Leyla Tavşanoğlu

Demokrasi sandık değil

16 Haziran 2013 Pazar

ATC Başkanı Büyükelçi Richard Armitage’den önemli uyarılar

\n

Sandıkta oy vermek demokrasinin sadece bir parçası. Bir ülkede demokrasi olması için insanların iradelerini ortaya koyabilmeleri,
şeffaflık, hukuk devleti, ifade özgürlüğü şarttır.
Türkiye’de halk sesini duyurmak karar alma mekanizmalarında hükümetle ortaklaşa söz sahibi olmak istiyor. İnsanlar hükümetin icraatlarından şikâyetçiyse bu şikâyetlerini tabii ki özgürce dile getireceklerdir.

\n

LEYLA TAVŞANOĞLU

\n

ABD’nin eski savunma ve dışişleri bakan yardımcılarından Büyükelçi Richard Armitage demokrasinin sadece sandıkta oy vermekten ibaret olmadığını söylüyor. Demokrasi için karar mekanizmalarına halkın katılımının şart olduğunu, ifade ve gösteri özgürlüğü olmazsa demokrasinin olamayacağının altını çiziyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun komşularla sıfır sorun siyasetinin kuramsal olarak kulağa hoş geldiğini söyleyen Armitage, “Ama bu politika Ortadoğu ve İran’ın gerçeklerine çarptı” diyor. Demokrasinin öyle her istendiği istasyonda inilemeyecek sonsuz bir yolculuk olduğunun altını çiziyor. Armitage’ın şu sözleri de doğrusu çok ilginç: “ABD ve Türkiye olarak Ortadoğu’nun bunca sorununda birlikte çalışmak zorunda olduğumuz için bizim Dışişleri Bakanı John Kerry sizin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla haftada iki-üç kez konuştuğunu söyledi.”
- Gezi Parkı olayları çevre duyarlılığı gösterileri olarak başladı. Ancak daha sonra sanki genel bir sosyal patlamaya dönüştü. Kimileri bunu Arap Baharı’na benzeterek Türk baharı demeye başladı. Siz buna ne diyorsunuz?
R.A.- Bunun bir Türk baharı olduğuna katılmıyorum. O dönem Tunus’ta ya da Mısır’da Mübarek rejiminin yarattığı koşullar Türkiye’de yok. AKP arka arkaya üç seçimi, üstelik oylarını artırarak kazandı. Bu da gösteriyor ki Türkiye’de işleyen bir demokrasi var. Bence Türkiye’de olanlar açıkça halkın sesini duyurmak, karar alma mekanizmalarında hükümetle ortaklaşa söz sahibi olmak istemesinden kaynaklanıyor. Sanıyorum insanların verdiği mesaj budur. Gördüğüm kadarıyla hem Taksim Meydanı hem de Gezi Parkı’ndaki gruplar protesto gösterileri yerine genelde festival havasında eylem yapıyorlar.
- İyi de bu isteklerin patlaması sizce neden şimdi oldu? Geçmişte de halk karar alma mekanizmalarında söz sahibi olmak istemiyor muydu?
R.A.- Tabii ki istiyorlardı. Demokrasinin koşulları halkın karar alma mekanizmalarında söz sahibi olması, barışçı biçimde gösteriler yapması, düşüncelerini özgürce ifade etmesidir. İnsanların, hükümetin icraatlarından şikâyetleri varsa bu şikâyetleri tabii ki özgürce dile getireceklerdir.
- İnsanlar bu söylediğiniz demokratik hakları kullandılar ama polisin orantısız güç kullanmasıyla karşı karşıya geldiler...
R.A.- Polis güçleri eylemcilere karşı fazlasıyla tepki gösterdi. Ancak Cumhurbaşkanınız Abdullah Gül’ün, ifade özgürlüğü ve gösteri yapma hakkının demokratik sürecin bir parçası olduğunu söylemesi memnunluk vericidir. Benzer sözleri bizim Dışişleri Bakanı John Kerry de söyledi. Açıkça görülüyor ki polis orantısız güç kullanmıştır. Ama dikkat ettim. Başbakan Yardımcınız Bülent Arınç polisin yaptıkları nedeniyle özür diledi. Bakalım, işler nereye varacak?
- Başbakan Tayyip Erdoğan’ın demokrasinin sandıkta oy vermek olduğunu, seçmenin yüzde 50’sinin kendilerine oy verdiğini, bu gösteriler nedeniyle bu yüzde elliyi tutmakta zorluk çektiğini söylemesi sizce ne anlama geliyor?
R.A.- Demokrasinin sadece sandıkta oy vermek demek olduğuna inanmıyorum. Sandıkta oy vermek demokrasi içinde yapılan bir iştir. Bir ülkede demokrasi olması için insanların kendi iradelerini ortaya koyma becerisini göstermeleri, şeffaflık, hukuk devleti, insanların beklentilerine karşılık veren siyasi partiler ve kurumların varlığı şarttır. Bütün bunlar demokrasinin parçalarıdır. Demokrasi son durak değil, sonsuz bir yolculuktur.

\n

Bisikleti yavaşlatırsanız düşersiniz

\n

Demokrasilerde istediğiniz yerde inemezsiniz. Demokrasi daha çok bisiklete benzer. Onu sürekli pedallamak zorundasınız. Gereğinden fazla yavaşlarsanız bisikletten düşersiniz..

\n

- İyi de bizim Başbakan demokrasiyi bir tramvay yolculuğuna benzetmiş, inmeniz gereken istasyonda inersiniz, demişti...
R.A.- İşte, mesele de bu. Demokrasilerde istediğiniz yerde inemezsiniz. İnerseniz sizin arkanızda duran pek çok kişiyi düş kırıklığına uğratmış olursunuz. Demokrasi daha çok bisiklete benzer. Onu bisiklet gibi sürekli pedallamak zorundasınız. Gereğinden fazla yavaşlarsanız bisikletten düşersiniz..
- Erdoğan-Obama görüşmesinden sonra ABD’yle Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sizce Ortadoğu’da neler olur?
R.A.- Ortadoğu’da yakın gelecekte neler olacağını tahmin edemiyorum. Ortadoğu’daki gelişmelerin sonucunu görmek için belki bir kuşak geçmesi gerekecek.
ABD’yle Türkiye arasındaki ilişkilere gelince, hiç kuşkusuz aramızda başta Suriye ve Suriye’yle ilgili neler yapılması gerektiği olmak üzere kimi konularda görüş ayrılıklarımız var.
Suriye sorunumuz olmasına rağmen bu Türkiye’yle ABD’yi birbirine daha çok yaklaştırıyor. Dışişleri Bakanımız John Kerry sizin Dışişleri Bakanınız Ahmet Davutoğlu’yla, başka hiç kimseyle olmadığı kadar sık, haftada iki-üç kez konuştuğunu söylüyor. Sayın
Obama’yla Sayın Erdoğan arasında da güzel bir ilişki olduğu da görülüyor. ABD ve NATO müttefiklerinin Türkiye’ye Patriot füzelerini konuşlandırmaları da Batı zihinlerinde Türkiye’yi Batı ittifakına çıpalıyor.
Öte yandan ikili ekonomik ilişkiler ağır ilerlemesine rağmen doğru yönde seyrediyor. Ama şunu söylemem gerekir ki Türkiye’yle olan ekonomik ilişkiler Avrupalı dostlarımızla olandan çok daha iyidir. Türkiye’nin ABD’ye ihracatı ciddi biçimde arttı.
- Suriye sorununa geri dönersek, Suriye’nin arkasında İran, Rusya gibi güçlerin durduğunu biliyoruz. O zaman neler olabilir?
R.A.- Bir zamanlar Türkiye’nin komşularıyla sıfır sorun politikası vardı. Bugün baktığımız zaman Türkiye’nin komşularının çoğunluğuyla sorunları var. Ama bu sadece Türkiye’nin yanlışlarından kaynaklanmıyor.
İran, Sayın Erdoğan’ın sandığının aksine dost olmadığını gösterdi. Suriye’nin Hizbullah yüzünden durumu dehşet arz ediyor. İşleri gittikçe de kötüleşiyor. Rusya da Suriye’ye füzelerle destek veriyor. Bir zamanlar Başbakan Erdoğan’ın umutlu olduğu konuların hayata geçmesinin imkânsız olduğu kanıtlandı.
ABD tarafı bütün bu olanlar karşısında bugün
“Komşularla sıfır sorun politikası çok iyiydi ama ortaya çıktı ki kuramsal olmaktan öteye geçemedi. Pratikte çalışmadı. Dolayısıyla da her bir konuyu ayrı ayrı ele almak zorundayız” demek durumundadır.
- Siz Ahmet Davutoğlu’nu beğendiğinizi söylemiştiniz...
R.A.- Öyle bir şey söylemedim. Sadece fikir olarak sıfır sorun politikası iyiydi dedim. Ama onu beğendiğimi ya da hayranlık duyduğumu söylemedim. Sadece Dışişleri Bakanımız John Kerry’nin onunla haftada iki-üç kez konuşmak zorunda olduğuna işaret ettim. Kerry bunu Dışişleri Bakanlığı’ndaki konuşmasında telaffuz etmişti.
Kerry bu sözleri ülkelerimizin karşı karşıya bulunduğu sorunların son derece ciddi olmasının bizi birlikte çalışmaya zorladığı için söylemişti.

\n

Türkiye PKK teröründen kurtulmalı

\n

- Ya bu sorunlar böylesine ciddi olmasaydı yine bu kadar yakın çalışma gereğini duyacak mıydınız?
R.A.- Ama ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Aksi halde diye bir durum söz konusu değil. Suriye’deki durum nedeniyle ABD ve Türkiye’nin çok yakın olmaları gerektiğini gördük. Ayrıca Türkiye’nin PKK’yle uzlaşmaya çalışması da ABD’de belli ölçüde memnunlukla izleniyor.
Dolayısıyla Erdoğan hükümetinin kimi icraatının gayet cesurca olduğunda hemfikiriz. Sayın Erdoğan’ın bu yöndeki çalışmasının cesurca olduğunu düşünen ABD yönetimi buna destek verilmesi gereğini duyuyor. PKK sorunu onlarca yıldır sürüyor. Binlerce insan çatışmalarda öldü.
Bakın, eğer Kürt açılımı bir şekilde olumlu sonuçlanır, PKK teröründen kurtulursa Türkiye çok daha iyi bir ülke olacaktır.

\n

Sıfır sorun gerçeklere tosladı

\n

- Siz Ahmet Davutoğlu’nun komşularla sıfır sorun siyasetini kuramsal olarak beğendiğinizi söylediniz. Peki, Atatürk’ün yurtta barış dünyada barış siyasetinin nesi vardı?
R.A.- Hiçbir şeyi yoktu tabii ki. Yurtta barış dünyada barış fikri tabii ki son derece anlaşılabilir. ABD’de de aynı istek var. Ama bir de gerçek dünya var.
İran nükleer silah sahibi olmaya çalışıyor.
Esad Suriye’de kendi halkına kötülükler yapıyor. Rusya Esad’ı tamamıyla destekliyor. Yurtta barış dünyada barış bir hedef, bir emel olarak çok iyi. Ama bunu hayata geçirmek için ciddi biçimde başka ülkelerin desteğine ihtiyaç vardır.
Komşularla sıfır sorun siyaseti de Ortadoğu’nun, İran’ın gerçeklerine çarptı.

\n

Şii kalkanından kasıt İran

\n

- Sizce Esad rejimi yakın gelecekte devrilir mi?
R.A.- Hizbullah’ın Esad’ın Alevi rejimini desteklemek için sahneye çıkması denklemi değiştirebilir mi? Şimdilik bundan emin değilim. Suriye’nin pek çok komşusu Özgür Suriye Ordusu’nu destekliyor. Ama uzun vadede Esad’ın bu kadar küçük bir Alevi azınlığın lideri olarak bütün ülkeyi yönetmesinin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkede Sünni çoğunluk nüfusu yaşıyor.
- İyi de, Sünni İslama iyi Şii İslama neden kötü bakılıyor?
R.A.- Bütün Ortadoğu’ya baktığınız zaman Sünniler çoğunlukta. Şiiler sadece İran, Irak ve Bahreyn’de çoğunluk nüfusa sahip. Bölgede Sünni nüfus yüzde 70 dolayında.
- ABD’den kimi emekli büyükelçiler hep bölgede bir Şii kalkanı tehdidinden söz ediyor. Ama hiç kimse Sünni kalkanını ağzına almıyor. Acaba neden?
R.A.- Haklısınız. Ama insanlar bir Şii kalkanından söz ederken İran’ın muazzam Şii nüfusunu kastediyor. Irak’ta da önemli bir Şii nüfus, az da olsa Suriye’de de Alevi Şiiler var. Ama esas mesele İran.

\n

PORTRE

\n

RICHARD ARMITAGE

\n

Boston, 1945 doğumlu. ABD Deniz Kuvvetleri Akademisi’nden deniz asteğmeni rütbesiyle mezun oldu. Vietnam Savaşı’na denizci olarak katıldı. Güney Vietnam’ın başkenti Saygon’da ABD Savunma Ataşeliği’nde görev yaptı. Saygon’un Vietkong’un eline düşmesinden önce Güney Vietnam kuvvetlerinin ülkeden boşaltılması operasyonunu yönetti. 1983-89 arası Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu Savunma Bakan Yardımcılığı’nı üstlendi. 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’nda Başkan Bush’un Ürdün Kralı Hüseyin nezdindeki özel elçisi oldu. 1992-93 arası büyükelçi payesiyle eski Sovyet Cumhuriyetlerine ABD yardımlarını gönderme operasyonunu yürüttü. Bir süre devlet işlerine ara vererek 1993-2001 arası Armitage Associates Şirketi’nin yönetim kurulu başkanlığını yaptı. 2001’de devlete dönerek Başkan Bush’un Dışişleri Bakan Yardımcılığı’nı üstlendi. 2005’te yeniden şirketinin başına döndü. Şimdi ABD-Türkiye ilişkilerinde etkin bir kuruluş olan American Turkish Council’in (ATC) yönetim kurulu başkanı.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları