Yalan dünyasının yalancıları

09 Nisan 2022 Cumartesi

Anı kitapları aynı zamanda yazarın yaşadığı çağın öyküsünü verir. Stefan Zweig savaş yıllarında, yabancı bir memlekette, elinde hiçbir yardımcı belge olmadan kaleme aldığı “Dünün Dünyası”na yazdığı önsözü şöyle bitirir: “Ey anılar, benim yerime sizler konuşun, dilediğinizi seçin ve karanlıklarda unutulup gitmeden, hayatın bir aynasını koyun ortaya.” Bizim gibi çalkantısı bol ülkelerde anı kitaplarını yayımlamak cesaret ister. Yanımızda yöremizde rüzgârda savrulan çok sayıda eş, dost, tanış vardır da ondan... Bir de yakın tarihi ele almanın sancıları çıkar ortaya. Oysa anılar sadece bellek tazeleme kültürüne bir katkı değildir. Aynı zamanda bir dönemin tanıklığıdır. Geçtiğimiz günlerde ülkemizin tertemiz aydınlarından, dilbilimci, yazar Sevgi Özel’in “Yalan Dünyasının Yalancıları” yayımlanır yayımlanmaz kitapçıya koştum. Sayfaları heyecanla çevirirken “Yalan Dünyasının Yalancıları”nı neden bu kadar çok merakla beklediğimi anladım. Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun 12 Eylülcülerce yerle bir edildiği dönemde annemin gözyaşları içimde saklıdır. Dahası o yılların Ankarası tam da benim çocukluğumu anlatıyordu. Kitapta küçük Eren’le de karşılaştım. 

“Çocukluğum cennetimdi” dersem, şüphesiz güzel bir zamana vurgu yapmış, onu avucumun içine almış olurum. Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır, çalışma arkadaşı Necati Cumalı’nın kızkardeşine, “Günaydın, Mübeccel Hanımefendi teyzeciğim” der, ardından bütün odayı selamlardım. Sonra da Sevgi Özel’in odasına koşardım. Onun olduğu kata inince Gülten Akın’ın odasının önünde ses çıkarmamak için fren yapar, Sevgi teyzenin (Özel) kucağına zıplardım. Sözlük kolunda faaliyetin hiç dinmediği dönemdi. Sabahın erken saatinden öğleden sonra üçe kadar büyük bir ciddiyetle çalışılırdı. Ardından radyonun sonuna kadar açıldığı eğlenceli bir zaman dilimine geçilirdi. Öyle anlardan birinde, Ömer Asım Aksoy odaya gelmiş, kendini fark ettiremediği için bir pusula yazıp kapının altından atmıştı!

Yıl: 1980. Türk Dil Kurumu’nun kapısında kocaman, “Bu İşyerinde Grev Var” pankartı asılı. Bir grev kuzusu armağan edilmiş kurumun çalışanlarına. Çadırların arasında mini mini dolandığımdan bir süre sonra kuzunun adı, “Eren’in kuzusu” olarak anılmaya başlıyor. Çalışanlar grevde olduğundan karın doymuyor. Yan yan kuzuma bakıldığını hissediyorum; yanından ayrılmıyorum. Onu Kavaklıdere’nin en nadide çiçekleriyle besliyorum. Bir süre sonra bizim kuzu besili koça dönüyor. Kimseyi yanına yaklaştırmıyor. Başka çalışanların çocukları da onunla oynamak istiyor. Koşarak dört dönmeye başlıyor. Grev kuzum, mayısın 19’unda bağlı olduğu ipten kurtuluyor. Atatürk Bulvarı’nda yürüyen bando takımının önüne geçerek uygun adım ilerlemeye başlıyor. Bir iki... Bir iki... Kuzu marş! Onu bandonun önünden almak için bin bir türlü çaba! Kıyamet kopuyor. Kuzuyu yaka paça yeniden kurumun bahçesine getirdiklerinde tek bir şey söyleniyor bana: “Aferin Eren! İyi yetiştirmişsin onu!” “Yalan Dünyasının Yalancıları”nda Eren’in kuzusuna da rastladım. 

O dönem, yıllar sonra bir kitabın sayfalarında acıların tarihi olarak ortaya çıktı. Sahte ihbar mektuplarıyla vicdanların enkaz altında kaldığı günler yazılmalıydı elbette. Bu mirası iyi ki Aziz Nesin Sevgi Özel’e vermiş. Türk Dil Kurumu’nun ne hale getirildiğini yaz demiş ona. O da bu görevi yerine getirirken aydın geçinenlerin karanlıklarını yalan dünyasının içindeki vurguncu kafaları açık ederek anlatmış. Hatta yer yer fazla kibar davranmış! Yerle bir edilen Türk Dil Kurumu’ndan nasıl ayrıldığını, Dil Derneği’nin kuruluşuna nasıl büyük katkılar sağladığını, yaşamak için editörlük yaptığını, aralarında son yirmi yılın en sağlam kitaplarının olduğu 200’den fazla dosyayı okurla buluşturmak için geceyi gündüze kattığını okurken bu ülkede sağlam kalmak için nasıl bedeller ödendiğini bir kere daha anlıyorsunuz. Ve Sevgi Özel o soruyu çekinmeden soruyor: “1923’teki Cumhuriyetten geriye elimizde ne kaldı?” Bu soruya geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Kitap’ta Gamze Akdemir’in söyleşisinde verdiği yanıt şöyle: “Kulluğu yeğleyenler topuz kendisine dokunduğunda yurttaşlık ve yurttaşlık bilincinden dem vuruyor!” Sevgi Özel bir kere daha iliklerimize işlemiş ikiyüzlülüğe başkaldırıyor!  

Sevda Şener hocam, tiyatro sanatını merkez alarak, “Dram sanatı insanı eşiklerde sınar” derdi. O eşiği atlayamayan insan yenilir ya da tasfiye edilir. Yaşama sanatı da öyle... Maalesef bu ülke aydınlarına hep sınanacak eşikler, hendekler, çukurlar hediye etti! Atlamasını bilenlere, bu serüvenin tanıklığını yapanlara, dik duranlara selam olsun.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Gezi notları 20 Nisan 2024
Yoksulların savaşı 6 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları