Celal Üster

Futbol bahane, şovenizm şahane…

28 Haziran 2016 Salı

Volkan Babacan, zaman içinde hem kişilik, hem de beceri bakımından Volkan Demirel’i geride bırakmış, ulusal takımın kalesine yerleşmişti. Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki Hırvatistan ve İspanya maçlarında bizim savunmanın savunmasızlığının kurbanı oldu, takımını kurtaramadı.
Babacan’ı seyrederken, gençliğinde kaleciliğe tutkun olan, dahası Cambridge’de okurken kalecilik de yapan Nabokov’un sözleri geldi aklıma. “Lolita”yla dünyayı sarsan Nabokov, kaleciliği soylu bir sanat, ayrıcalıklı bir uğraş olarak görüyordu.
Gerçi futbol onun zamanından bu yana çok değişti, ama Nabokov’un kaleciliği yücelten sözleri özünde bugün de geçerli değil mi?
Tapınma nesnesi olarak matador ya da usta pilotla bir tutuyor kaleciyi Nabokov. Kazağı, kasketi, dizlikleri ve şortunun cebinden görünen eldivenleriyle, takımın öteki oyuncularından hemen ayrıldığını vurgularken, onu “yalnız kartal”, “esrarengiz adam”, “son kurtarıcı” olarak niteliyor.
“Yıldırım gibi gelen topun yönünü parmaklarının ucuyla değiştirmek için uçtuğunda, fotoğrafçılar o anı yakalamak amacıyla saygıyla diz çökerler” diyor “Konuş, Bellek” adlı kitabında. “Kalesini saldırıdan kurtardıktan sonra düştüğü yerde bir süre dinlenirken, tüm stadyum onun bu hareketini onaylayan kükremelerle coşar.”
Evet, değişen futbolla birlikte kalecinin kıyafeti de değişti; ama özellikle savunmayla eşgüdümü koparmaması gerekse de o hâlâ “yalnız adam” galiba.
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda da İngiliz, Rus ve Hırvat holiganlar işbaşında. Onların sokaklardaki ve tribünlerdeki şiddet eylemlerini izlerken, aklım 29 Mayıs 1985’e gidiyor. Brüksel’deki Heysel Stadyumu’na. Liverpool ile Juventus arasındaki Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finaline.
Holigan terörünü maç öncesinde Brüksel sokaklarında başlatan İngiliz tarafların stadyumda İtalyanlara saldırdığı, çıkan panik sonucunda 39 insanın canından olduğu görüntüler gözlerimin önünde.
Bu kez, “Otomatik Portakal” adlı karşı-ütopya başyapıtının yazarı Anthony Burgess’in Heysel Faciası’ndan sonraki sözlerini anımsıyorum.
Burgess, Brüksel’de tek olup bitenin, aşırı hayvansı genç bir enerjinin kendine bir yuva ve hedef bulması olduğunu söylüyordu. Liverpool’lu gençlerin insan hayatını yok etme niyetinde olmadığını, yalnızca düşünme gücünden yoksun olduklarını vurguluyordu.
“Eskiden futbol maçına gitmek bir keyifti” diyordu Burgess. “Günümüzdeyse futbol maçı aptalların yakıp yıkma isteğinin bahanesi olup çıktı. Brüksel’de gördüklerimiz aptallığın dikâlâsıydı. Aptallığın üstesinden tanrılar bile gelemez.”
Evet, aptallığın üstesinden tanrılar bile gelemiyor belki, ama günümüzde şoven milliyetçilik azıtıp azgınlaştı. Görmek için ille de insanların stadyumlarda ölmesi gerekmiyor. Bizim ulusal takıma “destek veren” kuruluşların TV ekranlarındaki bağnazca reklamlarına bakmak bile yeterli.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları