Hekimlik ödevi

16 Mart 2024 Cumartesi

Anton Çehov’un “Vanya Dayı”sında, Profesör Serebryakov ve güzeller güzeli eşi Yelena’nın taşraya gelişiyle hem kendi yaşamlarını hem de çiftlik evindekilerin yaşamlarını değiştirdikleri bir dönem anlatılır. Geri planda kent taşra ikiliğinin yanında çıkışsızlık, bunaltı, kasvet; bütün bunlara karşılık eyleme geçmek isteyen ruhların varlığı tartışılır. Çiftlik evine profesörün rahatsızlığı için çağrılan Doktor Astrov, sevdasını kendi iç derinliğinde yaşarken bir bilimadamı olarak da katılır aralarına. Ve, “kendisine verilen şeyi çoğaltması için mantıkla, yaratıcı güçle donatılmıştır insan ama bugüne kadar hep yaratacağına yok etti” diyerek bin yılların döngüsünü anlatır. Astrov’un hayatı irdelerken yaşam ve ölüm arasındaki dengeye sürekli bakması mesleğinin ona kazandırdığı dev bir mercektir.

***

Gerçekten de hekimlik kof bakışlarla değil insan sıcaklığıyla bütünleşirse değer kazanır. Hastanelerin soğuk, mavi, kirli odalarını içten bir gülümseme toz pembeye çevirebilir. Samimi bir bakış, dokunuş, ağızdan dökülen yumuşacık sözcükler hastanın duyduğu kaygıyı dindirir. Aynı bedenindeki acıyı, sancıyı dindirdiği gibi... Bu nedenle hekimlik yalnızca vücudu bilme, tartma, aksaklıkları görme, teşhis koyma, tedavi etme birikimi değil, aynı zamanda çok karmaşık olarak nitelendirebileceğimiz insanı anlama sanatıdır. Çok bilinmeyenli canlı olan insan, hastalığında kaybettiği sağlığı üstünden bambaşka bir ruh dünyasına geçer. Yaşamın elinin altından kayıp bir anda gideceği hissi, o güne kadar düşünmediği ölümün soğukluğuyla bağlantılıdır. Böyle bir atmosferden insanı çekip çıkarmak yine hekimliğin görevidir. Bu deneyimi bir de kendi düşünsel dünyasıyla katmerliyorsa aklını anlamayla ve öğrenmeyle donatıyorsa uğraşının doruk noktasındadır.

***

Orhan Asena’nın bize bıraktığı olağanüstü tarihi trajedilerinin yanında çok sevdiğim bir eseri daha vardır: Korku. Toplum-önder ilişkisine farklı bir pencereden baktığı oyununda, başarıya ulaşmış devrimleri ve devrimcileri bir kenara bırakır, başarısız ve yenik bir önderin yüreğindeki korkuya eğilir. Nitekim yığınların desteğinden mahrum kalan önder derin bir hesaplaşma içine girerken aynı zamanda eşinin huzursuzluğu ile baş etmek zorundadır. Orhan Asena, insanın en zaaflı yanını gösterirken belki de hekimlik mesleğinin ona tanıdığı imkândan yararlanmıştır.

***

Ceyhun Atuf Kansu,Bir Kasaba Hekiminin Defteri” kitabında, kasabada ilk yatırdığı hastasını anlatırken şöyle yazar: “Bir hasta bir hekim için evrendir. Araştırılması, bilinmesi gereken bir evren.” Satı, paçavraya sarılmış, akciğerini üşütmüş bir bebektir. Annesi şöyle seslenir: “On ikinci çocuğum bu doktor bey. On bir çocuğum da öldü. Eğer bu da ölürse boşayacak bu adam beni.” Kansu, yazmaya devam eder: “Yeniden ağlamaya başladı. Bu sefer de bir damla gözyaşı paçavralar arasından başı görünen bebeğin yanağına düştü. Bebek toprak, kir içinde idi. Gözleri kapanmıştı, ucundan irin akıyordu. Çok bakımsızdı, bir avuç gübre kokuyordu. ‘Bu bebeği yatıracağım. Ve bir bebeğe nasıl bakılır, göstereceğim. Sen bebeğine bakmayı öğrenirsen, göreceksin, yaşayacaktır!’” Hekimlik, yoksul Anadolu insanına inatla yaşama sanatını öğretme becerisidir. O yüzden Ceyhun Atuf, hekimliğiye şiirini kalbinde birleştirerek “bebekler ölüyor/ ölümden habersiz” dizelerini yazar.

***

 Hekimlik hastanın duyduğu güvenle bütünleşirse en talihsiz anlarda bile inanç gelişir. Mesleğini insan sıcaklığıyla birleştirmiş, Anadolu’nun hüzünlü sesine hep kulak vermiş ama ondan umudunu kesmemiş, acısını, kaygısını, sevincini çevresindekilere sonsuz güven duygusuyla bütünleştirebilmiş nice hekim çıkıyor her gün karşımıza. Ne acı ki yaşatmak üstüne çaba gösteren bir mesleğin insanlarını hedef göstermek üstüne kurulu bir anlayışı öne almaya başladı toplum. Doktorlar eli yüreklerinde, şiddetsiz bir sağlık düzeni talep ediyor. Çalışma koşullarının iyileştirilmesinden, kendi sağlıklarına, güvenceli ve insanca ücret talebinden hastaya yeterli zaman ayırmaya, acil servis sorunlarının çözülmesinden atama ve yükselmelerde liyakatin öne alınmasına, tıp ve uzmanlık eğitiminde sorunların çözülmesinden bilimselliği temel alan bir sağlık sistemine geçişi haykırıyor. 14 Mart Tıp Bayramı ise çok uzun zaman önce yitirdiğimiz bir geçmişi imliyor. Bir başka doktor şair Behçet Aysan’ın dizeleriyle söylersem: “On beş yıl sonra/ o yalnız nar ağacının dibinde/ düşündüm bunları/ saçlarımıza aklar düşüren/ zor günleri/ bebek ölüm hızını, çocuk işçileri/ biliyorum,/ bir gün başka bir nar ağacının dibinde yine/ bir başka çocuklar/ Türkiye’yi konuşacaklar.”

***

Biz o günü bekliyoruz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları