Bağış Erten

Tehlikenin farkında mısınız?

16 Aralık 2015 Çarşamba

30 Nisan 1995 tarihi ilk bakışta hiçbirimiz için bir anlam ifade etmiyordur. Ama Engin İpekoğlu ve Rüştü Reçber için unutulmaz bir tarih olsa gerek. Olgunluk çağının en verimli günlerinde Engin bir Kayserispor maçında ayağını kırmış ve yerini Rüştü’ye bırakmıştı. Bırakış o bırakış. İçinden Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi, Barcelona, Dünya Kupası, Beşiktaş geçen bir kariyerin her adımını hep birlikte izledik. Turgay Abi ve Şenol Güneş kızmasın ama futbol tarihimizin en büyük kalecisinin hikâyesi o gün başladı. Sonra aldı yürüdü Rüştü.

Rüştü’den Volkan’a
Aradan yıllar geçti. 26 Nisan 2003 günü bir Samsunspor maçında bu sefer sakatlanan Rüştü’ydü ve yerini Volkan Demirel’e bıraktı. Aynı derecede parlak bir çıkış değilse de sonrasını müthiş getirdi Volkan Demirel. Onun da kariyeri parıltılarla dolu. Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali, Avrupa Şampiyonası yarı finali (oynamadı ama oraya getirenlerdendi) ve şampiyonluklarla bezedi kariyerini.
Geçen hafta Tolga ve Günay üzerinden başlayan tartışmanın içinde aslında başka bir tartışma saklı. Düşünün, 1995’ten bugüne dek Milli Takım’da ne yaşandıysa her şeyi Rüştü ve Volkan gördü. İyiydiler, güven veriyorlardı ve ülkenin kaleci sorunu çözmüşlerdi. Ama işte zaman çabuk geçiyor. 20 yıl sonra bugün biz elimizdeki neredeyse tüm kalecileri tartışıyoruz. Buna artık Volkan da dahil!
Çok değil yakın zamanda Trabzonspor’da hem Onur hem Tolga nasıl da parlamıştı. Hemen ardından Mert Günok da çıkış içindeydi. Serkan Kırıntılı, Cenk Gönen, Harun Tekin, Ramazan Köse derken geleceği parlak kaleciler koleksiyonumuz var gibi geliyordu. Peki ne oldu sonra? Şimdilerde en güven vereni Volkan Babacan bile kendini ispatlamak zorunda olduğu bir turnuvaya hazırlanıyor. Ve Volkan gene çağrılmaz ya da gitmezse Milli Takım’ın turnuvadaki en güçlü bölgesi kalesi olmayacak. İkinci kaleci bile soru işareti...
“Bizde artık kaleci yetişmiyor” diye kestirip atabileceğimiz bir tartışma değil bu. Tolga bir dönem gerçekten iyi kaleciydi, Onur da öyle. Bir zamanlar büyük takım kalesini koruyan Recep Biler iyi oynayıp bitirdiği bir derbiden sonra bile heyecandan mikrofona konuşamıyordu. Sonra hızla kaydı, gitti. Mert Günok’a hakikaten “Volkan’ı yerinden eder” diye bakılıyordu, bugün Bursaspor’da takımdaki yerini kaybedebilir durumda. Mersin İdman Yurdu’nda Muammer çıkışta ama yukarıdaki isimler de başlangıçta öyleydi. Bize sonrası lazım.
Bizzat Volkan için bile geçerli bu. Müthiş oynadığı maçlar da oldu, çok kötü goller yediği de... Hep bir şeyi eksik kaldı Volkan’ın. Ya sinirine hâkim olamadı, ya da özgüvenin dozunu ayarlayamadı. Sadece Sevilla maçı kariyer özeti gibidir. Önce yenmeyecek goller, sonra kurtarılmayacak penaltılar...

Sorunun kaynağı ne?
Rüştü ve Volkan çağı kapanmaya yüz tutmuşken artık karanlık bir dönemle yüz yüzeyiz. Şimdilerde gelişimini tamamlamış kaleciler sendromuyla karşı karşıyayız. Bunun tek nedeni oyuncular olamaz. İçinde debelendiğimiz futbol kültürünün iyi kaleci yetiştirmeye çok müsait olduğunu düşünen var mı? Hatırlatalım; Enke’yi bir maçta harcayan, ama sonra Alman Milli Takımı’na gönderen süreci, De Sanctis’in teneke bağlanıp gönderildikten sonra İtalya Milli Takımı’na yükselişini biz unutmadık.
Evet, Tolga bugün kötü günler yaşıyor. Ama yarın Günay’ın, Volkan Babacan’ın da benzer dönemler yaşamayacağının garantisi yok. Sorun yeniden ayağa kaldırmayan, yetenek bir kez baş aşağı gidince onu kafasını doğrultamayan, gelişmeye kapalı bir yetiştirme kültürü. Rüştü kariyeri boyunca pasla çıkmakta zorlandı. Volkan’ın sinir bütünlüğüne kefil olan hâlâ yoktur. En yeteneklileri bile geliştirmekte zorlandık. Şimdi ise yeniden yaratmak için yola çıkarken elimizdeki malzemeyi beğenmiyoruz. Sabretmeyi bilmeyen, özgüven aşılarken ya eksik tutan ya fazla kaçıran, bir türlü istikrarlı bir form yaratamayan spor kültürümüzde, Alman musluğu da kısılınca yumruğumuz çenemizde yeni kaleci kim olabilir diye kara kara düşünüyoruz.
Tolga kriziyle birlikte külahımızı önümüze koyalım artık. Buffon sonrası İtalya’ya bakalım. Ya da Kahn sonrası Almanya’ya. Kaleci kaynıyor kaleci! Ama biz sanırım İngiltere’yi örnek alıyoruz. Bizdekine benzer kısırlığın gene bizdekine benzer bir milli takım başarısızlığına bezendiği müsrif Ada’yı...

Sürgünde bir futbol sanatçısı
Socrates editörlerinin hedeflerinden biriydi Simon Kuper’e yazı yazdırmak. Neticede çığır açan (sonradan klişeye dönüşecek) o ünlü sözün müellifiydi: “Futbol asla sadece futbol değildir.” Şimdilerde Paris’te yaşayan, dünyanın en prestijli gazetelerinden Financial Times’ta yazan bir spor yazarı kendisi. (Sorsanız bizim necip kalemlerimiz onu da beğenmez, neyse ki sormuyoruz!)

‘Telifimi ona yatırın’
Ulaşıyorlar bir şekilde. Rakibimiz Hollanda takımı hakkında yazsın istiyorlar. Tamam, diyor Kuper, ama bir şartla. “Benim telifimi Abdül Zahra Huthyfa’ya yatırın. Hatta yazı için ondan da çizim alın.” Kim bu Huthyfa? Sonrasında anlaşılıyor ki; karşımızda yetenekli bir illüstratör ve büyük bir insani dram var. Müthiş Can Ölçer onun hikâyesini ne güzel yazmış. İsteyen şu adresten okuyabilir: http://www.socratesdergi. com/2015/08/25/evden-uzakta/ Bir zamanlar National Geographic’te, Time Out’ta işleri övülen sanatçı şimdilerde savaşın göçmenleştirdiği hayatını yeniden toparlamaya çalışıyor. Üç çocuğu ve karısıyla... “90’larda, savaş sırasında üstümüzde bomba taşıyan uçaklar gezerken bile sokakta futbol oynardık. Yapacak başka bir şeyimiz yoktu ki” diyerek anlatıyor eski günleri.
Şimdilerde Socrates’e çiziyor. Ama yetmiyor. Ailesi için daha fazlası lazım Huthyfa’ya. Koca Simon Kuper bile onun eserlerine para verecek birileri için tweet atıp duruyor. Oysa daha fazlasını hak ediyor Abdül Zahra Huthyfa. Pek çok Iraklı yurttaşı gibi...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları