Coşkun Özdemir

Çetin Altan ve toplumsal değişim

19 Şubat 2009 Perşembe

Çetin Altan’ı baştan beri ilgi ile izleyenler arasında bulunuyorum. Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alan bir ünlü yazarın geçmişini gözden geçirmenin yararlı olacağını düşündüm. Çetin Altan Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın elinden aldı.

Benim kuşağım sola, sosyalizme bel bağlamış, ona gönül vermiş olanlar, onu büyük bir hayranlıkla okumuş  ve alkışlamışlardır. Demokrat Parti zorbalığına karşı sürdürdüğü muhalefet, İşçi Partisi milletvekili olarak verdiği mücadele, siyaset ve düşünce tarihimizin unutulmaz sayfaları arasında yer alır. Ama bu topluma asıl katkısı, toplumsal bilinci uyandırması, milli gelir dağılımını, çağdaşlığı, gelişmeyi, ilerlemeyi, emeği, emek sermaye ilişkisini, sınıfsal bakış açısını, o çarpıcı üslubu ile köşesine ince ince ve tutarlı bir şekilde taşıması olmuştur.

Çetin Altan, Ulus gazetesinden sonra Peyami Safa’nın ardından Milliyet’in ikinci sayfasında yazmaya başlamıştı. Demokrat Parti zorbalığına karşı en etkili, en keskin yazılar onun köşesinde yayınlanıyordu. 27 Mayıs İhtilalını coşku ile karşılayanlardandı. DP’nin meşruiyetini kaybettiğine inanıyordu. 27 Mayıs ardından yazdıkları ile toplumdaki sağlıksızlığın, bozukluk ve eşitsizliklerin analizini yapmak ve nedenlerini ortaya koymaya çalışıyordu.   

“Hiçbir zaman bu memlekette meseleler açık açık konuşulmadı. Buna neden, menfaat yarışçılarının, işlerini bozacak prensiplere hınzırca cephe almaları ve avantacıların aleyhine olan düşüncelerin, katakulliye getirilip memleket aleyhindeymiş gibi gösterilmesidir. Köy Enstitülerinin komünist yuvası olduğu iddiası da bu aşağılık oyunların neticesidir.” 

Evet, köy enstitülerinin yıkılışını Altan aşağılık bir oyun olarak niteliyordu... “Komünizm tehlikesi okuyan köylüden değil, cahil köylüyü dolandıran ve servet yapan zümreden gelir.”

“Ağalar, avantacılar, büyük emlak sahipleri, sosyalizme kendilerini şimdiden alıştırmalı ve demagoji ile bu yöndeki memleket fikirleri karşısına çıkmamalıdırlar.”

Altan’ın şu öngörüsüne ve onu izleyen görüşlerine bakınız:

“Biz normal bir sosyalizme gitmezsek olaylar, bizi çok daha beter bir akıbete sürükleyecektir.”

“Ben, bizdeki oportünistler ve kapkaççılar kadar görüşsüz, bencil, fikir düşmanı ve hain bir zümrenin medeni geçinen hiçbir memlekette mevcut olabileceğini zannetmiyorum.” 

“Ben size doğrusunu söyleyeyim. Dünyadaki en büyük soygun memleketlerinden biridir, Türkiye. Onun için Türkiye’de herkes politikaya heves eder.”

Çetin Altan neredeyse yarım yüzyıl önce bugünleri anlatıyor.
 
“Bir memlekette demokrasi varsa kazançlar ve kazançlar arasındaki farkları konuşan bir denetim mekanizması olmalıdır.”

“Ancak 1920’de Büyük Millet Meclisi kuruluşuyla eski kullar devletin sahibi olabildiler”.

“Şimdi neden şeriatçılar “din elden gidiyor” vaveylasını evirip çevirip usul usul yaymaya çalışıyorlar. Anadolu’da müthiş ucuz bir oyun oynanıyor”.

“Bugün 19 Mayıs. 19 Mayıs'ın manasını sanki çok umursamıştır politikacı. Kısa vadeli sahtekarlığın getirdiği oy, uzun vadeli planların getireceği başarıya daima tercih edilmiştir. 19 Mayıs'a gerçekten inanmak Kemalist Türkiye’yi yarattı.” Altan kardeşler ne diyor acaba bu satırlara?     

“Siz şimdi demokrasimizin faziletinden bahseden ve demokrasi adı altında milleti sömürenlerle işbirliği yaparak devlet fikrini yok etmeğe çalışan siyasilerin samimiyetine inanır mısınız?  Ne kadar güncel değil mi bu 47 yıl önce yazılmış olan yazı. Türkiye’de aydın ve cahil topluma verdiğinden daha fazlasını alma yarışı peşindedir. Seçim ve demokrasi bu yarışa alet edilmektedir ve devleti devlet yapan prensipler aleyhine her türlü taviz verilmektedir.”

Küreselleşmeden neo liberalizmden söz eder gibi.

“Türkiye’de aile çevresi ile beş milyona yakın işçi var. Bu ne biçim demokrasidir ki, sayısı yüzü geçmeyen ağaların parlamentoda o kadar temsilcisi olduğu halde beş milyonluk bir sınıfın temsilcisi ve sözcüsü yok.”

“Çetin Altan’ın bu yazıları Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’lilere armağan edilmeli. İki ayrı dünya arasında ilk köprüyü kurmaya kalkan tek devlet adamı yine Atatürk olmuştur. Türk Rönesans’ı onunla başlamış ve güçlendikçe de büyük tepkilerle boyuna yerle bir edilmek istenmiştir.”

İkinci cumhuriyetçiler ve dinci işbirliğini anlatıyor ve devam ediyor:
“Mistik dogmaların yanında bilimsel analizleri benimseyenler küflü, rutubetli ve ufunetli demagojilerle iğneli fıçılara konmuş, çağdaşlığın her fırsatta arkası sıvazlanmış, neredeyse Rönesans düşmanlığı ortak bir hedef durumuna sokulmuştur.”

“Rönesans aklın safsatayı, sanatın bağnazlığı özgür düşüncenin köhnemiş saplantıları yenmesi, insanlığın kendisini bunaltan bir cendereyi kırması demektir.”

Bu da onun bazılarının çok düşkün olduğu yere göğe koyamadığı Osmanlı değerlendirmesi.

“Osmanlı'da devlet demek padişahın kendisi demekti. Kullar devlet için yani padişah için emredildiğinde kendilerini yok etmekle yükümlüydüler. Ancak 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşuyla eski kullar devletin sahibi oldular. Cumhuriyetçilik bir kişiye ait bir devlete köle olmaktan kurtulmak demektir. Devletin sahibi vatandaşların hepsidir. Böylesine bir aşamayı yapmış insandır Atatürk. Osmanlı köleliği ile övünerek, padişahları abartmaya kalkanlar Cumhuriyet'i de Atatürk’ü de hiç anlamamış olanlardır.”

Bu harika söylemlerin sahibi ile ona ödül veren kişinin nasıl buluşabildiklerini düşünüyor musunuz?

Kurumları ve toplumsal yapıyı sorguluyordu Çetin Altan. Bunlar klasik kalıpları, inanışları zorlayan yazılardı. Ama eninde sonunda tüm solcu ve devrimciler gibi onu kolay yaşatmayacaklardı. Çetin Atlan'a göre işçiler bilinçleniyor ve yönetime ağırlıklarını koyuyorlardı. Çok gecikmeden İşçi Partisi kuruldu ve 65 seçimlerinde,15 milletvekili ile meclise girdiler. Bu, yurdumuzda büyük bir yenilikti, büyük bir umuttu, artık sosyalistler mecliste konuşma, kıyasıya eleştirme şansına sahip olacaklardı. Gerçekten bu milletvekilleri meclise sosyalist söylemi getirdiler. Bu, büyük bir aşama idi. Ama yazık ki 40 yıldan beri mecliste bir kez daha  sosyalizmi savunan milletvekilleri yer almadı. Çetin Altan ve benzerleri her çareye başvurularak susturulmalı idi. 1971 askeri darbesinin ardından Çetin Altan hapse girdi.

Türkiye’de çok sayıda sol yazar mahkemeler, hapisler, soruşturmaların ardından yön değiştirdiler, Türkiye’de toplumcu, giderek sosyalist bir yönetimi gerçekleştirmenin olanaksız olduğu anlaşılıyordu. Karşı cephe güçlü toplum yapısı ise sosyalizme elverişli değildi. 40’lardan başlayarak sola darbe vurulmuş. Köy enstitüleri, halkevleri kapatılmış, aralıksız din istismarı yapılmış ve dış güçlerin desteği ile daima sağ muhafazakar partiler iktidara gelmiş ve sol ve solcular daima baskı altında tutulmuştur. Bunun yanı sıra halkın iyi bir eğitim alması sistemli bir şekilde engellenmiş, büyük çoğunluğun dünyası hurafeler, efsaneler, batıl inançlar, dogmalar düzeyinde bırakılmıştır. 12 Mart darbesinden 10 yıl sonra 12 Eylül faşizmi gelmiş ve Türkiye solsuz göstermelik bir demokrasiye mahkum edilmiştir.

Onu ödül alırken izledim. Sanırım karışık duygular içinde idi, gülüyordu, şaşkın ve huzursuzdu, bunu yapay gülücüklerle örtmeğe çalışıyordu ama bu ödülü Tayyip beyin elinden almayı reddetmesine yol açacak ilkeler, ne yapalım ki artık gerilerde kalmıştı. Ahmet Altan’ın babası için yazdığı yazı duygulandırıcı bir baba-oğul ilişkisini vurguluyor.

Ahmet Altan’la, 90’lı yılların başında biz, özerklikten yana öğretim üyeleri, YÖK ile mücadele etmek üzere yola çıktığımız zaman tanıştık. Ahmet Altan, bize ve mücadelemize ilgi gösterdi. Star TV’de onun yönettiği kırmızı koltuk programında YÖK mücadelemizi uzunca anlatma fırsatını buldum. Zaman zaman telefon görüşmeleri yapıyorduk. Taraf gazetesi yayınlanmaya başlayınca ona yine takıldım, “Keşke roman yazmayı sürdürsen, politika yapmasaydın, yeteneklerini daha verimli kullanmış olacaktın” dedim.

Altan kardeşlerin Kemalizm’e amansız karşıtlıklarını iyi biliyoruz.  Ahmet Altan’ın "şu Kemalistlerin kökünü kazımalı” dediğini öğrendiğimde; telefon edip “Ahmet Altan, aman beni listenin başına yaz, ben iyi bir Kemalistim” dedim. Bir kahkaha attı “Hocam, bunları bir sofrada birlikte rakı içerken konuşalım” önerisini yaptı, hala bekliyorum bu daveti. Telefonu kapamadan önce ona “Bak Altan, bir tavsiyem var. Senin yaşındaki gençlerin tanımadığı bir yazardır Çetin Altan. Onun 50-60’lı yıllardaki yazılarını mutlaka bul ve oku” dedim. Evet, yukarda yazılarından özetler aldığım böyle bir kişiliğin yıllar sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden Kültür ve Sanat Ödülü'nü alması oldukça hazindir. İnançlı bir sosyalistin, Özalizme tutunmasını da kolay kolay anlayamazsınız.  

“Artık yazarlar, sanatçılar için mahkemeler, hapisler devri bitmiştir” diyerek adeta bir ironiyi dile getiren başbakandan Altan’a ödül bir kara mizah gibidir. Unutulmaz bir sahnedir bu, onlarca insan nedeni bilinmeden hapislerde iken  “Orhan Kemal hapiste yatarken bayram kutlaması yapılamaz” diyen Çetin Altan’ın, Recep Bey'in elinden ödül alışına belki de, kaderin cilvesi diyebiliriz?

Hiç kuşkusuz, büyük bir yetenek olan Çetin Altan da birçokları gibi hapishane deneyiminden sonra siyasetten yavaş yavaş çekilmiş ve o büyük birikimi ile ve dil ustalığını kullanarak deneme tipi yazılar yazmaya ve fanteziler oluşturmaya başlamış ve bunu sürdürmüştür. Bugün artık ondan emek, emekçi, sınıf mücadelesi, sınıf bilinci, sömürü, diyalektik, sosyalizm ve marksizmden söz eden yazılar beklenemez. Kısaca, davayı bırakmış, bir bakıma Türk toplumundan ve sosyalizmden umudunu kesmiştir. Belki de yaşadığı bir büyük düş kırıklığıdır. Ama bunu açıklamamıştır.

Milletvekilliği sırasında yaptığı konuşmalar unutulmaz. Hele Meclisteki tutucular takımına karşı elini cebine sokarak “İşte, Nazım Hikmet dünyanın en büyük şairidir” diye Meclis kubbesini çınlatan haykırışı en çarpıcı meclis olaylarından biridir. Üstüne yürüyen ve onu linç etmek isteyen o grubu iriyarı bir CHP milletvekili engelleyebilmiştir. Türkiye böyle badireler, ihanetler, cehalet ve ilkellik arasında yol almıştır. 

Bitirirken, yakın yıllardaki bir buluşmamızı anlatacağım kısaca. Bir ortak dost evinde buluşup birlikte akşam yemeği yedik ve sohbet ettik. Bir ara benimle birlikte sofrada bulunan 8 kişiyi şaşkına çeviren bir cümle sarf etti. Yukarıda bazılarını alıntıladığım, yazılarında övgü ile defalarca andığı Atatürk’e ait bir değerlendirme idi bu. Öncekilerle taban tabana zıt. Soldan dönüş yapan ama kendisini hala solda sayan birçok aydınımızda olduğu gibi bence bu şaşılası çelişkiler bir dissosiasyonun göstergesi sayılabilir. Altan’ın cümlesini yazmayacağım. Ama şunu söyleyeceğim; Çetin Altan ve benzeri yetenekli Türk Aydınları ve Türk Entelijansiyası'nda yıllar içinde tanık olduğumuz çarpıcı değişim. Türk toplumundaki o belirgin değişimin bir yansımasıdır. O, emekçiliğinin yanı sıra keskin ve ödünsüz bir aydınlanmacı idi. Olaylar onun kafasındaki aydınlığın bir bölümünü toplumdan esirgemesine yol açmıştır. Verdiği soylu mücadelelerin ardından uğradığı düş kırıklığını, umutsuzluğunu ustalıklı bir şekilde sakladığını sanırım. Kimbilir, belki o güzel akıcı Türkçesi ile şöyle dobra dobra gerçek bir yaşam öyküsü ile birlikte yaşamının açık yürekli bir muhasebesini yapıp topluma armağan etmek isteyecektir. Türk toplumuna, bu toplumdaki değişim dinamiklerini, toplumcu mücadele verenlerin nasıl oradan oraya savrulduklarını, nasıl acılar çektiklerini, Türk solunun nasıl darmadağın edildiğini en iyi anlatacak olanlardan biridir Çetin Altan. Eski solcuların Kemalizme duydukları yakınlık ve bağlılık yerine sonrakilerin nasıl olup da onu her türlü olumsuzluğun kaynağı olarak gördüklerini, bu çarpıcı değişimi ve yeni solcuların nasıl olup da Özalizmi, neo liberalizmi benimsediklerini, yine en iyi anlatabilecek olanlardan biridir o. AKP iktidarı Çetin Altan’a yukarda özetlediğim görüşlerini hala koruyor olsa idi kuskusuz bu ödülü vermeyecekti. Yoksa ondaki örnek olmasını diledikleri değişikliği mi ödüllendirmek istediler dersiniz?

 

Prof. Dr. Coşkun Özdemir

coskunoz@superonline. com.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları