Barış Doster

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta hangi tuzaklar kuruluyor?

21 Eylül 2019 Cumartesi

Türkiye, dış politikada hepsi de birbiriyle yakından ilişkili bir dizi sorunu çözmeye uğraşıyor. Fakat hem dikkat dağınıklığı hem devlet kapasitesinin sınırı nedeniyle, bu sorunlardan yalnızca birine odaklanabiliyor. Birini öne çıkarıyor. Aynı anda birden fazla soruna aynı hassasiyeti gösteremiyor. Örneğin, Suriye sorunu öne çıkınca Doğu Akdeniz, Ege Denizi, Kıbrıs, Irak’ın kuzeyi, Karadeniz, Kafkaslar geri plana düşüyor. Oysa tüm bunlar, bir bütünün parçaları. Hepsi emperyalizmin Türkiye’ye dayattığı yıkım programının içindeki konu başlıkları. Emperyalizmin PKK terör örgütüne ve FETÖ’ye verdiği destek de, sözde soykırım iddiaları ve patrikhanenin statüsüne ilişkin baskıları da, bu programa dahil.
Sicilinde, KKTC kurucu cumhurbaşkanı, büyük devlet adamı Rauf Denktaş’ı devre dışı bırakmak, ona karşı Mehmet Ali Talat’la işbirliği yapmak, Annan Planı’nı desteklemek, asla gerçekleşmeyecek Avrupa Birliği (AB) üyeliği uğruna Kıbrıs’ta kurumsal dış politikadan ödün vermek gibi yanlışlar bulunan iktidar, Doğu Akdeniz’in enerji kaynakları öne çıkınca bazı adımlar atmaya başladı. Fakat Türkiye halen, Akdeniz’in doğusunda Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmediği, Suriye’yle temas kurmadığı, KKTC’nin başka devletlerce tanınmasına çalışmadığı için, istediği sonuçları alamıyor. Bölgenin enerji kaynaklarına ilişkin verilen mücadelede yalnız kalıyor. İktidarın toz kondurmadığı, topraklarında üs kurduğu, yakın ilişkide olduğu, Tank Palet Fabrikası’nı sattığı Katar bile, Türkiye karşıtı cephede. Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail ve Mısır’la birlikte. ABD ve AB de onları destekliyor.

Avrupa’nın vaatleri nelerdi?
AB’nin Türkiye’den taleplerini, Türkiye’ye yaptığı dayatmaları anımsayalım. AB müktesebatına, AB tarafından yapılan açıklamaların da girdiğini, bunların hukuki bağlayıcılığı olduğunu söylemedi mi? Türkiye’nin deniz ve hava limanlarını Güney Kıbrıs’a açmasını, onu Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla, tüm adanın temsilcisi olarak tanımasını istemedi mi? Yani, Türkiye’den KKTC’yi tasfiye etmesini talep etmedi mi? Kıbrıs sorunu çözülmeden Güney Kıbrıs’ı üye yapan AB, hem uluslararası antlaşmaları hem kendi kanunlarını hem de KKTC’nin egemenlik haklarını çiğnemedi mi? KKTC’nin hukuki varlığının dayanağı olan antlaşmaların (garanti antlaşmaları dahil) ortadan kalkmasını istemedi mi? Türk askerinin adada işgalci olduğunu dillendirmedi mi? Kıbrıs Türklerini, tüm adayı temsilen ve Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla üye yaptığı GKRY içinde, adeta “korumaya alınmış azınlık” statüsü içinde görmeyi arzulamadı mı?
Bir kez daha anımsatmakta yarar var: Kıbrıs’ta iki eşit halk, iki ayrı, bağımsız ve egemen devlet olduğu kabul edilmeden; adada Türk- Yunan dengesi gözetilmeden; Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü kayda alınmadan; hiçbir çözüm gerçekçi, kalıcı ve adil olmaz. Bu, Türkiye’nin yıllar önce benimsediği kurumsal dış politikadır. İktidarın bu konularda verdiği ödünler, daha büyük sorunlar doğurmuştur. Yugoslavya’yı bölen, Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı, Türkiye’yi, Libya’yı etnik ve mezhepsel aidiyetlere, kabilelere, aşiretlere, bölgelere göre bölmek isteyen emperyalizmin, iki ayrı halkın yaşadığı Kıbrıs’ı birleştirmek istemesine karşı uyanık olmak gerekir. Bu gerçek saptanmadan, hiçbir mücadele başarıya ulaşamaz. Emperyalizme karşı tavır almadan barış, demokrasi, insan hakları, özgürlük, kardeşlik mücadelesi verilemez.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları