Bağış Erten

Castro gibi Fidel

30 Kasım 2016 Çarşamba

Tüm gazetelerin aynı manşetle çıktığı günler vardır. Sadece spor değil tüm gazetelerin. Muhammed Ali ölür mesela, bilirsiniz, bütün dünya o gün aynı konuyu konuşur. Ya da 11 Eylül’de uçaklar kulelere girer ve görürsünüz, spor, magazin, ekonomi fark etmez hepsi aynı yere bakacaktır. Büyük felaketler ve kahramanlar böyledir. Kayıtsızlık tutmazlar.
Fidel Castro öldüğünde de aynısı oldu. En sıkı sorgulayanlar bile önce bir şapka çıkarma/ saygı duruşu ihtiyacı duydu. Ve herkes kendi durduğu yerden Fidel’e yeniden baktı. 20. yüzyılın en devrimci önderlerinden biriyse konu, bu kaçınılmazdır. Meleklerin cinsiyetiyle uğraşanlar bile Fidel’den bahseder o gün. Çünkü tarihi yapanlar, gündemi de yazarlar.
O zaman üzerimize düşeni yapalım, Castro dönemi ve spor ilişkisini biraz deşelim. Sonda söylenecek şeyi başta söyleyelim önce. Castro asla bir Tito değil. Dünyanın ‘tek adam’ları içinde spor söz konusuysa hiçbiri Tito değil zaten. O bir spor kültürü inşacısı. Özel ilgi alanı spor. Ama Castro asla bir Stalin ya da Hitler de değil. Sporu ideolojinin boyunduruğuna sıkıştırmayan, her şeyi olduğu gibi güzelim oyunları ideolojik propagandanın nesnesi olarak görmeyen biri o. Tabii ki, her ülke gibi uluslararası alanda saygınlık vesilesi olarak spora yüklenen anlamı benimsiyor. Spor kahramanlarının önemini biliyor. Ama asla bir Doğu Alman spor bakışına da teslim olmuyor Fidel.

Halkın sevgisi
Sosyalist bakış açısının Küba’ya getirdiği ilk şey para karşılığı yapılan spora tepki. 1961’de profesyonel spor yasaklanıyor. Tabii ki Teofilo Stevenson, Javier Sotomayor, Manic Street Preachers’ın “You Love Us” şarkısını ithaf ettiği Felix Savon, 1992-2000 periyodunda üç olimpiyat altını alan efsane voleybol takımı gibi efsanelere engel olmuyor bu. Olimpiyat tarihini yeniden yazacak kadar etkili isimler bunlar. Sotomayor’ın yüksek atlama rekorunu 93’ten beri kıran hâlâ yok. Üç olimpiyat altınlı boksör ve mühendis Stevenson’ın, Muhammed Ali’yle karşılaşması için organizatörlerin o dönem 5 milyon dolar teklif etmesine karşılık “halkın sevgisini onların dolarlarına değişmem” sözünü de…
Zaten endüstriyel spora karşı olmak demek sporun önemsenmediği anlamına gelmiyor. Ambargo yılları nedeniyle altyapı dökülse de kahramanlar yine de çıkıyor. Ama bu değil Castro’yu sihirli yapan. O sporu hayatın içine yerleştiriyor. Küba toplumunun yüzde 95’i hayatında bir şekilde kendini sporun içinde buluyor. Spor yapmamak ayıp neredeyse. Amatör kulüpler ve okullar her yerde sporu destekliyor ve bu sayede gençler mutlaka hayatlarında bir spora bulaşıyor.
Ama sorunsuz da değiller. Uzun süre ülkenin en büyük dertlerinden biri beyzbolcu olmak için ABD’ye kaçan sporcular. Ayrı kalan aileler, geri dönme yasağı gibi uygulamalar Castro rejiminin karanlık yüzü olarak karşımıza çıkıyor. “Amerika şeytanının ayartmalarını” despotlukla çözmeye çalışıyor Fidel. Sonuç tabii ki pek çok insanın hayatında yıkım oluyor.
Her durumda Castro sporla çok haşır neşir. Basketbolla başlıyor. Sonra beyzbola sardırıyor. Tam bir spor hovardası o. Google’da Castro ve bir spor yazsanız onun mutlaka bir pozunu yakalıyorsunuz. Maradona’yla dostluğu malum. Muhammed Ali’yle boks yapar gibi hareketi var. Tenis yazsanız elinde bir raket. Ama en unutulmazı devrimin takımı olarak adı geçen 1959’da formasını giydiği Los Barbudos (Bıyıklılar) takımıyla verdiği poz. Efsane o ki iyi de bir atıcıymış. Gerçi New York Times’da Jere Longman nefis yazısında bunu tekzip ediyor ama olsun. Efsane efsanedir!
Bu yazı kıssadan hisse aşırmak hevesiyle bitebilirdi. “Lider olmak, hele de sporda, göstermelik hareketlerle olmaz” diyebilirdik. “Bayındırla, ‘mamayla’ bu işler yürümez” diye üfürebilirdik. Ama okurlarının zekâsına hakaret etmeyelim. Anlayan anlıyor. Bülent Ortaçgil’le bitirelim: “Castro gibi Fidel/ Entelektüel.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları