Leyla Tavşanoğlu

Patlama kaçınılmazdı

30 Haziran 2013 Pazar

Ekonomist Prof. Kurdoğlu Gezi olayları ve AKP’nin icraatını değerlendirdi:

\n

Genç kuşak özel yaşamına devlet otoritesenin karışmasını istemiyor. Kindar, dindar gençlik söylemine, ne yiyip ne içtiğine karışılmasına, kendilerine çapulcu denilmesine karşı. Basınç son haftalarda çok yükselmişti. Yani patlaması kaçınılmazdı.
Hükümet çıkar gruplarıyla karşı karşıya. Üstelik bunlar “dış mahfiller” değil, içerideki çıkar grupları. Seçmen baskısı altındaki Ekonomi Bakanı, ihracatı ucuzlatmak için faiz oranlarını düşürmek istiyor. Ama bir taraftan da katma değeri yükseltici yerli otomobil üretimini özendirmekten yana. Bunlar çelişki.

\n

LEYLA TAVŞANOĞLU

\n

“Ekonominin pespembe olduğu sözleri doğru değil. Çok ciddi bir cari açık ve katma değer açığı büyük sorunlar çıkarabilir.” Bu sözler ekonomi uzmanı Prof. Dr. Çelik Kurdoğlu’na ait. Kurdoğlu bu tehlikelerin Türkiye’nin kapısının önünde olduğuna dikkat çekerek AB’yle itişmenin yanlışlığını vurguluyor. AB’den kopuşun ülke ticaretini çökerteceğinin altını çiziyor. Gezi eylemcisi gençlerin, özel yaşamlarına karışılmasını istemedikleri ve birilerinin kibir içinde kendilerine “çapulcu” demeleri yüzünden patlama noktasına geldiklerini söylüyor. AB’den Sorumlu Bakan Egemen Bağış’ın Almanya Başbakanı Merkel’e, Sarkozy benzetmesi yaparak, “Sen de onun gibi balık tutarsın” sözlerini ise sarakaya alarak şöyle değerlendiriyor: “Sarkozy şu anda dünyanın en büyük fonu Katar Yatırım Fonu’nu yönetiyor. Öyle balık tutmak herkese nasip olsun.”
- ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke yaklaşık on gün kadar önce artık piyasalardan çekilecekleri, ancak gerekirse yeniden aktif olacakları yönünde bir açıklama yaptı. Bu açıklama Türkiye’de yanlış mı anlaşıldı ki bir anda borsa çakılma noktasına geldi?
Ç.K.- Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada yanlış anlaşıldı. Türkiye’de yanlış anlaşılmasına bir örnek vereyim. Başbakan bir konuşmasında Gezi Parkı olaylarının birilerinin manipülasyonu olduğunu kastederek “Bu faiz lobisinin işi” gibi bir cümle kullandı. Oysa sanıyorum bir çeviri hatası var, kim yanlış çevirdiyse yanılmış. İngilizcesi interest lobby. Bunun anlamı da çıkar lobisi. Yani diyeceğim o ki, Bernanke’nin sözleri de böyle yanlış anlaşıldı sanki. Başbakan’ın söyledikleriyle New York Borsası’ndaki kıpırdanma birleşince, zaten varlığı böyle dalgalanmalar üzerine kurulu olan borsa hareketlendi.
Esas konumuza dönecek olursak,
Bernanke’nin sözlerine New York Borsası da (Wall Street) tepki verdi. Çünkü Merkez Bankası başkanlarının ağzından çıkan sözlerin virgülü bile önem taşıyor. Bir anda, 2008 krizinin temel nedeni olan o “güvensizlik” yeniden başını kaldırdı. İnsanlar piyasalara güven duymuyor, bunun üstüne Bernanke işler yolunda gitmeye devam ederse artık piyasadan tahvil satın alıp dolar zerk etmeyeceğiz dedi. Piyasalar, ya çekilirse kuşkusuna kapıldı. Hatırlamakta fayda var, AB Merkez Bankası Başkanı M. Draghi AB krize girmek üzereyken “Kriz AB Merkez Bankası’nın tahvil alımıyla önlenebilir, banka bunun için gerekli imkânlara sahiptir” gibi bir söz söyledi, kriz durdu. Kısaca güven asıl.
- Yani, Türkiye gibi mi?
Ç.K.- Faizin ve enflasyonun daha yüksek olduğu ülkeler, Türkiye, Brezilya gibi... Türkiye bunların içindeki en kritik durumda olan ülke. Çünkü cari işlemler açığı bir türlü kapanmıyor. Biraz daha yükselirse bu sürdürülebilir olmaktan çıkar. O zaman da siz dünya için bir risk oluşturursunuz ve herkesin başöğretmeni olan IMF’nin uzun değneği yükseliverir...
Türkiye o sınırda dolaşıyor. Gerçi Türkiye’den ekonomik olarak daha kötü durumda olan İspanya, Yunanistan, Portekiz gibi ülkeler var tabii. Ama cari işlemler açığı olarak sınıra en yakın ülke Türkiye. Öte yandan Türkiye’nin cari işlemler açığından çok daha kritik bir sorunu var.
- Nedir o?
Ç.K.- Katma değer açığı. Türkiye’nin ihracatı 150 milyar dolar dolayında. Bunun için de içeride bir miktar katma değer yaratılıyor. İthalat ise 250 milyar dolar dolayında. Bunun için de belli bir miktar katma değer yaratılıyor. Yani aslında katma değer ihracatı ve ithalatı yapılıyor.

\n

Ekonomide tablo pembe değil

\n

Görünürde işler iyi gidiyor. Ama bundan yararlanan, yerli katma değeri yüksek az sayıda ihracatçı. Ülkenin geri kalanını düşünen yok, gücü yüksek olan kazanıyor

\n

Türkiye’de tasarruf düştü, deniyor. Nasıl düşmesin ki? Katma değer üretmiyoruz. Hiç durmadan tüketiyoruz.
Cari işlemler açığını azaltmak için ithalat pahalılaştırılıyor, ihracat ucuzlatılıyor; kronikleşmiş bir hastalığı aspirinle tedavi etmeye çalışıyoruz.
- Yani kura hiç durmadan müdahale mi ediyor?
Ç.K.- Müdahale ediliyor çünkü hükümetin içinde de çok ciddi bazı tartışmalar var; önümüzde yerel seçimler, sonra genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri gelecek... Yani hükümet çıkar gruplarıyla karşı karşıya, üstelik bunlar “dış mahfiller” değil, içerideki çıkar grupları.
Ekonomi Bakanı geleneksel ihracatçının
“Kur yüksek olduğu için ihracat yapamıyoruz” yakınmalarıyla karşılaşıyor. Kurun düşmesi, TL talebinin azalması için faiz oranının da inmesi gerekiyor. Aslında bu da kısırdöngünün bir başka tarafı. Cari işlemler açığı sürekli kısa dönemli sermaye girişi gerektiriyor. Enflasyon hâlâ dünya ortalamalarının hayli üstünde. Ama kendisi seçmenin baskısı altında olan Ekonomi Bakanı, ihracatı ucuzlatmak için faiz oranlarının düşmesini istiyor. Aynı Bakan bir taraftan da katma değeri yükseltici “yerli otomobil” imalatını özendirmek istiyor. Bunlar temelde birbiriyle çelişen tercihler. Ekonomi Bakanı’nın etrafında ihracatçılar var. Onlar Bakanı sıkıştırıyorlar. Tabii, sonuçta siyasetçi seçmenine bakıyor.
İyi de birilerinin bu ülkenin orta vade hedeflerini hatırlaması, onun için gerekli politikaları vurgulaması gerekir. Şimdilerde Ekonomi Bakanı çok mutlu. Dolar kuru, 1.95’lere dayandı. Görünürde işler iyi gidiyor, ancak bundan yararlanan, yerli katma değeri yüksek olan az sayıda ihracatçı. Ama ülkenin geri kalanını düşünen yok. Gücü yüksek olan kazanıyor.
- Siz bunları anlatıyorsunuz da hükümet pespembe bir ekonomi tablosu çiziyor. Bu nasıl oluyor?
Ç.K.- Bunun nedeni çok basit. Bahsettiğiniz başarılı politikayı doğru anlamak için 2001’e, o dehşetli kriz dönemine geri dönelim. Orada değişik bir olay var. IMF’nin politikalarının kurgulanmasında ve uygulanmasında ülkelerin yöneticileri genellikle rakamları tahrif ederler, doğruları söylemezler. Bu birçok ülkede, Yunanistan’da da, Türkiye’de de, İngiltere’de de yapılmıştır. Daha açık söylemek gerekirse ulusal otorite IMF’yi kandırmaya çalışır.
Ama 2001 krizinden sonraki süreçte gelen
Kemal Derviş kandırılamadı. Çünkü bakanlığa gelen kişi hem Türkiye’yi tanıyordu hem de Dünya Bankası sisteminden geliyordu. Ayrıca Kemal Derviş’in çok büyük bir şansı vardı. K. Derviş Türkiye’yi dışarıdan bilen bir kişiydi. Tesadüfen yanında Planlama’dan, Hazine’den gelen Faik Öztrak vardı. Programın hazırlanmasına nezaret eden K. Derviş, uygulayan Faik Öztrak oldu. O nedenle de IMF’nin paketi su geçirmez biçimde uygulandı.
Hükümetin temel ilkesinde
“kitaba harfiyen uymak” kuralı var. İnanç esasında Kuran’dan şaşmayan hükümet, ekonomi politikası söz konusu olunca, göreve başladığında önünde bulduğu kitabı aynen uygulamakta, ondan taviz vermemekte ısrarlı oldu. On yıldır sürdürülen başarının arkasındaki temel neden budur. Ama makro dengelerde istikrarı sağlayan bu program, sanayileşme, katma değer büyütme konusunda başarılı olamadı. Karşımızdaki tablonun nedeni budur.
Bugün ise 2001’de benimsenen politikanın temel bir kuralından sapılmakta.
Bir süredir torba yasalarla Türkiye yani yönetim hukuk temeli itibarıyla inanılmaz bir bataklığın içine itiliyor. Gecenin bir vaktinde örneğin gıda standartlarıyla ilgili, masum bir yasa tasarısının içine, vergi yasasının önemli bazı hükümleri de sokuşturuluveriyor. Artık ipin ucu kaçtı. Bu da 10 yıllık iktidarın getirdiği yorgunluğun sonuçları.

\n

AKP iktidarı fena halde yoruldu

\n

- Yani işler yüze göze mi bulaşmaya başladı?
Ç.K.- Bu metal yorgunluğu gibi ciddi bir iktidar yorgunluğu. Başbakan’ın önünde çok karmaşık bir tablo var. Önünde üç seçim var. Tabanı tutabilmek için sertleşmek zorunda olduğunu hissediyor.
Tam bunlar olurken Gezi eylemleri patlak verdi. İlginç olan bu eylemleri yapanların hiçbir siyasi bağlantılarının olmamaları. Benzer olaylar binlerce kilometre ötede Brezilya’da patlak verdi. Yani, bunlar aynı odaktan mı yönlendiriliyor? Hayır. Bu çocukların hepsi artık Twitter, bilgisayar kullanıyor. Hepsi
“aykırı” düşünmek istiyor. Birbirleriyle kolayca haberleşebiliyorlar. İşin altında komplo teorileri aramak anlamsız. Artık yağmur gibi bilgi yağıyor.
Genç kuşak özel yaşamına devlet otoritesinin karışmasını istemiyor. Kindar ve dindar gençlik söylemine, ne yiyip ne içtiğine karışılmasına, kendilerine çapulcu denmesine karşı.
Bütün olayları tetikleyen o çadır yakma eylemidir. Ama fıçıdaki barut miktarı ve basınç özellikle son haftalarda hayli yükselmişti. Yani patlaması kaçınılmazdı.

\n

AB’yle müzakere söz konusu değil

\n

- AB’ye girmeye bir zamanlar can atan AKP hükümeti bugün Brüksel’le ipleri iyice gerdi. Hatta müzakerelerde 22. faslın açılamaması tehlikesi bile başgösterdi. Şimdi bunun yıl sonuna doğru açılacağı söyleniyor. Ne oldu da böyle oldu?
Ç.K.- Burada sadece AKP değil ki AB’ye yüz çeviren. Türk toplumunun çoğunluğunun AB üyeliğini istediğine hiçbir zaman inanmadım. Geçenlerde bir televizyon programında emekli büyükelçi Özdem Sanberk, “Biz hiçbir zaman AB’yi anlamadık” dedi.
AB hiçbir şeyi müzakere etmez. Şunu unutmayın: AB’ye girmek için başvuran Türkiye’dir, tıpkı vaktiyle İngiltere’nin başvurması ve
De Gaulle Fransa’sı tarafından kaç kere reddedilmesi gibi. Onun için müzakere etmek diye bir şey yoktur. Dünyanın en mükemmel modelini kuranlar 60 yıldır kendi kurallarını belirlediler. Bu kurallar arasında insan haklarına saygı, ifade özgürlüğü çok önemli yer tutuyor. Avro’dan çok daha önemlisi Avrupalı olmanın özellikleridir. Müzakere edilen, aday ülkenin bu kurallara nasıl uyacağıdır.

\n

Öyle balık tutmak herkese nasip olsun

\n

- Peki, AB Bakanı Egemen Bağış’ın Gezi olaylarına çok sert tepki gösteren Almanya Başbakanı Merkel’e, “Dikkat et. Sonunda sen de Sarkozy gibi balık tutmak zorunda kalma” demesini nasıl karşıladınız?
Ç.K.- Burada sorun şuradan çıkıyor. Bu sözleri herhangi birisi söyleseydi insanlar güler geçerdi. Ama bu sözleri hükümran devletin, üstelik AB’den sorumlu bakanı söyleyince adama sen devlet bakanı olarak başka bir ülkenin başbakanına bu lafı edemezsin, derler. Senin Başbakan’ın bunu şaka yollu telefonda veya karşı karşıya iken söyleyebilir, çünkü ikisi de eşit.
... Ayrıca Sarkozy’nin balık tutup tutmadığını nereden biliyoruz? Sarkozy bugün dünyanın en büyük yatırım fonlarından olan Katar yatırım fonunun yönetiminde. Elbette Merkel de Başbakanlıktan gittikten sonra Sarkozy’ninkine benzer bir iş yapacak. Tıpkı İngiltere Başbakanı
Blair, Alman Şansölyesi Schröeder gibi. Öyle balık tutmak herkese nasip olsun.

\n

PORTRE

\n

PROF. DR. ÇELİK KURDOĞLU

\n

Ankara, 1942 doğumlu. Yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Uluslararası iktisat dalında Cambridge Üniversitesi’nden lisansüstü derecesini aldı. ABD’de Yale Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmasını yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra İÜ İktisat Fakültesi’nde dersler verdi. İktisat profesörü görevinden 1995’te emekliye ayrıldı. 1997-2006 arası Galatasaray Üniversitesi’nde ders verdi. Ecevit’in azınlık hükümetinde Gündüz Ökçün’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde uluslararası ekonomik ilişkiler alanında bakanlığa danışmanlık yaptı. Bir süre Paris’te OECD’nin merkezinde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. 1987’de Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) kuruluşunda görev aldı. 1995’e kadar DEİK’in direktörlüğünü yaptı. Kendi kurduğu Kurdoğlu Danışmanlık şirketinin bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor.

\n

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları