Ayşe Emel Mesci

Bir gün gelecek...

26 Ekim 2015 Pazartesi

NURHAN KARADAĞ’IN ARDINDAN Bir gün gelecek...

22 Ekim günü Prof. Dr. Nurhan Karadağ’ı kaybettik. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin unutulmaz hocalarından biriydi ve bir dönem Tiyatro Bölümü başkanlığını da yapmıştı. 72 yaşında gelen kalp krizi onu hâlâ çok üretken olabileceği bir yaşta bizden aldı. Metin And’dan sonra, geleneksel tiyatromuzu, köy seyirlik oyunlarını, kültürümüzün temel taşlarını oluşturan “oyun” öğelerini korumak, yaşatmak için en büyük emeği harcayanlardan biri, belki de birincisi olan Karadağ doktorasını da “Köy Seyirlik Oyunlarının Özü ve Biçimi” konusunda yapmıştı.

Değer bilmezlik
Nurhan Karadağ’ın tiyatromuz açısından taşıdığı önemi, onun öğrencileriyle çalışınca anlardınız. Yaklaşık 200 yıldır Batı-Doğu geriliminde ne yapacağını şaşırmış bir ülkede, Karadağ’ın da içinde yer aldığı ekol, Türk tiyatrosunun köklerini araştırmak için Anadolu’yu öğrencileriyle birlikte karış karış dolaşmış, birçok belgesel film çekmiş, derlemeler yapmış, sahne çalışmalarında bu öğelerden oluşan bir dil kullanmış, paha biçilmez bir birikimin hiç değilse kısmen sonraki kuşaklara ulaşmasını sağlamışlardı.
Türkiye’de böyle yoğun ve derin emeklerin değeri ne yazık ki bilinmiyor. Nurhan Karadağ gibi iğneyle kuyu kazarcasına çalışmanız, sayısız öğrenci yetiştirmeniz, geleneksel tiyatro adına çok önemli bir birikimi koruma altına almanız, DTCF Tiyatro Bölümü’nün başkanlığını yapmanız, Ankara Deneme Sahnesi’nin genel sanat yönetmeni olmanız, hayatınız boyunca Türk tiyatrosunun kendi köklerine dayanması gerektiğini hiç vazgeçmeden tutarlı bir şekilde savunmanız ve bu yolda çok sayıda değerli sahne eseri üretmenizin pek kıymeti olmuyor. Böyle temel değerler konusunda hassas olan gazetelerde bile sevgili Nurhan Karadağ sadece ölüm ilanıyla yer alabiliyor. 22 Ekim’den bu yana ne bir haber, ne bir yazı... Ne acı değil mi?

İlginç yazıya dipnot
Çetin Altan’ı yazar olarak çok beğenirdim, elimden geldiğince de takip ederdim. Hele gençlik dönemimin vazgeçilmez köşe yazarları arasındaydı. 12 Eylül öncesinde başlayıp, Özal’dan sonra iyice kendini belli eden siyasi yön değişimini hiç benimsemedim. Ama Türkiye için önemliydi Çetin Altan, çünkü siyasi duruşlarından çok, kültürel varlıklarıyla, toplumun önünde açtıkları yeni pencerelerle, ortaya attıkları fikirlerle önem taşıyan ve “entelektüel” nitelemesini gerçekten hak eden azınlıktandı. İlhan Ağabey’in onu ne kadar sevdiğini ve değer verdiğini de bilirdim. Siyasi yelpazenin farklı noktalarındaydılar, ama dostluğun ötesinde, ortak bir kültür, ortak bir birikim zemini üzerinde birlikteydiler. Cumhuriyet gazetesinde, Çetin Altan’ın 23 Ekim günü ölümünün ardından tüm kültür-sanat sayfalarını kaplayan haberlerin, yazıların içinde biri özellikle dikkatimi çekti: Ahmet Altan’ın işlek, hünerli kaleminden çıkmış, babasına dönemin başbakanı ve kültür bakanı tarafından verilen ödülü anlatan bir yazı. Çetin Altan ayarında bir yazar baba ile yazar oğul arasındaki ilişkiyi çok incelikli bir biçimde irdeleyen Ahmet Altan, ödülün verilişinden söz ettiği bölümde şöyle bir değerlendirme yapmış: “Yazarları linç ettiren, hapislere attıran başbakanlardan, yazarlara saygı gösteren başbakanlara gelmek az iş değil...” Ahmet Altan’ın bu yazısı Taraf gazetesinde 3 Şubat 2009’da çıkmış. Yani, İlhan Selçuk’un 2010’da kalp yetmezliğinden vefatıyla noktalanan kahırlı yolun başındaki gözaltı sürecinden yaklaşık 1 yıl sonra... Bu da o yazıya benim dipnotum olsun.
Işık Öğütçü, “baba dostu” diye andığı Çetin Altan’a, usta yazarın Öğütçü’nün babası Orhan Kemal’in ardından yazdığı satırlarla veda etmiş. Ben de o satırları sevgili Nurhan Karadağ için ödünç alıyorum: “Bir gün gelecek, Türk halkı kendisi için hayatını ziyan etmiş dürüst Türk sanatçılarıyla bugünkünden çok daha fazla övünecektir.”
Işıklar içinde yat sevgili Nurhan Karadağ, emeklerin unutulmayacak.    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları