Ayşe Emel Mesci

Elli yıl önce, elli yıl sonra

09 Mayıs 2022 Pazartesi

Tam 50 yıl oldu, yarım asır... 6 Mayıs 1972’den bu yana biz yaşlandık, onlar hep o genç, o fütursuz halleriyle kaldılar: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan.

12 Mart 1971’de gerçekleşen askeri darbenin hedeflerinden biri 1961 Anayasası’ydı. O anayasanın sağladığı “nispi özgürlük” ortamında gelişen çok yönlü toplumsal, sınıfsal, siyasal hareketlenme hem egemen sınıfları hem de 1970’lerin sonuna kadar tüm dünyada (Cezayir, Küba, Vietnam, Filistin, Afrika…) gerileyen emperyalist sistemi alarma geçirmişti. 12 Mart darbesinin başlattığını 12 Eylül faşizmi tamamladı ve giderek daraltılmış, pek çok maddesi fiilen kuşa çevrilmiş 61 Anayasası sonunda “ilga edildi.”

ANAYASAYI İLGA EDENLER

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam cezaları Türk Ceza Kanunu’nun ünlü 146/1 maddesinden verildi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs” ile suçlandılar. 1930 tarihli faşist İtalyan Ceza Kanunu’ndan uyarlanmış bu maddeyi uygulayan 12 Mart’ın sıkıyönetim mahkemelerine göre, 68 gençliğinin önemli bir kısmı, en başta da liderleri anayasayı (yani 1961 Anayasası’nı) “tağyir” (bozma), “tebdil” (değiştirme) ve “ilga”ya (ortadan kaldırma) “cebren” (zor kullanarak) teşebbüs etmişlerdi.

Oysa anayasal düzeni ortadan kaldırma işinde teşebbüs aşamasında kalmayıp bunu fiilen gerçekleştirmiş bir darbenin askeri mahkemelerinde yargılanıyorlardı.

Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamlarının nasıl korkunç bir haksızlık, adaletsizlik olduğu, ideallerini boğmak ve intikam almak için tamamen siyasi bir kararla asıldıkları, sayının bile buna göre ayarlandığı, Meclis’te ahlaksızca “Üçe üç” çığlıkları atıldığı konusunda, en azından birazcık aklı ve vicdanı olan herkes nezdinde bir fikir birliği oluşmuş durumda. Onlar kısacık yaşamlarıyla öyle kalıcı bir iz bıraktılar, Can Yücel’ce söylersek, öyle güzel bir yüz metre koştular ki 6 Mayıs’ı anarken duygular her şeyin önüne geçiyor. Yine de Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i bazı sorularla anmak da yerinde olabilir diye düşünüyorum: Kuşakları içinde çeşitli vasıflarıyla öne çıkmış bu gençler, muhtemelen parlak bir gelecek onları beklerken, niçin bu olanağı ellerinin tersiyle itip sonunda canlarını bile feda ettikleri bir yola kendilerini adamışlardı? Dertleri neydi? Savundukları neydi?

BASİT VE HAKLI İKİ SORU

Bence burada sözü onlara bırakmakta, anayasaya kasteden bir darbenin anayasaya aykırı olarak kurulmuş sıkıyönetim mahkemesinde, “ilgaya teşebbüsle” suçlandıkları 61 Anayasası’na sahip çıkarak 20’li yaşlarında yaptıkları savunmaya kulak vermekte yarar var: “Türkiye emperyalizme karşı ilk Kurtuluş Savaşı veren ve onu dize getiren ülkedir. Bütün ezilen uluslara ışık tutan ve Kurtuluş Bayrağını dalgalandıran Türkiye halkı, bundan 50 yıl önce görevini yapmıştır. Ne yazık ki o zaman yurdumuzu terk etmek ve yenilgiyi kabul etmek zorunda kalan emperyalist ülkeler, sonradan bir avuç satılmışın menfaatı uğruna tekrar yurdumuza girdiler. Ve Kurtuluş Savaşı’nda gerçekleştiremedikleri emellerini bugün gerçekleştiriyorlar. Ulusumuz, Amerikan emperyalizminin sömürüsü altında ezilmektedir. Kurtuluş Savaşımızda şehit düşenlerin onurları ve cesetleri üzerinde yabancı pençesi cirit atmaktadır.” Sonra iki basit soru soruyorlar: “1- Türkiye 50 yıl önce Kurtuluş Savaşı vermesine rağmen neden kalkınamamıştır? 2- Tekrar emperyalizmin sömürüsü altına nasıl girmiştir?” (“THKO Davası”, Yay. Haz. Halit Çelenk).

Onlar 50 yıl öncelerine bakıp, meşruiyet zeminlerini Kurtuluş Savaşı’nda, Mustafa Kemal’in mücadelesinde aradılar. Bizim bugün itibarıyla 50 yıl öncemizde ise Deniz, Hüseyin, Yusuf, biçilmiş 68 kuşağı ve onların soruları var. O soruları sormakta haklı mıymışlar, haksız mı? Bugünden bakınca nasıl görünüyor?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları