Dink’e 301’den dava açıp ceza verenlerle daha sonra Ergenekon’da Türkan Saylan’ın evini basan arasında hiçbir fark yok. İster Kemalist, ister Gülenci, ister şimdiki makbul haliyle anti-Gülenci; Türkiye’de yargı hep sorunlu oldu. Dikkat edin.
Bu keşmekeş içinde kurunun yanında yaş yanmaması için bazı normlar geliştirmemiz gerekiyor. Önümüzde iki ayrı konu var. Biri darbe soruşturması, ikincisi Gülen taraftarlarının devletten tasfiyesi. İkisinde de hatalı bir bakış var. Anlatayım:
Artık okuma yazması olan herkes Fethullah Gülen cemaatinin gizli bir hiyerarşik yapısı olduğu, devlet içinde kritik görevlerde konumlandığını ve bu makamlarda paralel bir emir-komuta zincirine göre hareket ettiğine kani. Her devletin kendini böyle bir gerçeğe karşı koruma hakkı vardır; bu yüzden güvenlik bürokrasisi içindeki tasfiyeleri kaçınılmaz bir refleks olarak görüyorum.
Ancak darbe soruşturması, Gülen hareketine “üyelik” esasına göre değil “eylem” bazında işlemeli. Velev ki adam Gülenci ya da Gülen okullarından mezun ya da yıllardır okullara bağış yapmış; mesele, darbeye katılmış mı?
Ergenekon davasında eylem değil, savcıların “darbeci zihniyette” gördüğü herkesi aynı çuvala atılmıştı. Bu yüzden de sahiden Türkiye demokrasisi üzerinde bir vesayet yaratan darbeci gelenekle yüzleşemedi.
Burada benzer bir hata yapılmasın. Yine aynı örnekten gidersek, örneğinAdil Öksüz’ü yakalamak tabii ki darbenin aydınlatılması için en kritik adım; ancak bu adamın tekerlekli sandalyedeki kayınvalidesini tutuklamanın ya da emekli futbolcuların malvarlığına el koymanın bir mantığı var mı? Yaratılan her mağduriyet, işi biraz daha sulandırıyor. Benden söylemesi...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları