Ayşe Emel Mesci

Somalı madenciler İzmir’de

02 Kasım 2020 Pazartesi

Cuma 30 Ekim günü öğleden sonra yaşanan depremle Bodrum’da da sallandık. Bir süre sonra telefonum çalmaya başladı. O gün Kuvayi Milliye Destanı’nın Seferihisar turnesi vardı. Oyuncularım peş peşe arıyor, yaşadıkları şoku anlatıyorlardı. Depremin merkez üssü Seferihisar açıklarındaydı. Ardından televizyonlarda acı dolu görüntüler akmaya başladı. Asıl yıkım İzmir’in Bayraklı ilçesinde yaşanmış, 17 bina yıkılmıştı. Pazar günü itibarıyla can kaybı sayısı, AFAD verilerine göre, ne yazık ki 55’i buldu. Yıkılan binaların enkazlarında kurtarma çalışmaları hâlâ devam ediyor. 

Sorular, sorular, sorular...

Sorulabilecek o kadar çok soru var ki... Zemin katlardaki marketlerin alan kazanmak için kesilen kolonları, çekiçle vurulunca toz gibi dağılan kolonlar, yanlış zeminde, aslında tarla olan yerlerde çarpık yapılaşma sonucu dikilen ve demirlerinden çalınan çürük binalar, sorumsuz müteahhitler, tüm kamu yönetimleri açısından en hafif deyimiyle denetimsizlik, umursamazlık, iş bilmeme, verilmemesi gereken ama her nasılsa verilmiş ruhsatlar sonucu yaşanan can kayıpları... Ve İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Okan Tüysüz’ün açıklaması: “Önemli olan ve sorgulanması gereken bu yapıların neden yıkıldığıdır. Deprem doğal bir olaydır. 80 kilometre uzakta olan bir depremde yapıların yıkılması bir cinayettir.

Hesap vermemenin sıradan bir olay haline getirildiği, liyakatin neredeyse tamamen devre dışı bırakıldığı şu güzel memlekette bu cinayetin hesabını verecek biri çıkacak mı acaba? Hiç umudum yok. Tarım ve Ormancılık Bakanı’nın tamamen kendi yetki alanına giren tarlalarda yapılaşmaya seyirci kalıp, sonra deprem alanındaki enkazın üstünde, yetki alanının tamamen dışındaki kurtarma operasyonuna müdahale ederek gösteri yapabildiği bir ülkede yaşıyoruz.

İnsanlığın bittiği nokta

Zaten toplum öyle örgütsüzleştirilmiş, üstelik öyle kutuplaştırılmış, bölünmüş ki böyle felaketlerde bile ortak bir tepki yükselmiyor, yükselemiyor. Bırakın tepkiyi, sosyal medya denen garabette, deprem başlığı altında “Allah zinanın başkentini uyarmak için salladı, unutmayın Lut kavmine ne olduğunu...” gibi nefret söylemiyle dolu mesajlar dolaşıyor (bkz. Prof.Dr. Emre Kongar’ın “Aydınlanma” köşesi, Cumhuriyet, 1 Kasım 2020). 

Ekranlarda kendi vatandaşlarının o perişan, iç kanatan görüntülerine, oğlunun üstüne kapaklanıp onunla birlikte can veren babaya, can pazarında hayatta kalmaya uğraşan çocuklara, o kurtarma ekiplerinin bir canı daha ölümün elinden almak için didinmesine, kedileri enkazdan kurtaran köpeklere bakıyorlar ve bundan başka söyleyecek bir laf bulamıyorlar demek. İnsanlığın bittiği nokta bu olsa gerek...

Neyse ki başkaları da var

Neyse ki başkaları da var. İnsana umut veren, bu memlekette daha her şey bitmedi dedirtenler de var... O itfaiyeciler, o kurtarma ekipleri, hele yardıma koşan Somalı madenciler... 

Hayatlarını her gün yerin kimbilir kaç metre altında, hiçbir iş güvenliği kuralına uyulmayan vahşi maden ocaklarında riske atan, 301 arkadaşlarını kazada değil, buz gibi iş cinayetinde yitirmiş madenciler; “toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok olan” işçi sınıfımızın, halkımızın fedakâr çocukları... En meşru talep olan tazminat hakları için yürümek istediklerinde önleri kesilen, coplanan, gözaltına alınan Somalı madenciler, İzmir’de yıkılan binaların enkazından can kurtarma savaşında şimdi, diğer kurtarma ekipleriyle birlikte bir dayanışma destanı yazarak...

Kuvayi Milliye’yi de var eden, destanlaştıran bu ruhtu, bu dayanışmaydı, bu kardeşlikti. Elimizden almaya, bizi bölerek yok etmeye çalıştıkları o ruh en kritik noktalarda, her şeye rağmen gösteriveriyor kendini. 

Nâzım’ın dediği gibi: “...sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı/bir şafak vakti değişmiş olur,/bir şafak vakti karanlığın kenarından/onlar ağır ellerini toprağa basıp/doğruldukları zaman.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları