Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Devletin partisinden parti devletine
YAZAR:PROF. DR. HAKKI UYAR
Dokuz Eylül Üni. Öğr. Üyesi
Partiler geçicidir, kalıcı olan devlettir, millettir. Partili bir başkanın egemen olduğu siyasal sistem sürdürülebilir değildir; Türkiye’de demokrasiyi ve ülkenin bekasını tehlikeye sokacak özellikler taşımaktadır.
1 Ekim’de TBMM, yeni yasama yılına başladı. 150 yıllık parlamenter sistem içerisinde TBMM, en etkisiz dönemini yaşıyor denilebilir. Bu noktada yeni sistemin tartışılması, kuvvetler ayrılığına dayanan bir hukuk devleti ve demokrasi anlayışı çerçevesinde Türkiye’nin kalkınma, toplumsal barış ve demokrasi idealini sürdürmesi gerekiyor.
CHP, 1923’ten 1950 yılına kadar ülkeyi 27 yıl boyunca yönetti. Ülkeyi kurtaran Müdafaai Hukuk hareketinin partiye dönüşmesiyle, ülkeyi kurtaran hareket Cumhuriyeti kuran partiye dönüştü. Bu partinin 27 yıllık iktidarının 1925-1945 yılları arasındaki dönemi tek parti dönemi olarak tanımlanabilir. Dünyada otoriter ve totaliter rejimlerin yükseldiği, savaş tehlikesinin giderek arttığı ve 1929 ekonomik krizinin yaşandığı bir ortamda Türkiye, hem geleneksel toplumun kurumlarını ortadan kaldırarak yerlerine modern toplumun kurumlarını kurdu, hem de barışçı bir dış politika izleyerek kalkınma politikalarına yöneldi. Aynı dönemde pragmatik bir tek parti yönetimi olarak, demokratik bir yapıya sahip olmasa demokrasinin altyapısını hazırlamaya yöneldi. Bu bağlamda iki kere çok partili rejim denemesine girişti (TPCF ve SCF denemeleri), müstakil mebusluk ve Müstakil Grup uygulamalarına yöneldi.
Dikkat çekici fark
1930’lu yıllar, dünyada otoriter ve totaliter ideolojilerin giderek yükseldiği yıllar oldu. Bunu 1929 ekonomik krizi de tetikledi. Aynı yıllarda CHP içerisindeki otoriter kanadı temsil eden Recep Peker Genel Sekreterlik görevinden alındı. Peker’in görevden alınmasında hükümet işlerine karışmasının da etkisi vardı. Peker, görevden alındıktan sonra, CHP Genel Sekreterliği’ne İçişleri Bakanı Şükrü Kaya getirildi. Kaya, hem İçişleri Bakanlığı hem de CHP Genel Sekreterliği görevini birlikte yürütecekti. (1936) Uygulama bununla da kalmadı; tüm Türkiye’deki valiler, CHP il başkanlıklarını üstlendi. Bu, parti-devlet özdeşliğinin -daha doğrusu parti-devlet özdeşliğinin- işareti idi; ama dikkat çekici olan partinin devlete egemen olması değil, devletin partiye egemen olmasıdır. Böyle bir uygulamaya gidilmesinin nedeni, o dönemin dünyasında otoriter ve totaliter rejimlerin (Almanya, İtalya, Sovyetler Birliği...) tek partilerinin (faşist, komünist) devlet yönetimini ellerine almalarıdır. Türkiye, bu partilerin tersine, partiyi devletin kontrolüne verdi. Devleti partinin kontrolüne vermeyerek Türkiye’de totaliter eğilimlerin önüne geçilmiş oldu. Üstelik Avrupa’nın ortanın solunda tanımlanabilecek ileri partilerin birliği içerisinde yer aldı; Radikal ve Benzeri Partilerin Uluslararası Birliği -aralarında Fransız Radikal Partisi de vardı- toplantılarına gözlemci olarak katıldı.
Açık çarpıtma
CHP’nin 1939 tarihli tüzüğünde İçişleri Bakanı’nın CHP Genel Sekreteri, valilerin de CHP il başkanı olması uygulamasına son verildi. Bu üç yıllık uygulama, Türkiye’de bazen kasıtlı olarak partinin devlete egemen olması şeklinde sunuldu ve İtalya, Almanya örnekleriyle karşılaştırıldı. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının açık bir çarpıtması olan bu yorumla, çabasının gerçeklikle bir ilgisi yoktu.
İkinci Dünya Savaşı’na girmemeyi ağır bedeller ödeyerek de olsa başaran Türkiye, 1945’te savaşın bitiminin hemen ardından- çok partili yaşama geçti. İnönü, 1939’da uygulamaya koymak istediği çok partili yaşama geçmeyi 6 yıl sonra gerçekleştirebildi. Bunun temel nedeni İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıydı. Bir tek parti yönetiminin kendiliğinden çok partili yaşama geçip iktidarı barışçı yollardan bir muhalefet partisine devrettiği görülmüş bir örnek değildi. İnönü, bu bağlamda Türkiye’de demokrasinin kurucu babasıdır.
14 Mayıs 1950 seçimlerinden kısa bir süre sonra (1951) ünlü siyaset bilimci Maurice Duverger, yazdığı Siyasi Partiler adlı kitabında şunları söylemekteydi:
“Türkiye, engelsiz ve sıkıntısız bir şekilde, tek-parti sisteminden plüralizme (çok partili sisteme) geçmiştir. Bugün o, Ortadoğu devletlerinin en demokratik olanı, feodal klanlar, bir avuç aydının yönettiği hayali gruplar ya da fanatik dinsel tarikatlar yerine, gerçek partilere sahip bulunan tek Ortadoğu devletidir. (...) ... Türkiye örneği, basiretle uygulanan bir tek parti yönetiminin, bir gün gerçek bir demokrasinin kurulmasını mümkün kılacak tek unsur olan yeni bir yönetici sınıfın ve bağımsız bir siyasal elitin yavaş yavaş ortaya çıkmasına imkân verebileceğini göstermektedir.”
Tek parti döneminde Atatürk ve İnönü, Cumhurbaşkanı olmalarının yanı sıra CHP Genel Başkanlığı görevini de yürüttüler. Bu dönem kurucu babaların rejimi şekillendirdikleri ve Cumhuriyet devrimini gerçekleştirdikleri dönemdi. Kendine özgü koşulları vardı. Nitekim kimse bu dönemin demokratik olduğunu söylemiyor. Söylediğimiz şey, bu dönemin Türkiye’de demokrasinin altyapısının hazırlandığı dönem olduğu... 1950’de Celal Bayar, Cumhurbaşkanı seçildiğinde DP Genel Başkanlığı görevinden ayrıldı. Ancak bu, partili cumhurbaşkanı olmadığı anlamına gelmiyordu. Bayar, partili bir Cumhurbaşkanıydı. Kendisinin partili ve çatışmacı kimliği, Cumhurbaşkanı olarak hakemlik / uzlaştırıcılık yapmaması, onu çok partili hayatın en kötü Cumhurbaşkanı kıldı. Oysa tarafsız ve hakem bir cumhurbaşkanı, çatışmacı Türk demokrasisinin kuruluş aşamasında bir denge yaratabilir ve başta çıkacak sorunların çözümüne büyük katkı sağlayabilirdi.
Demokrasinin üç dönemi
1877’den 2019’a kadar geçen dönemde Osmanlı/Türk demokrasisini üçe ayırmak mümkündür:
• Meşruti Demokrasi (1877-78, 1908-1918)
• Demokratik Cumhuriyet (1920-2018)
• Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi/Başkanlık Sistemi (2018 -)
19. yüzyılın ikinci yarısında Jön Türk hareketi, devleti kurtarma hareketinin bir parçası olarak parlamenter bir demokrasi öngörmüştü. Onlar açısından “kutsal” bir mekân olan parlamento, her derde deva bir kurum olarak düşünülmüştü. Milli Mücadeleyi yürüten kadro da parlamentoyu kutsal bir mekân olarak tanımlamaya devam etti ve üstelik onu dokunulmaz kıldı. II. Abdülhamid’in bir, Vahdettin’in iki kez dağıttığı parlamento, kendine “Büyük” adını vererek “kutsal savaş”ı yürüten “Gazi Meclis”e dönüştü. Nasıl ki Mekke, Medine ve Kudüs, İslamın “kutsal toprakları” ise, nasıl ki Manastır ve Selanik İttihatçıların doğduğu “kutsal şehirler” ise “Gazi Meclis” de “Türk demokrasisinin kutsal mekânı” oldu. Demokratik kimliğe bürünmesi 1950’ye rastlasa da, kurucu kültürün idealinde demokrasi hep vardı.
Batı demokrasileri içerisinde üç ana ekol var. İngiliz, Amerikan ve Fransız demokrasilerinin -ki bu demokrasi ekollerinin hepsi birbirinden çok farklıdır- ortak özelliği kuvvetler ayrılığıdır. Bugün Türkiye’de uygulanan sistem, kuvvetler ayrılığının zayıfladığı, parlamentonun gücünün azaldığı güçlü bir başkanlık sistemidir. Üstelik cumhurbaşkanı partili bir cumhurbaşkanıdır ve Bayar’dan farklı olarak parti genel başkanıdır da... Tıpkı Atatürk ve İnönü gibi... Oysa o dönem tek parti dönemiydi...
Partiler geçicidir
1936-1939 yılları arasında -geçici olarak da olsa- devlet partiye egemen olurken, 80 yıl sonra bugün parti devlete egemen oluyor.
1956 yılında İnönü, kendisine yönelik eleştirileri şöyle yanıtlamıştı:
“Arkadaşlar aramızdaki farkı bilelim. Biz mutlakıyetten bugüne geldik. Siz, bugünden mutlakıyete gidiyorsunuz.”
İnönü yaşasaydı herhalde bugünkü sisteme bakıp şunları söylerdi:
“Arkadaşlar aramızdaki farkı bilelim. Biz devletin partiye egemen olduğu günlerden bugüne geldik. Siz, bugün parti devletine doğru gidiyorsunuz.”
Partiler geçicidir, kalıcı olan devlettir, millettir. Partili bir başkanın egemen olduğu siyasal sistem sürdürülebilir değildir; Türkiye’de demokrasiyi ve ülkenin bekasını tehlikeye sokacak özellikler taşımaktadır. Hükümet ile devlet ayrı kavramlardır. Mevcut sistem ikisinin iç içe geçmesine yol açmaktadır. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” atasözünü revize ederek son noktayı koyayım: “Devlet başa, parti hükümete...” Herkes yerinde olmalı...
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev