Biraz da Tarih Okuyalım...

08 Eylül 2014 Pazartesi

“Bugün yaşadığımız hayatta son derece yanlış giden bir şey var. Otuz yıldır maddi çıkarların peşinde gitmeyi erdem saydık. Şeylerin fiyatını biliyoruz, ancak onların değeri hakkında hiçbir fikrimiz yok. Hukuki bir karar veya bir yasa hakkında ‘iyi mi, adil mi, haklı mı daha iyi bir toplumun ya da daha iyi bir dünyanın kurulmasına yardım edecek mi’ diye sormayı bıraktık. Bu soruları sormayı bir kez daha öğrenmemiz gerekiyor.”
Tarihçi Tony Jundt, “Kötülük Kol Gezerken” adlı kitabında bu “düşünmeden kabul etme”, “sorgulamadan yaşama” sorununa dikkat çekiyor, bunu küreselleşmenin sorunlarından birisi olarak görüyor. (Kötülük Kol Gezerken, Tony Jundt Yapı Kredi Yayınları, 2012)
Bizim de güncel olayların içinde çalkalanıp giderken “biraz tarih okuyalım” diyerek olup bitenlere bakmamızda yarar görüyorum.
Yeni Cumhurbaşkanı’nın Çankaya’da oturmaması, yeni Başbakan’ın da “Ama orada da Atatürk adı var” diye Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan “Ak Saray”ı işaret etmesi (nasıl da insanı gülmekle kızmak arasında bırakan ironik durumlar) günlük sorunlarımız.
CHP kurultayında Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden başkan seçilmesi ve Muharrem İnce hareketinin izdüşümlerinin yorumları.
Tarihe bakmamız yararlıdır. Dün nerelerde neler olmuş? Bugünü anlamak için, yarını tasarlamak için tarih.
Atatürk’ün tarihi çok okuması, tarih üzerinde çok düşünmesi boşuna değildir. Tarihi bilmenin önemini çok iyi kavramıştır büyük lider.
Prof. Enzo Travesto başka bir tarihçi. İtalyan asıllı Fransız. O da “Savaş Alanı Olarak Tarih” adlı kitabında “Totalitarizm”i tanımlıyor: “İlk önce, kuvvetler ayrılığı üzerine kurulmuş hukuk devletinin ortadan kaldırılması -dolayısıyla yürütmenin tahakkümü- ve anayasal bir şart ile bireysel ve kolektif özgürlükleri tanıyan temsili demokrasinin yok edilmesi. İkinci olarak resmi bir ideolojiyi dayatmak için sansürün getirilmesi ve iletişim araçları üzerinde devlet tekeli kurulması. Üçüncüsü, taraftar kitlesi tarafından yerine getirilen neredeyse dinsel bir tapıncın nesnesi, karizmatik bir şef tarafından yönetilen bir tek parti. Dördüncüsü, siyasi rakiplerin ve siyasi, ulusal ya da ırksal düzlemlerde (dinsel olan da unutulmamalı) homojen bir cemaate yabancı addedilen grupların ve bireylerin yok edilmesine, değilse dışlanmasına eğilimli bir yönetme biçimi olarak şiddet. Son olarak ekonominin otoriter ve merkezileşmiş bir planlamasıyla imlenen sert bir devlet müdahaleciliği.” (Savaş Alanı Olarak Tarih, Enzo Travesto, Historia Ayrıntı Yayınları, 2013)
Eh, Prof. Enzo yanılmış işte. Biz bu tanımla “totalitarizm” dediği yönetim biçimine “İleri Demokrasi” diyoruz. Bir farkla; devletleştirme yerine özelleştirme, her şeyi satma, bunu yaparken de yandaşları kollama, kuralsızlık, hukuksuzluk, zorlama, rüşvet, tehdit hepsi var.
Tanımlanan her şey, 2014 Türkiyesi’nin 12 yıllık AKP yönetimi ile ulaştığı “restorasyon”.
1923 yılında Sevr Antlaşması’nın reddedilerek başlatılan Kurtuluş Savaşı sonucunda Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyetinin 2023 yılında ortadan kaldırılarak yerine “Yeni İslam Cumhuriyeti”nin kurulması ile tamamlanacak bir “restorasyon”.
Türkiye, büyük bir ideoloji değişimine zorlanıyor.
Bağımsız, laik, üniter ulus-devlet ortadan kaldırılıyor.
İslam birliği amaçlı, dinsel toplum esaslı, etnik açıdan bölünmüş, cemaatler olarak yeniden yapılandırılıyor. Tek lidere bağlı totaliter bir yönetim biçimi başka tanımlar altında dayatılıyor.
Bu yapıya da, Amerika ve Avrupa’dan dış destek, “Bu modern ılımlı dinsel yapı geleneksel radikal din gruplarını etkisiz kılar” teziyle sağlanıyor. Elbette bu yeni dinsel yapının ekonomik politikası küresel kapitalizmle tam uyumlu.
Tarihe bakmakta yarar var.
Doğru bakarsanız ne yapmanız gerektiğini de görürsünüz.
Elbette başınızı önünüzden kaldırabilirseniz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çalınan gelecek!... 29 Nisan 2024
Istakozun intikamı! 22 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları