Bugün yamalı bohça diktim!

24 Nisan 2022 Pazar

Öyle bir haftayı geride bıraktık ki tek çareyi elimdeki parçaları birbirine bitiştirip çok Türkiyeli bir bohça dikmekte buldum. Bohçayı hep birlikte dikeceğiz, kaytarmak yok. Önce güzel şeylerden başlayalım. TİP milletvekili Sera Kadıgil, konuşmalarıyla Meclis’in uyuyanlarını sarsıp duruyor. Ve en çok onun Meclis için “Yaşlı, zengin, heteroseksüel erkekler kulübü” sözlerini şiddetle alkışlıyorum. Yeri geldiğinde övündüğümüz bir genç nüfusumuz var ama bizi yönettiklerini söyleyenlerin çoğu notere gittiklerinde “Aklı başında mı?” diye doktor raporu götürmek zorunda.

Silivri Cezaevi’nde yetkililerin kalp krizinden öldü dedikleri Ferhat Yılmaz’ın son hastane fotoğrafı.

Neyse, yepyeni gençlerden, kadınlardan oluşan bir meclisi birkaç dakika hayal edip (hayali bile güzel) yamalı bohçamızın bir başka bölümünü dikmeye başlayalım. Elektrik parasını ödemediği için muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun ev elektriği kesilmiş. Kılıçdaroğlu söylemedi ama elektriği kesen şirket (büyük iş kadını?) Güler Sabancı’nın dağıtım şirketi; benim evin de elektriği onlardan sorulur, neyse ki acayip tutumlu olan ben, büyük iş kadınının sadece iki gecelik vale (restoran kapılarında bırakılan arabalardan sorumlu eleman) parasını ödüyorum. İş kadınımızın 4 milyon kurumsal, 900 bin kişisel vergi borcu bir çırpıda silinmişti. O da damat Berat Albayrak’ın müthiş bir ekonomist olduğunu bağırarak ilan etmişti. Neyse bence Kılıçdaroğlu’nun direniş eylemi dediği eylemi gerçekten sevdim. Ayrıca ilk kez muhalefet lideri, neoliberal politikaların artık sona ermesi gerektiğini ve kamuyu savundu. Bundan böyle muhalefet liderinden ve partisinin kurmay heyetinden kamusal alanda neler yapacaklarını, özellikle sağlık, eğitim alanında ne tür kamusal önlemler alacaklarını tek tek açıklamalarını sadece ben değil, tüm emekliler, işçiler, mavi yakalılar hep birlikte bekliyoruz. Yeter ki yola çıkanlar sonradan vazgeçmesinler. 

Tabii bohçanın en ince, en hassas kısmına geldik: Emekliler! Ve onlara verilen bayram harçlığının aşağılayıcı miktarı. Tamam anladık, AKP iktidarı emeklileri sevmiyor, hatta onları bir yük olarak görüyor. Adeta sayıları azalsın istiyor. Çünkü emekliye verilecek para onlar için sokağa atılmış bir para. Zaten verilen para da AKP iktidarının yöneticileri ve onlarla iş gören şirket elemanları için çerez parası. “Ay aman alın da sesinizi kısın! Hadi gene yaşadınız bayramda çocuklara şeker, eve de bir kilo et alırsınız! Daha ne istiyorsunuz, neyimize yetmiyor tarhana çorbası, muzun kararmışı, elmanın çürüğü? Bunu bulduğunuza dua edin, bak sonra karışmam, cennetin kapısından döndürürler sizi.! Tabii benim yanımda olan adamların huzur hakkını 25 bin liraya çıkarırım. Onlar zaten başından cennete gidecek, ben size acayip iyilik yapıyorum, ‘Açız açız!’ diye bağırıp cenneti şimdiden garantilemiş insanları taciz etmeyin!”

Geldik cuma gününe, Gezi davasının karar duruşması vardı. 17 Gezici “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan” yargılanıyorlardı, içlerindeMücella YapıcıveOsman Kavala için müebbet hapis cezası isteniyordu. Diğerleri için de 15-20 yıl hapis cezası öngörülüyordu. Son savunmalardan sonra karar verilecekti. Karar çıkmadı ve Osman Kavala’nın tutukluluğu devam ediyor. Gezi’nin üstünden tam yedi yıl geçti ve Geziciler bu zulmü unutmayacaklar! Ne karar çıkarsa çıksın! Bu da böyle biline ve bohçamızın tam ortasına kıpkırmızı bir karanfil işlemeye başlıyoruz..

Şimdi gelelim bohçamızın olmazsa olmaz kısmına, neden söz edeceğimi anlamış olmalısınız, Türkiye’nin hiç bitmeyen, yıllardır süren bir kara lekesine: İşkence, mahpustaki insanlara uygulanan taciz ve hatta ölüme terk etmeler. Yıllar önce bir bayram, rahmetli Onat Kutlar, Ali Özgentürk ve ben bir kutlama için Gaziantep’deydik. 12 Mart duruşmaları yapılmış, idam edilenler ve öldürülen devrimciler dışında pek çok dost, arkadaş mahpushanelere sokulmuştu. Gaziantep’te İsmail Beşikçi yatıyordu, bir yığın inatçı söylemlerden sonra İsmail Beşikçi’yi görmemiz için izin çıkmıştı; elimizde baklavalar bize yol gösteren gardiyanın peşinden cezaevinin avlusuna getirilmiştik. Oh aman avlu bir cümbüş yeri; kadınlar, çocuklar babalarına, ağabeylerine sıkı sıkı sarılmış piknik yapıyorlar; biz de Beşikçi’nin kilimine kıvrıldık, bir muhabbet bir muhabbet, hiç unutmuyorum cezaevinden çıkarken orada yatan Ertuğrul Kürkçü’yü hücresinin kapısında otururken gördük. Şaşırmıştık “Nasılsın” diye sorduk, gülerek “Gardiyan askerlik arkadaşım” demişti. Sonrası, yıllar geçti F tipi cezaevleri yapıldı, bu tür cezaevlerinin insana aykırı olduğunu söyleyip karşı çıkan mahkûmların çoğu Hayata Dönüş Operasyonu’nda, ölüm orucu süresince öldü, kimileri de ömür boyu sakat kaldı. Eski mahpushanelerin birçoğunun girişinde şöyle bir yazı vardı: BURADA TANRI YOKTUR. F tipi cezaevlerinde bu yazı yok ama TANRI gene yok! Geçen hafta cezaevi yetkililerinin kalp krizinden öldüğünü söyledikleri, Adli Tıp’ın ise ölüm nedenini bulaşıcı hastalık diye belirlediği Ferhat Yılmaz’ın hastanedeki fotoğrafı yayımlandı. Ve cenazeyi alan yakınları tanıklık ettiler. Açıkça ölümcül bir biçimde dövülmüştü. Ve en trajik olanı artık cezaevlerindeki mahkûmlar yakınlarına “Hayatımdan endişe ediyorum” diye mesajlar yollamaya başladılar. Bazıları da sığındıkları yataklarında öylece ölümü bekliyorlar, Aysel Tuğluk gibi. Cezaevleri ölüm evi değildir, işkence insanlık suçudur ve dünyanın her yerinde hasta mahkûmları evlerine gönderilir. Tamam işkence ettikleriniz, öldürdükleriniz sizin rüyalarınıza asla girmiyor, bunu biliyorum ama analarının, kardeşlerinin ve dostlarının rüyaları onlarla doludur. Yeter bu zulüm!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları