Ayşe Emel Mesci

Efendiler, siz tiyatro yapamazsınız

06 Ağustos 2018 Pazartesi

Ülkemizde siyasetten spora her alanda, birinin yalan söylediğini, sahtekârlık yaptığını ima etmek için sıkça kullanılan bir söz var ki ne zaman duysam içim acıyor: “...tiyatro yapıyor.” Her duyduğumda o sözü hiç düşünmeden sarf edenin yakasına sarılıp haykırmak geliyor içimden: “Sen tiyatro yapmayı o kadar kolay mı sanıyorsun? Tiyatroyu yalan mı sanıyorsun? O bize sunulan hayattan çok daha gerçek, çok daha yalansız!”
Tiyatromuzun duayenlerinden Gülriz Sururi’nin Atlas Tarih dergisinin son sayısında çıkan söyleşisi, bu çarpık tiyatro algısının nasıl bir zemin üzerinde yükseldiği hakkında ilginç ipuçları veriyor. Şöyle diyor Gülriz: “Tiyatro bir sanat olarak görülmüyordu. Oyuncu sözcüğü bir hakaret olarak kullanılıyordu. Annemin jenerasyonunda mahkemede şahitlikleri kabul edilmiyordu oyuncuların. ‘Onlar oyuncudur, yalan söyleyebilirler’ diye düşünülüyordu. Ama 1960’larda öyle bir şey kalmadı. Bunları değiştirmek için çok uğraş verdik.”
Evet, o uğraş içinde Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nun, o harika ikilinin önemli payı vardır. Muhsin Ertuğrul ile birlikte saygınlığını kazanan tiyatro sanatı geniş seyirci kitlelerinin beğenisini şekillendirmeyi, onlarla gerçek bir bağ kurmayı 1960’lı yıllarda başarmıştır. O nedenle 1960’lar Türk tiyatrosunun altın çağı olarak anılır.

Engin Cezzar Merhaba
Youtube’da “Engin Cezzar Merhaba” diye bir klip yayımlanıyor. Metni Gülriz Sururi ve Gökhan Akçura yazmış, yönetmen koltuğunda da Gülriz var. Engin Cezzar’ın ve Engin-Gülriz tiyatro birlikteliğinin çok kısa bir özeti olan bu klip, o dönem tiyatronun konumu ve arayışları hakkında da bir fikir veriyor insana. Şöyle düşünün: Gencecik bir aktör Engin Cezzar. Robert Koleji’nden sonra Amerika’ya gidip önce Yale Üniversitesi’nde, sonra Actor’s Studio’da tiyatro eğitimini tamamlamakla kalmamış, kendini kabul ettirmiş. Elia Kazan’ın son oyununda rol almış, yapılacak bir yıllık turne için de sözleşme imzalamış. Sonra Türkiye’ye tatil yapmaya gelmiş. 24 yaşında. Muhsin Ertuğrul kendisine Hamlet teklif etmiş, teklifi kabul edip Türkiye’de kalmış ve biz de hem bir tiyatro insanı olarak Engin Cezzar’ı, hem de Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nu kazanmışız. Burada önemli bir nokta var: 1960’lara girilirken bizde tiyatro öyle bir konuma gelmiş ki, Engin Cezzar’ı Amerika’daki hazır sözleşmesinden vazgeçmeye ikna edebilmiş. Zaten bu konumu Gülriz söyleşide çok güzel ifade ediyor: “Engin (Cezzar) Hamlet’i oynarken İstanbul’un nüfusu 2 milyon değildi bile. 200.000 tiyatro seyircisi vardı. Ondan seneler sonra nüfus artıyor ama yine 200.000 tiyatro seyircisi var. Demek İstanbul’da o dönemde büyük bir tiyatro kültürü vardı.”

Tiyatronun ufku Engin’di
Engin Cezzar bambaşka bir repertuvarın içinden Türkiye’ye geliyor ve zaten sonrası önce büyük aşk, sonra da Gülriz ile birlikte kurdukları tiyatro. Yıl 1961. Sonra hem Batı’daki yenilikleri, müzikalleri, yeni yazarları Türkiye’ye taşıma kaygısı, hem de kendi oyun yazarlarıyla buluşma uğraşı... Kimler yok ki repertuvarda: Yaşar Kemal, Haldun Taner, Güngör Dilmen, Refik Erduran... Türk tiyatrosunun birçok unutulmaz oyunu ilk kez o tiyatroda seyirciyle buluştu: Keşanlı Ali Destanı, Kurban, Teneke, Midas’ın Kulakları...
“Tiyatronun ufku Engin’di” diyor Gülriz. Öyle hoşuma gitti ki bu kısacık, bu hakbilir, bu sevgi dolu özet cümle. Gülriz ile birlikte tekrarladım ben de içimden: “Tiyatro hakikaten âşık olmadan yapılacak bir meslek değil.”
O nedenle tiyatroyu bir aşağılama deyimi olarak kullanan efendiler, hiç boşuna hallenmeyin, siz tiyatro yapamazsınız, çünkü aşk ister...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları