Olaylar Ve Görüşler

İstikbal gökdelenlerde değil! - Dr. Doğan HASOL

15 Ağustos 2022 Pazartesi

Alışılmışın çok üstünde yüksekliği olan yapılara, ABD’de “skyscraper”, Fransa’da “gratte-ciel” deniyor. Bugün genelde, 100 metrenin üzerindeki yüksek yapılar gökdelen sayılıyor.

Gökdelenlerin tarihi için başta Şikago ve New York olmak üzere ABD’ye bakmak gerekir. Yapısal çeliğin endüstriyel bir şekilde üretilmesi, betonarmenin, asansörün, öteki kaldırma araçlarının ve su pompalarının gelişmesi yüksek yapılara olanak veriyordu. Bunlara ek olarak kent merkezlerinde toprağın az ve pahalı olması, insanların yüksek yapı yapma eğilimi ve mühendislerin marifet gösterme hırsıyla birleşince ABD’de gökdelenler yarışı başladı.

TOPRAĞI ÜRETMEK

Bize gelince... Ülkemizde gökdelen sayılabilecek ilk yüksek yapı Ankara’da yapılmış olan Kızılay Emek İşhanı’dır. 1959-65 arasında mimar Enver Tokay tarafından tasarlanan yapı 24 katlı ve 76 metre yüksekliğindeydi. Bu yapı, o tarihlerde halk tarafından “gökdelen” adıyla anıldı. Sonraki örnek İstanbul’daki Odakule oldu. Bu yapılar denendikleri tarihte, Türkiye’de henüz gökdelen yapımına uygun yeterlilikte teknoloji ve malzeme yoktu. Örneğin tutarlı bir giydirme cephe, doğru çözülmüş iklimlendirme sistemleri vb... Bu ilk denemeleri teknolojinin de gelişmesiyle onlarcası izledi.

“Üretilemeyen tek şey topraktır” denir. Bizde toprağın da üretilmesinin bir yolu bulundu: Yapılaşma iznini iki katına çıkardığınızda arsanın değeri de iki katına çıkıyordu. Arsa sahipleri o nedenle yüksek yapılara yönlendiler. Özellikle, İstanbul’da olduğu gibi, hızlı nüfus artışıyla karşılaşan kentlerde, yapıların yükselmesi bir çözüm haline geliyordu. 

20. yüzyılın sonlarına doğru, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik yapının değişmeye başlaması, bilginin ve bilişimin giderek sermayenin ve sanayinin önüne geçmesi, işyeri konseptine de değişiklikler getirmeye başladı. Bilişim devrimi, gökdelen özentisini geri plana itmiş görünüyor. Büro çalışanlarının kent merkezinde pahalı bir yerde topluca tutulmaları düşüncesi giderek değerini yitirdi. Sanal iletişim olanakları sayesinde büroların kolay ulaşılabilir, daha ucuz banliyölerde yer alması yeğlenir oldu. Örneğin bir otomotiv firmasının merkezi artık New York’ta 319 metre yükseklikteki ünlü Chrysler gökdeleninde değil, Detroit’te yeşillikler içinde... Bir perakendecilik firması da kendi gökdeleninden ayrılarak Şikago’nun uzak banliyölerinden birine taşındı... Ürettiği bilgi sistemleriyle dünyanın en varsıl şirketlerinden biri haline gelen bir bilişim firmasının merkezi ise Washington eyaletinde Redmond adlı yörede; binalarının yüksekliği ise yalnızca 20 metre.

RANT HIRSI

Bu durum karşısında “Gökdelenlerin sonu mu geliyor” sorusu akla gelebilir. Ancak hiç sanmıyorum; insanlardaki “büyüklük, gösteriş ve rant hırsı” sönmedikçe yükselme tutkusu sürüp gider. Buna, kent merkezinde yoğunlaşma eğilimi ve arsa azlığı gibi gerekçeleri de eklemek gerekir.

Arsa sahipleri o nedenle yüksek yapılara yönlendiler. Ülkemizdeki kentsel planlama ve kentsel tasarım konularındaki yetki kargaşası; parçacıl planlarla, parsel bazında verilen kararlar, gelişigüzel yoğunluk artışlarının ve yükselmelerin yolunu açtı. Bu tür yapılaşmanın sonucu birçok şehrimizde görülebilir. Ne var ki bugün ülkemizdeki gökdelenlerin birçoğunda doluluk oranları giderek azalıyor. 

Atatürk, “İstikbal göklerdedir” demişti. Kimileri, bunu “İstikbal gökdelenlerdedir” şeklinde algılamış olabilir mi? Kısaca söyleyelim: İstikbal göklerdedir, gökdelenlerde değil!

DR. DOĞAN HASOL

Y. MÜH. MİMAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları